Sonun Başlangıcı - 8

Doğum gününden sonra ne olacak?

Efe her gün Sarmaşık’ı aramıştı. Bir sıkıntısı olduğunun farkındaydı. Delicesine sormak istiyor ama bir şey onu durduruyordu. Kaan ve Eylül kadar ona yakın olmaması mıydı, yoksa ona gerçekleri söylemeyeceği için sormaktan mı çekiniyordu? Halbuki istediği tek şey karşısında gördüğü kızın ona biraz da olsa kendisini açabilmesiydi. 

Sarmaşık'ın gelmediği günler Kaan ile onun hakkında daha çok konuşmuştu. Kaan'ın yapmaya çalıştığı şeyin farkındaydı. Görmemek için kör olmak lazımdı. Onun yardımı olmasa da karşısındaki güzelliğe aşık olmamak mümkün olamazdı. 

Dış görünüşünden söz etmiyordu. Diğer insanların ilk bakışta onda ne gördüğünü bilmiyordu ama Efe ilk olarak dikkati dağılmasın diye saçının önlerini toplayışını görmüştü. Ne kadar cesur olduğunu görmüştü. Hatta bunu anımsarken okulda ilk defa onu görüşü gelmişti. Karşısındaki çocuğa karşı aşırı cesurdu. Kendini rahatlıkla koruyabilen bir kızdı. Dövüş sanatlarından birini bildiğine emindi ama kanıtlayamazdı. 

Kimseye ihtiyacı yoktu onun. O, kendi kendine yetiyordu. Kıskanmıştı bu yüzden. Kendisi onun gibi değildi. Hep öyle olmak istemişti ama bir türlü yapamamıştı. 

İnsanlarla arasına hep bir görünmez duvarı vardı Efe’nin. Rahat hissedemiyordu. Hayatında ilk defa yeni bir ortama girmiş olmasına rağmen kendini bu kadar rahat hissetmişti. Sanki buraya aitmiş gibi. 

Bir, iki gün okula gelmemesi normal olabilirdi. Ama üç gün fazla değil miydi? Ne kadar kötü üşütmüş olabilirdi? Endişelenmişti. Özlemişti de. Okul çıkışı evlerine uğramak istedi. Sonradan saate bakınca okul çıkışını bekleyemeyeceğini fark etti. Sarmaşık'ı birkaç saat daha göremezse sanki bir daha göremeyecekmiş gibi hissetti. 

Kendi evine yakın bir evde oturduğunu biliyordu ama tam olarak hangisi olduğunu bilmiyordu. Bu yüzden büyük bir heyecanla Kaan'ın yanına gitti. “Sarmaşıkların adresini verebilir misin?”

“Ne yapacaksın?” Dedi karşısında pis pis sırıtarak. 

“Ziyarete gideceğim. Sence de garip değil mi bu kadar süre okula gelmemesi?” Bu soru karşısında ne dese bilemedi. Kaan da bunu garip buluyordu ama daha önce de böyle gelmediği olmuştu.

“Evde dinleniyordur. Essay'i üzerinde çalışıyordur. Birkaç güne başvurusunu yapacak.” 

“Bilmiyorum. Yine de sen adresi ver. Ders notlarını götürmem gerek.”

“Tamam.”

Eylül ve Kaan bir şeylerin ters gittiğinin farkındaydı. Sarmaşık, onlardan bir şey saklıyordu ama ne olduğunu bir türlü çözememişlerdi. Okul başlamadan öncesine dayanıyordu bu olay.

Eylül'lerin evinde havuza girmek için buluşmuşlardı. Yüzmek için çıldıran kız, o gün havuza girmemek için ısrar etmişti. Eylül, belki regl olmuştur diye düşünerek üstüne varmamıştı. Kaan ise ısrarlarını bitirmemiş, arkadaşını ikna etmişti.

İkisininde şaşırdığı nokta yüzücü mayosu ile havuza girmesiydi. Yani tabiki de arkadaşlarını yadırgamıyorlardı ama bikinisini rahatlıkla giyen kız birden mayo giyince, yüzme antrenmanı dışında, garipsemişlerdi. 

Daha sonrasında üstlerini değiştirmek için odaya çıkmışlar ve Sarmaşık tuvalette giyinmişti. Çok tuhaftı. 6 yaşından beri birbirlerinin yanında çekinmezken birden o gün çekinmesi…. 

Sormuştu da “Senin neyin var?” Diye. “Anlamadım.”

“Bugün bir garipsin Sarmaşık. Bir şey mi oldu?” 

