Suut Kemal Yetkin Bir Gece Yarısı Denemesine Eleştiri Yazısı
SUUT KEMAL YETKİN
Suut Kemal bu yazısında şiirden ve şairden bahseder. Bahseder derken şiir ve şairin onun için ne olduğunu anlatmaz, açıklar. Ama en çok şiirin onun için ne olduğunu açıklamıştır. Şiirin onu günün hangi zaman diliminde çağırdığını açıklar. Kalabalık yalnızlıkların arasında nasıl şiirlerin ona yoldaş olduğunu açıklar.
Yazısının ismini Bir Gece Yarısı olarak seçmiştir. Bunun nedenini yazısında şöyle açıklar: “Gecenin geç saatlerinde, her şeyin sustuğu, havanın durulduğu anlarda, bir köşeye çekilip şiir okurum. İçime dolan mısralarda onların atan kalbini duyarım”. Şiirin yalnızken ve sindire, sindire okunan mısralar olduğunu düşünür. Ama neden? sadece yalnızken mi okumak ister insan? Kalabalıklar arasında gökyüzüne bakıp derin bir nefes almak ihtiyacı gibi, kalabalıklar arasında kendi kendine mısralar mırıldamaz mı? Ben şiirin çok özel olduğunu düşünenlerdenim. Benim için şiir kimseye anlatamadığımız duygularımızı, acılarımızı, mutluluklarımızı şuursuzca yazarken ya da okurken bulduğumuz mısralardır. Bu yüzden, gece ya da gündüz olmasının kalabalık ya da yalnız olmasının bir önemi yoktur. Sadece hissetmem ve yazmak istemem yeterlidir.
Bence YETKİN bu yazısını, şairi ve şiiri anlatmak istemekten çok şiirin nasıl böyle can alıcı yerden yazıldığını anlamaya ve anlatmaya çalışmaktadır. Yani nasıl olağanüstü bir yetenek ki bu herkesin gördüğünü ama anlatamadığını, herkesten farklı görür, hisseder de yazar, onu anlamak istemiştir. “orta malı kelimelere sonsuzluk veren o sessizliği şair yaşamadıkça, dışta olup bitenlerin şiir olamayacağını anlamazlar.” Bu anlatmak istediklerinin nedenini yazdığı dönem olan 1956 yılından anlamak çok da zor değildir. 1956 siyasi ve sosyal olarak pek de parlak olduğumuz bir dönem değildir. İkinci Yeninin doğmaya başladığı zamanlardır. Yani aslında herkesin bir şeylerin kötü gittiğini gördüğü ama kimsenin bunu belki de bir şair kadar derinden hissedip anlatamadığını göstermek istemiştir. Bence o şiirin kalabalıklar arasında yazılacak ve okunacak kadar açık olamayacağını anlatmak istemiştir:
“Gürültü, insanın kendini kaybettiği yerde başlar, bulduğu yerde biter. Bu yerde, dakikalar saat yelkovanının ötelerinde akar, görünen şeyler görünmez olur, ama için için duyulur.” Ben tam olarak kendisine katılmıyorum. Fakat kendisine tamamen katıldığım ve aynı düşündüğüm kısımlar vardır. Mesela kendisine katılmadığım yerlerden birisi şiirin herkesi can alıcı noktasından alıp götürdüğüne katılmıyorum. Neden? Çünkü bence şiir herkese göre değildir. Şiir onu hissetmek için yaratılmış insanlara özeldir. Yani şiir her okuyan için bir anlam ifade etmez fakat ince ruhlu, naif ve kalbinde şiirin zarifliğini anlayacak ışık olanlar için yazılır. Keza şairlerde böyle insanlar için şiirlerini yazarlar.
YETKİN insanların kalabalıklar arasında yalnız kaldıklarını anlatır. Kalabalığımız çok hiç kimse susmuyor, belki de susmanın ne olduğunu bilmiyor. Susup şöyle iki dakika etraflarına bakmıyor kimse bunu anlatır yazısında. “Karanlığı, düşü, sessizliği sevmeyen bir çağda yaşıyoruz.” Kendisinin bu sözlerine kelimesi kelimesine hak veriyorum bence de insan kalabalıklar arasında anlaşılmaya çalışan fakat yalnızlığın derin sularında çabaladıkça daha da batmaktadır. Belki de çabalamadan, sakince susup ve durup bekleseler yüzeye çıkacaklarının farkında değildirler. Belki de sustukça daha da batmaktan korkuyorlardır.