Söylem Analizi Yöntemleriyle Oğuz Atay Yazını; Tutunamayanlar’da İdeolojinin İşleyiş Kipleri
Yazarın yaklaşımını tespit edebileceğimiz hemen her metinde; ideolojik düşünce parçalanmış da olsa, ideolojinin varlığından söz edilebilir.
Sembolik inşanın tipik stratejileri üzerine düşünülmesi gereken bu çalışmada postmodern olarak belirtebileceğimiz bir roman tercih etmek mümkün müdür? Başka bir söyleyişle “daha” tarihi-ideolojik sayılabilecek eserler yerine Tutunamayanlar üzerine yoğunlaşmak çalışmayı nasıl şekillendirir? Değerlendirmeye bu soruların yanıtını vererek başlamanın uygun olduğunu düşünüyorum. Postmodern anlatıların belirli bir olayı sahiplenip, kronolojik olarak üzerine çalışmadığını söylemek mümkündür. Tutunamayanlar’ın da benimsenmiş etik ya da ideolojik bir mesaj taşıyan, okurunun devamını merakla beklediği bir anlatıyı sahiplendiğini söyleyemeyiz. Bunun yanı sıra yaşanan belirli anlar bulunmaktadır; yazar da üzerine çalışır. Bu “an”ları anlatır, kurar bazen de yıkar. Klasik roman anlayışında kabul görülenin aksine burada kronolojik anlatım benimsenmediği için zaman akışkan değil, durağandır. Öncelikle sistematik bir olay örgüsü olmayan ve yazarının da belirli ideolojik görüşü sahiplenmediği bir romanı seçmenin riskinin yanında, postmodernizmin bu aşamada kurulabilecek tüm söylemi boşa çıkarabileceğini düşündüm. İdeoloji meselesine, anti söylemle karşılık vermiştir.
Yazarının yaklaşımını, perspektifini tespit edebildiğimiz her metinde ideolojinin varlığından söz edebilmek mümkündür. Bununla birlikte Tutunamayanlar romanında yazarın belirli bir ideolojik görüşü benimsetmeye çalıştığını göremeyiz. Bu durum hem eserin postmodern özelikler taşımasından, hem de Oğuz Atay’ın edebî üslubundan kaynaklanmaktadır.
Altmışlı yılların sonunda edebiyatımız toplumsal yönelim içindedir. Türk Edebiyatında da geleneksel ve gerçekçi bir anlayışla şekillenmiş toplumcu içerikli eserlerin yaygın olduğu görülür. Dönemin toplumsal meselelere değinen romanlarının aksine Atay, bireyin sorunlarına eğilmiş ve burjuva zihniyeti karşısında bireyin isyanını dile getirmiştir. “Atay’ın tutunmayanları burjuva düzeninin kurallarına, değer yargılarına, beğenisine, yaşam biçimine ayak uyduramayan; topluma yabancılaşmış, yalnız insanlardır. Yazar küçük burjuva aydınlarını silkelemek için onların kültür değerleriyle, ideolojik tutumlarıyla, yaşamda bağlandıkları konvansiyonlarla alay eder ama bununla yetinmez. Çünkü saldırı hedefi olan zihniyet, sanat anlayışını da içerir ve bundan ötürü Atay; saldırısını, tutunanların anlamayacağı, reddedeceği türden bir romanla yapar. Böylece onların roman konvansiyonlarını da yıkmaya çalışır.” (Moran, 2019, 262). Bu düşüncenin beraberinde yazarın meydan okuyuşunun köktenci bir başkaldırıyla şekillendiği söylenebilir.
Metinde ideolojik yaklaşımın varlığından söz etmek mümkündür, ancak bunu bir sınıf eleştirisine indirgemek anlamın daralacağı şeklinde yorumlanacağı düşünülebilir. Yıldız Ecevit Türk Romanında Postmodernist Yaklaşımlar kitabında durumu şu şekilde açıklar. “Atay’ın Tutunamayanlar’ı toplumsal sorunlara çözüm bulmak amacıyla yazmadığı bellidir. Toplumdan çok insanın iç dünyasıdır bu metnin odağına yerleşen…” (Ecevit, 2021, 88). Oğuz Atay’ın Biyografik ve Kurmaca Dünyası üzerine yazdığı “Ben Buradayım…” kitabının Tutunamayanlar üzerine yazdığı bölümünde ise yazar için şunları söyler. “Ellili yılların köy romanı döneminden ve altmışların toplumsal sorunlarına çözüm arayan eğiliminden sonra, bireyi ve onun iç dünyasını odak alan ve bunu o güne değin Türk edebiyatının hiç tanımadığı biçim/kurgu teknikleriyle sergileyen Atay, bu romanıyla edebiyatımızda yeni bir dönemin başlangıcı olur” (Ecevit, 2021, 237). Bu söylemler eserin kaleme alındığı dönemin, tarihi gerçekliğinin, edebiyatla ilişkisini açıklamaya yetecek şekildedir. Atay’ın yalnızca romanı değil, romanının anlatıcısı da olayları geleneksel bağlamda