“Hayır. Ne olabilir ki?”

“Bilmem.” Demiş ve konuyu kapatmıştı.

Üşüttüm demişti şimdi de. İnanmıyordu ona. Dün hava gayet güzeldi. Hatta çok sıcaktı bile denilebilirdi. Nasıl üşütmüş olabilirdi ki? Sürekli mesaj atıyordu Sarmaşık'a. En sonunda “Eylül yeter ama bırak biraz dinleneyim.” Mesajı üzerine susmuştu. 

Evlerine gidemiyorlardı. Ekrem Bey geçmiş yıllarda çok kızmıştı Sarmaşık'a. Bu yüzden ne Eylül ne de Kaan kendileri yüzünden arkadaşlarının azar işitmelerini istemiyordu.

Kaan ise biraz kendi haline bırakmalıyız belki diye düşünüyordu. O da üşütme yalanına inanmamıştı. Evde bir şeyler olmuştu. Neler olduğunu bir şekilde öğrenebilirdi ama arkadaşının özel hayatına saygı duymak istiyordu bir yandan. Eğer o anlatmak isterse anlatır diye düşünüyordu. 

Efe gibi o da, eve gidip ziyaret etmek istiyordu. Ekrem Bey faktörü olmasaydı çoktan etmişti bile. Efe'nin gitmesi iyi mi olurdu yoksa kötü mü kestiremiyordu. Yine de adres, vermişti. Bir umut düzgün bir bilgi alabilirlerdi. 

Kaan'dan adresi aldığı gibi okulun arka taraflarına doğru ilerledi. Geldiği ilk gün birkaç kişinin buradan kaçtığını görmüştü. Oraya doğru gidip okuldan kaçabilirdi. Böylece günlerdir içinde biriktirdiği merakı giderebilirdi. 

Sıkıntısız bir şekilde okuldan kaçmayı başarmıştı. Sıradaki hedefi bir taksi bulmaktı. Okulun etrafından ne otobüs ne de taksi geçiyordu. O an içinden Allah’ın unuttuğu yere okul yapılırsa tabi ulaşım sıkıntılı olur diye geçirdi. Bir süre yürüdü ve sonunda bir taksi buldu. Taksiye bindikten sonra aklına telefondan taksi çağırabileceği gelince aptal aptal sırıttı. Aşk düşünmesini engelliyordu. 

Sarmaşıkların evine gelebilmişti. Vakit kaybetmeden bahçe kapısının yanında bulunan zili çaldı. “Kimsiniz?” dedi ince bir ses. Büyük ihtimalle evdeki çalışanlardan biriydi. “Ben, Sarmaşık’ın okuldan arkadaşıyım. Ders notlarını getirdim.” Diye cevap verdi karşı tarafa.

Heybetli bahçe kapısı açıldı ve kale gibi ev görüş alanına girdi. Taş yoldan yürümeye başladı. Evin giriş kapısına kadar uzanan ince bir taş yol vardı. Geri kalan her yer çimdi. Sol tarafında garaj olduğunu tahmin etti yer vardı. Sağ taraftan devam edildiği zaman arka bahçeye çıkıyor olmalı diye düşündü.

Kendi oturdukları evin mimarisi de benzerdi ama bu evin yanına yaklaşamazdı. Eylül’ün söylediği cümle aklına geldi. “Onların evi sitenin en heybetli ve güzel evi. Mimar evi çizebilmek için 5 ay uğraşmış. Geri kalan projeyi 2 ayda bitirmiş. Düşünebiliyor musun?”

Neden 5 ay boyunca uğraştığını anımsayabiliyordu. Evin bir görkemi vardı. Öyle şato gibi bir mimarisi yoktu. Çok moderndi. Dışı beton renginde olan evin merdivenin olduğu kısımda boydan boya bir cam vardı. Bu evde kaybolunur diye düşündü.

Tekrar kapıyı çaldı. Orta yaşlı bir kadın açtı. “Sarmaşık’ın arkadaşı mısın?” dedi şaşkınlıkla. “Evet. Ona gelmediği günlerin ders notlarını getirdim.” 

“Tamam, sen bekle ben çağırıyorum şimdi onu.” Kadının hafif bir aksanı vardı. Yabancı olmalıydı. İçeri davet edilmediği için geçmemişti ama bu ardına kadar açık olan kapıdan bakmayacağı anlamına gelmezdi. Gördüğü tek şey ayakkabılık olmasına rağmen başka bir detay yakalayabilecekmiş gibi dikkatli dikkatli bakındı.

