Soykırım Sadece Öldürmek Değildir

Bosna ve Ruanda örneklemeleriyle soykırım üzerine bir inceleme

Soykırım kelimesi 1944 yılında Rapheal Lempkin tarafından genos (Yunanca ırk anlamına gelir) ve cide (Latince öldürme eylemi anlamına gelir) kelimelerinin bir araya getirilmesiyle oluşturulmuştur. Buna, Leo Kuper'in de belirttiği gibi "Yeni kelime, eski kavram" diyoruz. Ancak soykırım sadece 'başka bir ırktan olan insanları yok etmek' anlamına gelmemektedir. Uluslararası hukukta soykırım daha kapsamlı bir anlama sahiptir ve genellikle insanlara soykırımdan söz edildiğinde akıllara gelen anlamından oldukça farklılıklar göstermektedir.

Soykırım Sözleşmesi'nin 2. maddesi soykırımı şu şekilde tanımlamaktadır:

Milli, etnik, ırksal veya dinsel bir grubu tamamen veya kısmen yok etmek kastıyla işlenen aşağıdaki fiillerden herhangi biri:

a) Grubun üyelerini öldürmek;

b) Grubun üyelerine ciddi bedensel veya zihinsel zarar vermek;

c) Grubun fiziksel olarak tamamen veya kısmen yok olmasına yol açacak yaşam koşullarının kasten uygulanması;

d) Grup içinde doğumları önlemeye yönelik tedbirler uygulamak;

e) Grubun çocuklarını zorla başka bir gruba nakletmek. 

Dahası, tarihsel olarak soykırım suçu 'milliyetsizleştirme' ile ilişkilendirilmiştir. Soykırımın bu şekilde ele alınması şu noktaya işaret etmektedir: belirli bir insan grubu öldürülmeden de yok edilebilir. Örneğin, Lempkin'in de ifade ettiği gibi, bir grup, grup üyelerini gruptan kopararak, anadillerini konuşmalarını yasaklayarak ya da grup bütünlüğünü yok edecek şekilde dağıtarak da yok edilebilir.

90'lı yıllarda insanların artık insanlığın bir yere ulaştığına inandığı zamanda iki ünlü soykırım yaşanmıştır. Bunlardan biri Bosna soykırımı olarak adlandırılan Avrupa'da Balkanlar'da, diğeri ise Ruanda soykırımı olarak adlandırılan Doğu Afrika'da Ruanda'da yaşanmıştır.

Daha önce de bahsettiğim gibi soykırım belir bir insan grubunu yok etme niyeti olarak tanımlanabilir.

Örneğin, Ruanda'da soykırımın kurbanı olan Tutsilerin kendi dilleri (Kinyarwanda dili) ve kültürleri yoktu, ayrıca bu iki gruptan insanların çoğu Katolikti ve köylerdeki insanlar Tutsileri Hutulardan büyük ölçüde ayırt edebilmelerine rağmen, ülke genelinde iki baskın grubu birbirinden ayırmak için hükümet tarafından verilen kimlik kartları gerekiyordu. Dahası, soykırımdan önce Hutular ve Tutsiler arasında evlilikler yaygınlaşmaya başlamış; görünüşleri birbirlerinden çok farklı olmamasına rağmen, aralarındaki fark sosyo-ekonomik farklılığa dayanmaktaydı. 1922'den 1959'a kadar Belçika sömürgesi altında yaşayan Ruanda'da, sömürgeci Belçika'nın Tutsilerden ayrıcalıklı bir yönetici sınıf yaratma ve ülkedeki etnik grupları ayrıştırma politikası sonucunda birbirleriyle barış içinde yaşayan etnik gruplar arasında düşmanlık ve siyasi rekabet başlamıştır.

Öte yandan, Bosna soykırımında soykırım kurbanı olan Boşnaklar Sırplardan oldukça farklıydı ancak Yugoslavya'da birlikte yaşamaktaydılar. Aralarında Ruanda'daki gibi sosyo-ekonomik bir ayrım yoktu (Yugoslavya'da para kazanma, etnik kökene dayalı sosyal sınıf ya da etnik kökenlerine göre insan çalıştırma gibi bir şey yoktu) çünkü 1946'da Yugoslavya komünist bir ülke oldu. Ancak Josip Broz Tito'nun 1980 yılında ölmesiyle Yugoslavya'daki tüm dengeler alt üst olmuş, etnik ayrımcılık idari birimler arasında rekabetçi ve sonrasında çatışmacı bir içerik kazanmıştır. 1980'lerin sonlarında SSCB'de sosyalist düzen (siyasi ve ekonomik olarak) çökmüş, bu olay Yugoslavya'yı da etkilemiştir. Hiperenflasyonun ortaya çıkması ve yaşam standartlarının düşmesi mikro milliyetçiliklerin körüklenmesine yol açmıştır. Aynı zamanda ekonomik ve siyasi sorunlar da giderek büyümekteydi.

Bosna'da üç ana etnik grup bulunmaktadır (Bosnalı Müslümanlar, Bosnalı Sırplar ve Hırvatlar) ve Boşnaklar Osmanlı İmparatorluğu döneminde dinlerini Hıristiyanlıktan İslam'a çevirmişlerdir. Sırpların çoğuna göre "Boşnaklar Osmanlı İmparatorluğu döneminde topluca İslam'a geçmişlerdir ve onlar Türkleştirilmiş hain Sırplardır." Bu nedenle Sırplar için Büyük Sırbistan'ın kurulmasının önündeki en büyük engel Boşnaklar olmuştur.

Bu iki soykırımda da belirli gruplardan olan insanların katledilmesinin yanı sıra Tutsilerin ve Boşnakların etnik kimliklerinden koparılması için çok büyük çabalar sarf edilmiş hatta ataerkil anlayışın getirisiyle de çok sayıda sistematik tecavüz yaşanmıştır. Ataerkil anlayışa göre çocuğun milliyetini babanın milliyeti belirler. Yani ataerkil anlayışa göre bu tecavüzlerden doğan çocuklar Boşnak ya da Tutsi değildi ve bu motivasyonla edilen tecavüzler yüzünden bu iki soykırımda da yüksek sayıda sistematik tecavüz vakası görülmektedir. Bugün bile Bosna'da bu tecavüzlerden doğan çocuklar babalarının kim olduğunu belli olmadığı için evrak işlerinde zorluk çekmekte ve Bosna hükümeti bu durumu görmezden gelmektedir.