aktarmamaktadır, onda görülen daha çok; iğneleyici zekâsının, alaycı tonunun konuşmasıdır. Bir olayı anlatırken sesini farklılaştırır, iç dünyaya kaçar, dış dünyada anlatılanların karşısında dikilerek; gerçeklik düşüncesi taşıyanları alaycı bir tavırla yabancılaştırır. Bunlar, postmodern anlatılarda kullanılan tekniklerdendir. Öte yandan yabancılaştırmayı; karşıtlıkların bir arada verilerek çürütülmesi anlatımda da, kurguda da kullanılmaktadır. Örneğin Turgut karakterinin iç dünyaya yolculuğuna genelevde başlaması (bkz. syf. 264) iç sesi olarak belirtebileceğimiz Olric’in de burada ortaya çıkması (bkz. syf. 277) yabancılaştırma estetiğinin örneklerindendir (Ecevit, 2021, 258). Romanın söylem analizlerine göre yorumlanması, yalnızca Olric etrafında bile okunabilir. Ancak söylem analizlerine örnek verirken daha bariz olanlar, detaylı bir şekilde yorumlandığı için; Olric üzerinden anlatımı şekillendirme yoluna gidilmemiştir. Yıldız Ecevit söylediklerinin üzerine şu yorumu ekler. “Yazmak Atay için ontolojik bir edinimdir; var olmak demektir; bedeninin her hücresiyle hissederek yazar o. Bu nedenle, yabancılaştırma estetiğinin de, her söze mesafe koyan ironinin de işlemediği bir aura ile çevrilidir onun metinleri: İnsan Oğuz Atay’ın okuruyla buluştuğu yerdir orası” (Ecevit, 2021, 259-260).
Roman, içinde bulunduğu düzene uyum sağlayamayan, hangi düşünceye tutunmaya çalışırsa onun anlamsızlığının farkına varan, burjuva değerlerine ve yaşam biçimine inanmadığı için toplumun dışına düşmüş bir aydının; kendisiyle girdiği acımasız savaşı kaybederek intihara sürüklenişini anlatmaktadır. Bu bağlamda Tutunamayanlar’ın bir dönem romanı olduğunu söyleyebiliriz. İlk kez 1972’de basılan roman, ülkenin koşullarının; bireylerin dünyasındaki yansımasını sunmuştur. Değerlendirmenin devamında John B. Thompson’ın ideolojinin işleyiş kipleri üzerine şekillendirdiği söylemin, roman üzerindeki somut göstergelerine değinilecektir.
John B. Thompson’un İdeolojik Söylem Analizi Yöntemi Perspektifinden Tutunamayanlar’a Bakış
İdeoloji kavramını, anlamın tahakküm ilişkilerini inşa ve muhafaza etmeye hizmet ettiği biçimleri araştırmaktır şeklinde açıklayan Thompson; analiz yönteminin, anlamın toplumsal dünyada nasıl mobilize edildiğiyle ve böylelikle iktidar konumlarında bulunan kişi ve grupların ne şekilde desteklediğiyle ilişkili olduğunu öne sürmektedir (Thompson, 2013, 73). İdeolojinin faaliyet gösterebileceği beş genel işleyiş kipi olduğunu belirten Thompson, bu kiplerin çeşitli sembolik inşa stratejileriyle ilişkilendirilebileceğine dikkat çeker (Thompson, 2013, 77). Sembolik inşada arayacağımız başlıklar sırasıyla şu şekildedir; Meşrulaştırma, Taslama, Birleştirme, Parçalama, Şeyleştirme.
Meşrulaştırma
Thompson kitabında meşrulaştırmayı şöyle açıklar.“Tahakküm ilişkilerinin meşru olarak temsili, belirli temellere dayanan, belirli sembolik biçimlerde ifade edilen ve verili durumlarda az ya da çok etkin olabilen bir meşruluk iddiası olarak görülebilir” (Thompson, 2013, 79). Meşrulaştırmanın alt başlıkları olarak belirtebileceğimiz tipik stratejileri; ussallaştırma, evrenselleştirme ve öykülemedir.
Metinde, meşrulaştırmanın, öyküleme üzerinden şekillenmesi söz konusudur. Gerçek hayat ile metin gerçekliği ilişkisi, okuyucuyu edebi metinin gerçekliği ile tarih arasındaki ilişkiye yönlendirerek; Aristoteles’in Poetika’sını düşündürmüştür. “Tarihçi ile ozan arasındaki fark, birinin ölçülü öbürünün ölçüsüz yazması değil, birinin olmuş şeyleri, diğerininse olabilecek şeyleri anlatmasıdır” (Aristoteles, 2020, 23) söylemi, tarihin gerçekliğe bağlı kalması gerektiğini; ancak şairin hakikat lehine gerçeği eğip bükme imtiyazına sahip olduğunu belirtmiştir. Bir anlamda gerçeğin olgusal düzlemde olduğu, hakikatinse arka planını kapsayan kısmı olduğunu söylemiştir. Bu bağlantı dönem başında konuşulan; dersimizin temelindeki sorunsalı cevaplar nitelikte olmuştur.