Sarmaşık’a söylediği yalan ve ettiği kısa sohbetin ardından eve gitmişti. Kafasındaki merak biraz geçse de bu sefer aklına başka sorular takılmıştı.

Zaman su gibi akıp geçmişti. Okula geri dönmüş hatta herkesin stres olduğu dönem gelip çatmıştı. Okul başvurusu dönemi… Sarmaşık istenildiği gibi Harvard’a essayini yollamıştı. Bu hafta arkadaşları yollayacaktı. Yemekhanede yemeklerini yerken “Senin tuzun kuru tabi. Kesin kabul alacaksın.” Dedi Eylül hafif somurtarak. 

“Orası belli olmaz.” Cevabı biraz derin bir cevap olmuştu. Herkes derin bir sessizliği girince “Sen nereye başvurmayı düşünüyorsun?” diye Efe’ye soru yöneltti. 

“NYU, Duke ve Harvard’a başvuracağım. Harvard’a başvurdum gerçi.”

“Neden daha önce söylemedin?”

“Sormadın.” Dedi gülerek. 

“Ben de hiç sormadım ama ne üzerine okumak istiyorsun?” dedi Kaan.

“Babam gibi doktor olmak istiyorum.”

“Vay, havalısın.” Dedi Kaan, elini Efe’nin omzuna vurarak. Gülmeye başladılar. Sarmaşık da gülüyordu. Kafasında gerçekten hiç ona bunları sormadım, o bana hep soru sordu diye düşünceler geçiyordu. Bir gün Biyoloji dersinde ona “Gerçekten ne okumak istiyorsun?” diye sormuştu. O an nedense kimseye söylemediği bir gerçeği Efe’ye söylemişti. “Nörobilim. Bir şeyleri araştırmayı seviyorum. Sayısal bilimler, sözel bilimlerden daha çok hoşuma gidiyor.” Demişti. Efe tüm içtenliği ile “Ne okumak istiyorsan onu oku. Kimseyi dinleme. Çünkü hayatının geri kalanında istemediğin bir bölümü okuyarak geçirme.” Demişti. 

Son derse girmeyecekti Sarmaşık. Akşam babasının üye olduğu partinin kuruluş yıldönümü vardı. Hazırlanması için yeterli zamanı yoktu. Bu yüzden babası son derse girmesine gerek olmadığını söylemişti. 

Şimdi eşyalarını dolabından çıkarıp, çantasına koyuyordu. Bunu gören Kaan anlam verememiş olacak ki “Neden eşyalarını topluyorsun? Daha bir ders var. Aşık mısın da kafan karıştı.” Diyerek kahkahalarla gülmeye başladı. 

Kaan’ın bu sorusuna karşılık vermek için tam konuşacaktı ki Efe ile göz göze gelince bir duraksadı. Onun yerine Eylül cevap verdi. “Akşam balo var. Siz erkekler sadece takım elbise giydiğiniz için anlamazsınız ama biz kadınlar hazırlanmalıyız.” İkili yine atışmaya başlamışlardı. Onları durduran Sarmaşık ve Efe’nin gidişi olmuştu. Yanlarına baktıklarında ikisini de göremeyince susmuşlardı. Efe derse, Sarmaşık eve gitmişti.

~~

Saçı ve makyajı yapıldıktan sonra elbisesini giymek için odasındaki paketi açtı. Açık mavi uzun elbise sade ama gösterişliydi. Tam yaşına uygundu. Dekoltesi yoktu. Omuzlarından elbisenin boyu kadar tül aşağıya iniyordu. Dalgalı saçlarını bugüne özel düz yaptırmıştı. 

Kimseyi bekletmemek için salona indi. Merdivenlerden inerken alışık olmadığı topuklular yüzünden sendeledi. “Sakın orada böyle hatalar yapma.” Dedi babası. Merdivenlerden düşebilir ve kendine zarar verebilirdi ama babası, bunu bir hata olarak görüyordu.

Oysaki Ekrem Bey’in aklından geçenler çok daha farklıydı. Kızı, annesine benzemişti. Hatta aynı onun gibi olmuştu. Karısı ile yıllar önce parti balosunda tanışmışlardı. Üzerinde açık mavi, uzun bir elbise vardı. Adı gibi, Su’ya benziyordu. Berrak, saf, güzel… 

Babasının, partiden bir üyenin kızı ile onu tanıştıracağını söyleyince çok umursamamıştı. Ama o gün, karşısındaki kadına dibi düşmüştü. Bunu belli etmemişti belki ama çok güzeldi. Karısına göre Su’yu zehirleyen Sarmaşık olmuştu. Ama Ekrem Bey gerçeğin farkındaydı. Onu tüketen, yasak elmayı yiyen Adem’di.  