Meşrulaştırma bağlamında romanın bir görüşü destekleyip benimsetmeye çalışmasından söz edemeyiz. Ancak ispatlayıp makul hale getirmeye çalıştığı bir iddiası vardır. Romanın hemen ilk sayfalarında “Sonun Başlangıcı” ve “Yayımlayıcının Açıklaması” adlarında iki bölüm bulunmaktadır. İlkinde, birazdan anlatılacakların gerçekliğini savunduğu bir dipnot buluruz. Hemen ardından da yayımlayıcının uyarısıyla karşılaşırız; kitaptakilerin bütünüyle hayal ürünü olduğunun özellikle altını çizen bir yazıyla... “Yıllar önce meydana geldiği ileri sürülen bir olaya dayanan bu kitabın gerçekliği hakkında kesin bir söz söyleyemeyeceğimizi belirtmek isteriz. Yayımlanması isteği ile bize kitabı getiren arkadaşımız da hiçbir araştırma yapılmamasını şart koştuğu içini kitaptaki olayların bütünüyle hayal ürünü olduğunun ve kişilerin gerçekten yaşamadığının okuyucular tarafından kabulünü özellikle rica ederiz” (Atay, 2021, 21). Yıldız Ecevit’in görüşü de çıkarımımızı destekler biçimdedir. Şöyle söyler: “Daha romanın başında, “Tutunamayanlar” metninin gerçekle ilişkisini kuşkulu kılar Atay. “Sonun Başlangıcı” bölümünde gazeteci, metindeki olayların gerçek olduğunu savlarken, yayımlayıcı “bu kitabın gerçekliği hakkında kesin bir söz söyleyemeyeceğimizi belirtmek isteriz” diyordur” (Ecevit, 2021, 258-259). Gazetecinin önsözünden öğrendiğimiz kadarıyla kendisinin Turgut Özben’den yayımlaması için aldığı bir mektup vardır. Roman bu önsöz ile başlar ancak iki ayrı anlatı daha bulunmaktadır. Tutunamayanlar kitabının öyküsünün içine geçmiş Turgut Özben’in öyküsü. Turgut Özben’in öyküsünün içine geçmiş Selim Işık öyküsü… Diğer bir deyişle birbirini çevreleyen üç ayrı anlatı bulunmaktadır; bu da yazarın anlatıyı kurduğu, anlattığı, iç içe geçirdiği boşa çıkardığı ve yıktığının göstergesi sayılabilir. Postmodern anlatının bu bağlamda bir meşruluk iddiası sunduğu sanılabilir ancak Berna Moran şu sözleriyle ideolojik söylemin kırıldığını ve metnin tüm bunlara anti söylemle karşılık verdiğini net bir biçimde sunar. “İlk bakışta Atay’ın aynı konvansiyondan yararlandığını sanabilir okur; oysa Atay’ın yaptığı, bu konvansiyonla alay etmek” (Moran, 2019, 269). Gerçekten de kurduğu sandığımız ideolojik söylemi kendi üslubuyla, ironik bir biçimde alaşağı etmiştir Atay. Sondaki mektup içinse postmodern romana uygun oyunlardan biri olduğunu söylemiştir. Turgut’un bu mektupla, romanı hazırlayacak olan gazeteciye gönderdiği metnin içine koymadığı otobiyografisinin bulunduğu bir anlatı yolladığı belirtilir. Bu kısımda ise sondaki anlatıyla alay ederek, çoğu okuyucunun metinlerin başında ve sonunda yazılanları sevmediği için okumadıkları bölümlerden olduğunu öne sürer. Okurun klasik bir romanda açıklayıcı nitelikte olmasını beklediği bu mektubun, aslında Atay’ın okura yönelik eleştiri yazısına benzediğini eklemesiyle; yine bir anti söylem örneği olarak karşımıza çıkmaktadır (Moran, 2019, 269-270).
Taslama
İdeolojinin ikinci usulü olan taslamayı, sembolik biçimlerde; çeşitli stratejilerle ifade edebiliriz. Burada anlam; gölgeleyerek, cilalayarak ya da dikkati dağıtarak üretilir. Thompson taslamayı şu şekilde açıklar. “Tahakküm ilişkileri, gizlenerek, inkâr edilerek veya örtbas edilerek ya da dikkatler mevcut dışı ilişki veya süreçlerden başka yöne çevrilerek ya da bunlar göz ardı edilerek kurulabilir ve sürdürülebilir” (Thompson, 2013, 80). Taslamayı farklı biçimde gösterme adı ile de ele alabiliriz. Taslamanın alt başlıklarında yer alan tipik stratejileri: yerinden etme, hüsnütabirleştirme ve mecazdır.
Selim Işık’ın oyunlarını bu kısımdaki yer değiştirme meselesi üzerinden değerlendirmenin uygun olacağı görülmektedir. Berna Moran’ın deyişiyle, yazar, postmodern romanda oyunla sanat arasında kurulan bağı; Selim üzerinden dönüştürmüştür. Selimin başlıca merakı, oyun oynamaktır ve oldukça ciddiye aldığı bu meselenin; çeşitli türlerde eserler yazmak olduğu görülür. Bu türleri biyografi, ansiklopedi, şiir, mektup, tiyatro ve günlük olarak sıralayabiliriz. “Postmodern romanın bir özelliği de sanatı bir tür oyun olarak görmesidir… Postmodern romanda, oyun oynama bilinçli bir şekilde yer alır ve yazar, kurgulama eylemin, okura, bir oyun gibi seyrettirir. Öyle ki yapıtın kurgulanmasından alınan tad, ‘oyun içinde oyun’ ilkesi gibi, ‘kurgulama içinde kurgulama’ ilkesine götürür yazarı (Moran, 2019, 265) söylemi çıkarımı destekler niteliktedir.
Bu kısımda Yıldız Ecevit’in oyun meselesine yeni bir bakış kazandırdığını belirtebiliriz. Atay’ın, kendileriyle sürekli hesaplaşan, kişiliklerini araştırmak isteyen, ‘öz’e dönme tutkusu içindeki roman kişilerinin oyunu –bahsi geçen isimler Turgut Özben ve Selim Işık ikilisidir- bu yolda kullandıkları bir araç olarak gördüklerinden bahseder. Sanat da bu yolda bir tür yaratıcılık oyunu olarak belirtilebilir. Oyun özünde ciddi bir iştir ki Selim Işık da bunu net bir şekilde dile getirir. “Benim bütün işim oyundu, bunu biliyorsun Turgut. Hayatım ciddiye alınmasını istediğim bir oyundu. Sen evlendin ve oyunu bozdun” (Atay, 2021, 31). Yıldız Ecevit bu kısımda Turgut’u, evlenerek oyunun dışına çıkmakla suçlayan Selim’in gözünden; oyun meselesini irdeler. Onun için oyunun yoz bir maddeler cehennemine çevrilmiş dünyaya katılmadan, pisliğe bulaşmadan yaşamanın mümkün olabileceği; yeni dünyalar kurmak olduğunu söyler. Kurgulanan bu yeni dünyanın Selim’de, sanatsal yaratıcılığın evreni olduğunu ya da kendine benzer insanlarla –tutunamayanlarla- birlikte, eprimemiş arı varoluşların yaşama geçirebileceği, sızıntılarla sıkı sıkıya kapalı bir tür ütopya adası kurguladığını belirtir. Bu anlamıyla oyunun da varoluşsal düzlemde işlevsellik kazandığını öne sürer. Yaşama karşı girişilmiş bir başkaldırı olan oyunun; yozlaşmanın dışında kalmak, kendi bozulmamış değerlerini yaşama geçirmek, gelişmek, ‘özben’ine kavuşmak isteyen birey-insanın başkaldırısındaki koruganı; varoluş stratejisi; dahası giderek varoluşun kendisi; insanın toplumsal/maddesel koşullar nedeniyle yaşama geçiremediği gerçeğidir der. Daha da ileri giderek bu bakışla oyunun gerçeğin ta kendisi olduğunu belirtir. (Ecevit, 2021, 276-277). Yaşam oyunu ise oldukça zor bir yükümlülüktür. Turgut yaşama karşı koyamamış, evlenmiş ve yaşama dönüş yapmıştır. Selimin kendisine oyunu bozduğunu söylemesi üzerine Turgut “Bütün hayatımca nasıl oynayabilirdim? Sen de dayanabildin mi? Sen de ürkütücü bir gerçekle bozdun bu oyunu” (Atay, 2021, 31) diyerek Selimin intiharını dile getirir. Bu konuşma bir tür iç hesaplaşmanın yansımasıdır. “Oyunun dışına çıkan Turgut’un romandaki tek amacı yeniden oyuna dönmektir. Eski oyun arkadaşı Selim artık olmadığına göre, kendine yeni bir oyun düzlemi bulacaktır Turgut, tıpkı yazarı gibi: yazmak” (Ecevit, 2021, 278).
Farklı arkadaşlarıyla, farklı oyunlar kurgular Selim, hiçbiriyle aynı oyunu yeniden oynamaz. Turgut ile Turgut’un biyografisini yazma oyunu; Esat ile öykü, şiir, önsöz yazma oyunları oynar. Süleyman Kargılı ile “Dün Bugün Yarın” şiirini yazmayı da oyuna dönüştürür. Bununla kalmayıp “Açıklamalar” kısmını Süleyman Kargı yazmış gibi gösterir. Bu kurgularla sanat biçimine dönüştürdüğü oyunun, gerçek yaşamdan daha gerçek olduğuna inanır. İnsanların da roman kahramanlarına benzeyebildikleri oranda gerçek olduğunu düşünmektedir. (Moran, 2019, 270).
Birleştirme
“Tahakküm ilişkileri, sembolik düzeyde, kişileri onları ayırabilecek farklılıklar ve ayrımlardan bağımsız olarak kolektif bir kimlikte kucaklayan bir birlik biçimi inşa ederek kurulabilir ve muhafaza edilebilir” (Thompson, 2013, 82). Standardizasyon ve bütünün simgeleştirilmesi tipik stratejileridir. Bu yöntem bireyleri ayırabilecek farklılık ve bölünmeleri göz ardı ederek, onları kolektif bir kimlik etrafında birleşmelerini sağlamaya yönelik anlam inşa etme çabası üzerine kuruludur. (Baş, 2013, 1019).