Görkemli bir balo hazırlanmıştı. Yapılacak olan salondan içeri girdikleri anda, asla bulunmak istemediği bir ortama adım attığını anlamıştı. Herkes ailesi ile gelmiş olsa da kimse eğlenmiyor, burada bile siyaset konuşmaya devam ediliyordu.

Yanlarına doğru yaklaşan parti başkanını gördü. “Gülümse biraz.” Dedi babası, onu uyarırcasına. İşte maskesini takma zamanı gelmişti. Sahte gülümsemesini karşısındaki hayli yaşlı adama sergiledi. 

“Ekrem’cim, kızın ne kadar da büyümüş!” 

“Evet, doğan büyüyor.”

“Üniversiteye geçeceksin herhalde. Ne okuyacaksın?”

“Tabii ki de hukuk.” Cevap veren babsıydı. Sarmaşık sadece başını sallayıp, gülümsemek ile yetindi. 

“O zaman seni de partimizin genç kolunda bekliyoruz.” Dedi gülerek.

“Kadınların siyasette erkekler kadar iyi olmadığı açık değil mi? O, hukuk yolunda emin adımlarla basamakları çıkacak.” dedi kızının koluna sarılır gibi yapıp aslında kolunu sıkarken. 

“Kim kadınların siyasette yeri olmayacağını söylüyor?” Tanıdık olmayan bir kadın sesi bunları söylemişti. Kafalar sesin sahibine döndü. Defne, Sarmaşık’a yaklaşarak “Kim bu kadın?” diye sordu.

Sarmaşık gözlerini devirerek “Ben nerden bilebilirim.” Dedi. Karşısındaki kadın gerçekten güzeldi. Yolda görse siyasetçi değil, manken olduğunu söylerdi. Yanındaki adam kocası olmalı diye düşündü. Dikkatli baktığında o kişinin Doktor Ali olduğunu gördü. Sahte gülümsemesinin yerini, tedirgin bir yüz ifadesi aldı. Tam ne yapacağım şimdi diye düşünürken ikinci bir şok yaşadı. Kadının solunda kocası, sağında ise Efe duruyordu. İstemsiz bir şekildi dudaklarından “Efe.” Döküldü. 

Elbette ki babası bunu duymuştu. “Siz, birbirinizi tanıyor musunuz?” diye sordu.

“Aynı okula gidiyorlar. Ne kadar da ilgili bir babasın. Kendimi size, Sarmaşık ve Defne’ye, tanıtayım. Ben, Canan. Bu kocam, Ali. Bu da oğlumuz, Efe. Zaten sen tanışıyorsun.” Son cümlesi Sarmaşık’a yönelikti. 

Tedirgindi kız. Ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Planlarında böyle bir şey yoktu. Hiçbir şeyin ters gitmesini istemiyordu. Dünya küçüktü ama bu kadar küçük olmamalıydı. Hemen kendini toparlayıp, “Ben de Sarmaşık. Tanıştığıma çok memnun oldum efendim.” Dedi yüzüne maskesini geri taktıktan sonra.

“Çocuklar hadi içecek bir şeyler alın.” Dedi Canan Hanım. Amacı Ekrem Bey’in sözlerini yedirmekti. Karşısındaki adam ne kadar üst düzey biri olsa da hiçbir kadına laf etmeye hakkı yoktu. Söyleyeceği sözleri çocukların duymasını istemiyordu.

“Fazla oyalanmayın. Seni tanıştırmak istediğim birileri var.” Çok geçmeden kızına nerede durması gerektiğini belirten mesajı vermişti. Kafasını sallamakla yetindi. 

Ailelerin yanından ayrılmaları Sarmaşık’ın gerginliğinin azalmasına sebep olmamıştı. Kafasında sadece “Acaba Efe bir şeyler biliyor mu?” düşüncesi geçiyordu. Babası belki anlatmış olabilirdi. Hasta gizliliği diye bir şey vardı ama sahip olduğu soy isim büyük dedikodu malzemesi idi.

“Neden geleceğini söylemedin?” dedi Sarmaşık hiç beklenmedik bir şekilde. Bu soruyu beklemiyor olacak ki şaşırmıştı Efe.

“Sürpriz yapmak istedim.”

“Ben sürprizlerden hoşlanmam.” Yüz ifadesi oldukça sertti. 