“…Oğuz Atay’ın, içinde yaşadığı değerler sistemiyle çatışan ve topluma uyum sağlayamayan entelektüel roman kişilerini birleştiren bir ortak payda yine de vardır: tutunamamak” (Ecevit, 2021, 264). Bu kısımda ötekileştirilmiş tutunamayan kişilerinin birleştirilmesi söz konusudur. Tutunamayanlar’ın kişileri onları ayırabilecek farklılıklardan bağımsız olarak ortak bir paydaya sahiptirler. “Aslında hayattan çıkarları olduğu tespit edilecektir; çıkarlarını korumak için canları çıktığı halde, bunu beceremedikleri için, çıkarlarıyokmuşdabirşeybeklemiyormuşcasınagillerden göründükleri yüzlerine vurulacaktır” (Atay, 2021, 202). Tutunamayanlar’da geçen bu ifadenin üzerine Yelda Karakaş’ın söyledikleri durumu destekler niteliktedir. Tutunamamanın etik bir kategori olmadığı söyleminin üzerine; tutunamayan olmak iyi midir, kötü müdür diye bir sorunun sorulamayacağına dikkat çeker. Çünkü tutunamayanlar başka türlü olamadıkları için öyle olmuşlardır ve yalnızca bu açıdan birbirlerine benzemektedirler…
Parçalama
İdeolojinin faaliyet göstermesine aracılık eden diğer kip parçalamadır. Thompson parçalamayı şu şekilde tanımlar. “Tahakküm ilişkileri bireyleri bir kolektivite içinde birleştirerek değil, hâkim gruplara etkin bir şekilde meydan okuyabilecek kişi ve grupları parçalayarak veyahut da olası muhalefet güçlerini habis, muzır ya da tehditkâr olarak yansıtan bir hedefe yönelterek devam ettirebilir” (Thompson, 2013, 83). Bu sembolik inşa tipinin stratejileri farklılaştırma ve ötekinin sansüre uğraması üzerine gelişmiştir. Bu noktada anlam inşa etme sürecinin yalnızca birleştirme şeklinde değil; parçalama üzerine de kurulabildiği görülür.
Parçalamanın metinde belirgin bir şekilde ‘Süleyman Kargı’nın Açıklamaları’ bölümünde görüldüğü söylenebilir. ‘Mısra 10: Tutunamayanların…’ kısmında ‘Garip Yaratıklar Ansiklopedisi’nden alıntı bir kelime ile karşılaşırız: Tutunamayanlarla… “Tutunamayan (disconnectus erectus): Beceriksiz ve korkak bir hayvandır. İnsan boyunda olanları bile vardır. İlk bakışta, dış görünüşü ile insana benzer. Yalnız, pençeleri ve özellikle elleri çok zayıftır. Dik arazide, yokuş yukarı hiç tutunamaz. Yokuş aşağı kayarak iner. (Bu arada sık sık düşer.) Tüyleri yok denecek kadar azdır. Gözleri çok büyük olmamakla birlikte, görme duyusu zayıftır. Bu nedenle tehlikeyi uzaktan göremez” (Atay, 2021, 149) biçiminde süren bir tanımla karşılaşırız. Farklılaştırmanın daha belirgin olduğunu düşündüğüm kısım tanımın devamında yer almaktadır.
“Din kitapları bu hayvanları yemeyi yasaklamışsa da, gizli olarak avlanmakta ve etleri kaçak olarak satılmaktadır. Tutunamayanları avlamak çok kolaydır. Anlayışlı bakışlarla süzerseniz, hemen yaklaşırlar size. Ondan sonra tutup öldürmek işten değildir... Hayvan terbiyecileri de tutunamayanlarla uzun süre uğraşmış ve bunları sirklerde çalıştırmak istemişlerdir. Fakat bu hayvanların, beceriksizlikleri nedeniyle hiçbir hüner öğrenemediklerini görünce vazgeçmişlerdir. Ayrıca birkaç sirkte halkın karşısına çıkan tutunamayanlar, onları güldürmek yerine mahzun etmişlerdir… Başları daima öne eğik gezdikleri için, çeşitli engellere takılırlar ve her tarafları yara bere içinde kalır. Onları bu durumda gören bazı yufka yürekli insanlar, tutunamayanları ev hayvanı olarak beslemeyi de denemişlerdir. Fakat insanlar arasında barınmaları –ev düzenine uyamamaları nedeniyle- çok zor olmaktadır… Şehirlere yakın yerlerde yaşadıkları için, onları şehrin içinde, çitle çevrili ve yalnız tutunamayanlara mahsus bir parkta tutarak, sayılarının azalmasını önlemeyi düşünmenin zamanı artık gelmiştir” (Atay, 2013, 150-151). Bu bölümde parçalamanın ve farklılaştırmanın doruğa ulaştığını söylemek mümkündür.
Yıldız Ecevit’in, Selim ve Turgut üzerine yorumu; içinde yaşadıkları toplumda ve sürdürdükleri yaşamda tutunamamaları üzerinedir. Selim’in tutunamaması doğuştan birlikte getirdiği ruhsal özelliklerden kaynaklanırken Turgut’unkinin bilinçli olarak yapılmış bir seçim olduğunu öne sürer (Ecevit, 2021, 293). Daha öncesinde oyunun dışına çıkan Turgut’un amacının, oyuna geri dönmek olduğunu düşünürsek; buradaki tercihinin de oldukça ideolojik bir boyut kazandığını belirtebiliriz.
Oğuz Atay İçin Bir Sempozyum kitabında yer alan ‘Kusurun ve Sıradanlığın Epiği: Tutunamayanlar’ bölümünde Seval Şahin, “Tüm Selim Işık anlatısına rağmen Tutunamayanlar, bir kahramanın değil bir hikâyenin anlatısıdır. Olayın kahramanı hikâyedir. Bu hikâyenin içinden bir kahraman yaratılmaya çalışılır. Üstelik de bir başarısızlık hikâyesinin kahramanı” (Şahin, 2018, 78) der. Sonrasında başarısızlığın hikâyesinin peşinde, yeni bir hikâye kurmaya çalışan başka bir kişi üzerinden amacın bir başarısızlık miti oluşturmak olduğunu söyler. Devamında metindeki kargaşa ve gürültüyü, hiçbir şeyin anlam kazanamamasını; anlamsızlığın kutsallığına bağlamaktadır. Üzerine düşünüldüğünde, Selimin tutunamaması anlatısıyla okuyacak olursak; Turgut’un bilinçli bir şekilde tutunamayan olma yolundaki öyküsünün, bir tür başarısızlık-tutunamayanlık miti oluşturduğunu söyleyebiliriz. Nitekim Turgut’un kayboluşuyla, başarısızlık miti kendini yinelemeyi başarmıştır. “Miras alınan formda kutsallık ihtiyacına karşılık mit de bu şekilde yaratılmaya çalışılacaktır” (Şahin, 2013, 78) söylemi belirtilen yorumu tamamlayıcı yapıdadır.
Şeyleştirme
İdeolojinin beşinci işleyiş usulü şeyleştirmedir. Thompson şeyleştirmeyi şu şekilde açıklamıştır. “Tahakküm ilişkileri, geçici, tarihsel bir durumu sanki kalıcı, doğal ve zamandışıymış gibi göstererek kurabilir ve sürdürebilir. Süreçler, toplumsal ve tarihsel nitelikleri karanlıkta kalacak şekilde yarı-doğal şeyler ya da olaylar gibi resmedilir” (Thompson, 2013, 84). Şeyleştirmenin tipik stratejilerini doğallaştırma, ebedileştirme ve adlandırma, diğer adıyla edilgenleştirme olarak belirtebiliriz.
Atay’ın karakterlerine verdiği isimleri bu başlıkta değerlendirmek mümkündür. Adlandırma ya da edilgenleştirme meselesini, sembolik inşa üzerinden sunmuştur. Bir anlamda karakterlerin çizimi ve isimlendirilmesinin, bu bağlamda şekillendiği düşünülebilir. Tutunamayanlar romanının seyri üzerinde Turgut karakterinin yolculuğu, iç dünyasının derinliklerine doğrudur. Kendisi aydın kesiminin tutunanlar olarak adlandırıldığı düzenin içerisindeyken, ona sağlanmış olan olanakları reddederek, ideolojik bir tepki sayılabilecek tercihi yapmıştır. Kısacası onun tutunamaması kendi tercihinden ötürüdür. Böylelikle Turgut karakteri üzerinden çizilmiş toplum inşasında tutunamamak bir erdeme dönüşmüştür. Turgut da yolculuğunun nihayetinde, seçimini gerçekleştirerek tutunamayanların arasında yerini almış; böylelikle soyadının gerektirdiği özbenliğine ulaşmıştır.
Selim Işık için ise İsa peygamber üzerinden bir karakter şekillendirme biçimi sağlanması söz konusudur. Selim de İsa gibi ötekileştirilenlerden yanadır, o da kendini insanlar için bir şeyler yapmakla sorumlu tutar ve sonucunca o da İsa gibi ölüme gönderilir. Bu kısma ek olarak Yıldız Ecevit’in yorumlarından yola çıkarak, Atay’ın; yerleşik düzelin karşıtı eylemleriyle, gösterişsiz direnişi ve çıkar gözetmez tutumuyla; İsa’yı bir tür tutunamayan arketipi olarak benimsediğini söylemek mümkündür. Bu bağlamda Atay’ın, İsa’nın kutsal yönünü, roman kişisi Selim’in dünyasallıktan uzak özelliğine mistik bir vurgu katmak için kullandığını belirtebiliriz. (Ecevit, 2021, 294-295). Devamında belirttiği “Tutunamayanların soyut özelliklerle donatılmış, bir çocuk kadar saf ve temiz önderi Selim Işık’la İsa arasında kurulmak istenen koşutluk, onun soyadında vurgu kazanır. İncil’de İsa’nın ışık olduğu birçok yerde vurgulanır: ‘[T]üm insanları aydınlığa kavuşturmak için dünyaya gelen gerçek Işık[tır]’” (Ecevit, 2021, 295) İncil/ Yuhanna 1/6 – 11. cümleyle de İncil’den alıntı yaparak görüşüne dair bir kanıt öne sunarak desteklemiştir.