“Özür dilerim. Bir daha yapmam.” Gerçekten üzülmüştü. Kendini kötü hissetmişti. Onu kırmak istememişti. Tam başka bir şey daha söyleyecekken Ekrem Bey, Sarmaşık’ı alıp, başka insanların yanına gitti.

“Kızım, Sarmaşık. Bu da sana çok bahsettiğim Cengiz Bey. Oğlu Han ve eşi Şah Hanım.” Babasının amacı belli olmuştu. Onun için uygun gördüğü kişiyle tanıştırıyordu. Bu kadar acele edecek neyi vardı? 18 yaşını doldurmamıştı bile. Bir ay kaldı. Sakin ol diye kendini tembihliyordu. Ama böylesine bir durum karşısında reşit olmak daha dezavantajlı bir duruma sokuyordu. 

Kaç dakikadır sohbet ediyorlardı? 5? 10? 15? Zaman çok yavaş geçiyordu. Tek istediği eve gitmekti. Karşısında duran insana tahammül edemiyordu. Han’ın yılışık hareketleri, bilmiş gibi konuşması, her konuda bir fikir sahibi olması Sarmaşık’ı sadece boğuyordu. Yeter diye bağırmasına az kalmıştı. Birden “The Second Waltz” şarkısı çalmaya başladı. Bu en kötüsüydü. Babası, dans etmeleri için Han’ı cesaretlendirecekti. Kesin bunu yapacaktı. 

“Bu dansı bana lütfeder misin?” Önünde eğilen kişi Han değil, Efe’ydi. Ne kadar mutlu olmuştu kimse anlayamazdı. Kurtarıcısı gelmişti.

“Elbette.” Dedi kocaman ve gerçek gülümsemesi ile. Babasının bir şey demesine izin vermeden ilerlemeye başlamıştı bile.

Pistin ortasına doğru geçen genç çift insanların bakışlarına maruz kalıyordu. Sarmaşık bu durumdan hoşnut olmamış olacak ki “Vals biliyorsun değil mi? Rezil olmayalım. Herkes bize bakıyor.” Dedi endişeli bir sesle.

Gülümseyerek cevap verdi. “Biliyorum, korkma.” Pistte yerlerini alan ikilisi müziğin melodisi ile birbirlerine reverans yaparak dans etmeye başladılar. Sol eli ile Sarmaşık’ın sağ elini tutarken, sol elini sırtına yerleştirmişti. Sarmaşık’ın sol eli de Efe’nin omzundaydı. İki büyük adım sağa gittikten sonra Sarmaşık’ı olduğu yerde döndürdü.

Gözlerini ondan ayırmıyordu. Ayırırsa başka birisi onu elinden alacakmış gibi hissediyordu. Ekrem Bey’in kendi yanından Sarmaşık’ı alıp başka bir çocuğun yanına götürmesine sinirlenmiş, üstüne kıskanmıştı. Sahte olsa bile Sarmaşık’ın güzel yönlerini başka bir erkeğin görmesini istemiyordu. Bencillik miydi bu? Evet. Ama hislerine hakim olamıyordu. 

Öte yandan Sarmaşık halinden memnundu. Kendisine kırılacak bir vazo gibi dokunan Efe’den, o da gözlerini alamıyordu. Bu akşam hislerinin daha çok farkına varmıştı. İtiraf etmenin ne yeri ne de zamanıydı. “Bir aya doğum günüm. Eğer her şey yolunda giderse sonrasında sana bir şey söylemek istiyorum.”

“Beklerim. Sıkıntı değil.”

Tüm salon onları izlerken, onlar sadece içlerinden geldiği gibi dans ettiler. Ne kıskanç bakışları ne de sorgulayıcı bakışları umursadılar. Sokakta birisi görse kırk yıllık dans partneri diyebilirdi bu ikiliye. Beklenenden çok daha iyi dans ediyorlardı. Bu onların danstaki becerilerinden değil, dile getirmedikleri hislerinden kaynaklanıyordu. 

Gece sonunda babası hiçbir şey dememişti. Parti başkanı Efe ve Sarmaşık’ı birbirine çok yakıştırınca babası da susmak zorunda kalmıştı. Susmasının tek bir nedeni vardı. Geçmişte karısına yaşattığı acılar gece boyunca gözünün önüne gelmişti. Sarmaşık’a her bakışında karısını görüyordu. Susmuştu. Tek bir gece mutlu olabilecekken rahat bırakmalıydı onu.

 En güzel gecelerinden birini yaşamıştı Sarmaşık. Başı tedirgin olsa bile sonu aşkla biten bir geceydi…