İsim meselesinin yanı sıra romanda görülen rüyaların da bu başlıkta doğallaştırma kipi üzerinden işlendiği belirtilebilir. Gördüğümüz rüyaları kontrol edemediğimiz için ve rüyalarımız bilinçaltımızın birer yansıması olduğu için bu aşamada doğallaştırma meselesini ele alabilecek en uygun yöntemlerden birinin rüyalar olduğu kabul edilmelidir. Atay doğallaştırma stratejisini kurarken rüyalara başvurarak ironik bir üslupla farklılaştırmış; bir anti söylem oluşturmuştur.
İlk rüya Turgut’un gördüğü Abdülhamit ile Mustafa Kemal’in bir aradalığı üzerine kurgulanmıştır. Romanda, Turgut, ‘Abdülhamit Rüyası’ adını verdiği rüyasını kâbus olarak belirtmektedir. Çünkü bir Cumhuriyet çocuğu olarak belirttiği kendisinin, rüyasında Abdülhamit’in karşısındaki Mustafa Kemal’in durumu, korkunç olarak nitelendirilebilir. Rüyasının kâbus olduğunu düşünmesinin asıl nedeniyse; Mustafa Kemal’in, Abdülhamit’i durduracak bir şey yapamıyor oluşu ve gücünün tükendiğini söylemesidir. “Turgut’un karşısında Mustafa Kemal duruyordu. Onu resimlerden tanıyan biri için kim olduğunu anlamak çok güçtü; fakat Turgut tanıdı. Mustafa Kemal çok şişmanlamıştı. Saçlarının hemen hepsi dökülmüş, sırtı kamburlaşmıştı. Sesi yorgun çıkıyor, konuşurken dudaklarının arasından altın dişleri görünüyordu. Buruşuk yüzü beyaz kıllarla kaplıydı. Eski bir ropdöşambr giymişti.” (Atay, 2021, 84). Bu anlatım, Turgut için rüyasının neden kâbus olduğunu kanıtlar niteliktedir. Atay, bu bölümün devamında Turgut’un tepkisini ve uyanışını şu şekilde anlatmıştır. “Turgut, bütün gücünü toparlayarak konuşmaya çalıştı: ‘Nasıl olur? Siz idare etmiyor musunuz? Nasıl engel olamazsınız?’ Mustafa Kemal, çaresizliğini gösteren bir hareket yaptı. Turgut ona doğru ilerlerken ter içinde uyandı” (Atay, 2021, 84). Yıldız Ecevit bu rüyanın anlatıldığı bölüme dair, Atay için; İsa’yı roman içinde sıradanlaştırıp, Selim ile arkadaşlık bağlantısı kuruyorsa; Atatürk’ü de metindeki yaşam içerisinde, sıradanlaştırdığını belirtir. Ecevit’e göre Atatürk imgesinin asıl ilginç yanı; içerdiği Atatürk betimlemesinin, o güne değin Türk edebiyatı ve basımlardaki belirli normların dışına çıkamayan kalıplaşmış Atatürk söyleminin tümüyle dışında yer almasıdır. (Ecevit, 2021, 269-270). Anlatımın farklılığı Atay’ın politik bir görüşü benimsemesinden ötürü olmamakla birlikte; hem romanın postmodern özellikler taşımasından hem de Atay’ın üslubundan kaynaklandığını düşünmemiz yerinde olacaktır. Rüyanın içeriği bakımından yorumlanmasıyla, Kemalist ideolojinin beslendiği esas kaynağın, gücünün yetmiyor olması; ideolojinin ortadan kalkması anlamı taşımaktadır. Bunun beraberinde Atatürk devrimlerinin tehlikede olduğu biçiminde bir görüş de sunulabilir.
İkinci rüya Selim’in gördüğüdür. Rüyanın anlatımı başlamadan hemen öncesinde Oğuz Atay “Tarih bir tahriften ibarettir. Tarih geçmişten geleceğe uzanan ve bugün gördüğümüz bir rüyadır. Bütün rüyalar gibi tarih de yorumlanabilir; ama görülürken değil” (Atay, 2021, 231) der. Ardından Selim’in rüyasının anlatımı başlar. Rüyasında bir Alman tayyaresiyle yanında Hitler’le şehrin üzerinden uçmaktadır. Uçağın gövdesi gamalı haçlarla doludur. Kulaklarında ‘spitfire’ kelimesi çalıyordur. Uçakla oturduğu apartmanın üzerine geldiklerinde, kendisinin aynı balkondan uçağı seyrettiğini söyler ve sürer… Rüyasında aynı anda yer alabilen isimler dikkat çekicidir: Abdülhakhamit, Alpaslan, dönemin başkanı olarak belirttiği Maksim Gorki, Hitler, Fuzuli, Baki ve Nedim, Türk Barış Gücü, Osman Hamdi Bey, Namık Kemal, Ziya Gökalp, Dostoyevski… Bu isimlerin bir arada yan yana bulunabilmesiyle, tarihsel ilerlemeciliğe karşı eşzamanlılığı ortaya koyar Atay. Belirtilen kişilerin bir aradalığından yola çıkarak romanında bir dünyayı anlatmaya çalışan Oğuz Atay, miras alınan bir formu esas almıştır. “Eserinde doldurduğu farklı formların hepsinin bir arada yer alması verili bugünü yok ederek tarihsel ilerlemeciliğe karşı durmaktır” (Şahin, 2018, 75) söylemi de çıkarımı destekler niteliktedir. Rüyanın başlangıcından hemen öncesindeki Oğuz Atay’ın söylemleri de böylelikle bir zemine yerleşmiş olur.
Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar romanını, John B. Thompson’ın İdeoloji ve Modern Kültür: Kitle İletişimi Çağında Eleştirel Toplum Kuramı kitabındaki söylemleriyle incelediğimiz yazıda sembolik inşanın tipik stratejileri üzerine çalışılmıştır. Başlangıçta postmodern bir eserin; gerek kurgusu, gerekse dili açısından incelemeye uygun olup olmadığı tartışılarak; belirtebilecek herhangi bir ideoloji savunusunun bulunamayacağı tespit edilmiştir. Bunun beraberinde getirilebilecek bir ideolojik sese, anti söylemle karşılık vereceği saptanmıştır. Yazarın yaklaşımını tespit edebileceğimiz hemen her metinde; ideolojik düşüncenin parçalanması dâhilinde olsa da, ideolojinin varlığından söz edebiliyor olması; çalışmayı ortaya çıkaran temel meselelerden biridir. Dolayısıyla incelemede Thompson’ın ideolojik söylem analizleri üzerine geliştirdiği fikirleri, anti söylem odağında bir okuma gerçekleşmiştir.
İncelmenin devamında Tutunamayanlar’ı dönemin koşulları altında düşünüp, dönemin sosyo-kültürel ve sosyo-tarihsel meseleleri üzerinden değerlendirilmiştir. Romanın aşamalar şeklinde gerçekleşen, anlatılabilecek bir olay örgüsünün bulunmaması nedeniyle yalnızca savunusu belirtilerek; kahramanlarının sürüklenişleri aktarılmıştır.
Devamında Thompson’ın görüşlerinden yararlanılarak, ideolojinin tanımı yapılmış, ideolojinin faaliyet gösterebileceği beş genel işleyiş kipinin olduğu belirtilmiştir. Ardından meşrulaştırma, taslama, birleştirme, parçalama ve şeyleştirme kiplerinin özelinde; sembolik inşanın tipik stratejileri açıklanmıştır. Tutunamayanlar romanı, bu beş işleyiş tipi ve alt başlıkları olan tipik stratejiler üzerine değerlendirilmiştir.
Çalışmanın başlangıcında her ne kadar tereddüde düşürüp incelemenin gerçekleşemeyeceği üzerine bir düşünce şekillense de anti söylem üzerinden Tutunamayanlar romanı oldukça çarpıcı bir şekilde analiz edilebilmiştir. Postmodern anlatının ödevde kullanılma girişimi, oldukça farklı yaklaşımlar geliştirmeye sebep olmuştur.
KAYNAKÇA
Aristoteles, Poetika –Şiir Sanatı Üzerine-. İstanbul: İş Bankası Kültür Yayınları, 8. Basım, 2020.
Atay, Oğuz. Tutunamayanlar. 2. Cilt. İstanbul: İletişim, 104. Basım, 2021.
Baş, Münire Kevser. “Yakup Kadri’nin Romanlarını “Sosyal Kronik” Olarak Okumak Mümkün Müdür? ”. Uluslararası Türk Dili Edebiyatı ve Tarihi Dergisi, 8/1 (Eylül 2013), 1003-1032. http://dx.doi.org/10.7827/TurkishStudies.4405.
Eagleton, Terry. Eleştiri ve İdeoloji Marksist Edebiyat Teorisi Üzerine Bir Çalışma. İstanbul: İletişim, 4. Basım, 2018.
Eagleton, Terry. Postmodernizmin Yanılsamaları. İstanbul: Ayrıntı, 4. Basım, 2021.
Ecevit, Yıldız. “Ben Buradayım…” Oğuz Atay’ın Biyografik ve Kurmaca Dünyası İstanbul: İletişim, 9. Basım, 2021.
Ecevit, Yıldız. Türk Romanında Postmodernist Açılımlar İstanbul: Everest, 1. Basım, 2021.
Moran, Berna. Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış 2.Sabahattin Ali’den Yusuf Atılgan’a İstanbul: İletişim, 22. Basım, 2019.
Polat, Adem. Oğuz Atay Anlatılarında Bağlam-sızlık. İstanbul: Kesit, 1. Basım, 2018.
Thompson, John B. İdeoloji ve Modern Kültür: Kitle İletişimi Çağında Eleştirel Toplum Kuramı. Ankara: Dipnot, 1. Baskı, 2013.
Türker, Elif – İnci, Handan. Oğuz Atay İçin Bir Sempozyum. İstanbul: İletişim, 3. Basım, 2018.