Sweet Tooth

"Hayatlarımızı elimizden gelen en iyi şekilde yaşarsak, bu dünyayı bulduğumuzdan biraz daha iyi bırakabiliriz."

"The Sweet Tooth", Jeff Lemire'ın aynı adlı çizgi romanından uyarlanan ve 2021 yılında Netflix platformunda yayınlanmaya başlayan bir dizi. İlk izlenim olarak bir çocuk yapımı gibi görünse de, işlediği konunun ağırlığı tüm yaş gruplarına hitap ediyor. Bu Haziran ayında yayınlanan final sezonunu bitirdiğimde, dizinin şu an yaşadığım dünyanın sorunlarına fantastik bir hikaye ile eleştirel bir yaklaşım sunduğunu gördüm. Post-apokaliptik bir dünyada geçen bu dizi, hem duygusal derinliği hem de taşıdığı mesajla izleyiciyi kendine bağlıyor. Özellikle çocuk karakterlerin masumiyetiyle kıyamet sonrası dünyanın sert gerçeklerinin çarpışması ve iyi ile kötü karakterlerin tutarlı bir şekilde işlenmesi, dizinin senaryosundaki gizemleri sıkmadan ve merakı koruyarak sürdürüyor. Dizinin yapımcı kadrosunda ünlü oyuncu Robert Downey Jr. ve eşi Susan Downey bulunuyor.

Dizi, gizemli bir hastalığın dünya nüfusunun büyük bir kısmını yok ettiği, hayatta kalanların ise hastalıkla nasıl mücadele edeceğini bilmediği bir zamanda geçiyor. Doğan çocuklar yarı insan, yarı hayvan özelliklerine sahip melezler olarak dünyaya geliyor. Bu mutasyon sonucu doğan çocuklar "Melez/Hybrid" olarak adlandırılıyor. Dizinin baş karakterlerinden biri olan Gus, geyik boynuzları ve kulaklarına sahip sevimli bir çocuk. Dizinin başlarında, Gus henüz bebekken babası Richard Fox ile salgının yarattığı kaostan kaçarak Yellowstone Park'ına sığınırlar. Gus ona "Pubba" diye seslenir. Ancak, babasını kaybeden Gus, dışarıda onu yok etmek isteyen ve hastalığın sebebinin melezler olduğunu düşünen Savaş Lordlarına karşı savunmasız kalır.

Dizinin diğer önemli karakterlerinden biri, hastalık başlamadan önce ünlü bir Amerikan futbolu oyuncusu olan Jepperd'dır. Jepperd (Koca Adam), kaba görünüşünün altında iyi bir kalbe sahip yalnız bir avcıdır. Gus'ı korurken kendi geçmişiyle de yüzleşmek zorunda kalır. Gus'ın maceralarında ona eşlik eden bir diğer karakter ise Amy'dir. Amy güçlü, zeki ve bağımsız bir kızdır ve bir grup çocuklardan oluşan çetesiyle melezlere yardım ederken Gus'la karşılaşır ve yeni bir maceraya atılır.

Dizi, aile kavramını farklı boyutlarıyla ele alıyor. Biyolojik aile, seçilmiş aile ve topluluk içindeki bağlar hikayenin merkezinde yer alıyor. Post-apokaliptik bir dünyada hayatta kalma mücadelesi, dizinin macera ayağını oluşturuyor. Ancak bu mücadele sadece fiziksel değil, aynı zamanda duygusal bir süreç. Gus, uzun süre izole yaşadığı ormandan ayrıldığında, insan duygularını oluşturan birçok davranışı bu macerada keşfeder. İnsanlara olan güveni zaman zaman zayıflarken, bazı anlarda sevdiği insanlara olan bağı onu insan olma yanına yakınlaştırır. Macerası devam ederken ailesi hakkında birçok bilgiye de ulaşır. Dizi, insanların içgüdüsel olarak hayatta kalma çabalarıyla insanlığın en temel değerleri olan iyilik ve merhamet arasındaki çatışmayı gözler önüne seriyor. İnsan nüfusunun azalmasıyla doğanın tekrar kendine geldiğini görüyoruz. Bugün hala yaşamsal korkularımızı, huzurumuzu çoğunlukla doğayı hiçe sayarak bencilce yaşıyoruz. Sanki doğanın bir parçası değil de efendisiymişiz gibi, ona sunulan sonsuz bir nimetmiş gibi davranıyoruz. Çoğu zaman her şeyin bir sınırının olduğunu ve her ömrün sınırlı olduğunu unutuyoruz. Kar hırsının doğayı yok etmesiyle bugün baş edemeyeceğimiz iklimsel sorunların kapısını araladık. Bazen kendimizi o kadar üstün sayıyoruz ki bizim gibi olmayan her şeyi kendi çıkarlarımız uğruna yok etmekten çekinmiyoruz, bir dengenin parçası olduğunu kabullenemiyoruz. Bugün insanlık için büyük bir yok oluş tehdidi yaşamamış olsak bile, kendi türümüzü yok etmek için küçük bir kıvılcımın yeterli olacağı bir konuma gelmiş bulunuyoruz. Bıçak sırtı bir dengede 3. Dünya Savaşı'nın yaklaştığı artık daha sık dillendiriliyor.

Dizide insanın saf kötü yanını tasvir etmek için Savaş Lordlarından tanıştığımız ilk karakter, faşist diyebileceğimiz otoriter biri olan Douglas Abbot'tur. Abbot, ordusuyla ele geçirdiği bir hayvanat bahçesinde insan-melezleri toplayarak onlar üzerinde deneyler yapılmasını ister. İnsan-melezlerin hayvandan farkı olmadığını, yok edilmeleri gerektiğini ve hastalığın kaynağı olduklarını düşünür. Ancak Abbot'un kardeşi Johhny Abbot, Gus ve diğer melezlerin konuşabildiğini görünce duyguları olduğunu da fark eder. Bu yüzden onlara karşı gizli bir şefkat duymaya başlar ama abisinin otoritesi altında kalarak bu duygularını gizlemek zorunda kalır.

Bu hafta içerisinde Türkiye'de Meclis'ten geçerek yasalaşan "Sahipsiz Hayvanlar Kanunu" sokakta yaşayan birçok canlının öldürülmesinin önünü açmış oldu. Yıllardır alınmayan önlemler sonucunda yanı başımızda asırlardır yaşayan türler, 'Doğanın Sahibi' bizler için bir korkuya dönüştü. Şüpheler, bir kesimi sözde en kesin ve kolay çözüm olarak ucu açık bir şekilde kedi, köpek, her türlü canlıyı öldürmeye itti. Toplumun büyük bir çoğunluğunun tepkisine rağmen, daha bilimsel verilere dayanan çözümler varken, yaşatabileceğimiz bir seçenek varken, bu inatla yapılıyor. Eminim ki kimsenin hayatı tekdüze sorunsuz ilerlemiyordur. Hayatta bazen kaçamayacağımız kötü şeylerin başımıza gelebileceğini kabullenmiş biriyim. Hayatın keyifli yanlarının olduğu gibi, acı yanlarının da çoğunlukta olduğunu kabul ediyorum. Başımıza gelecek herhangi bir tehlikenin en azının bir köpek saldırısı olduğunu anlayabilecek kadar çok şey yaşadım. Üstelik ekonomik bunalımın insanları basitçe patlamaya hazır bir nefret bombasına dönüştürdüğü Türkiye'de, en son tehlike belki hayvanlardan gelecek olandır. Ancak genelde en savunmasız kesimi en basit düşman olarak görür nefretle yaşayanlar.

Diziyi izlediğim sıralarda sıkça bu gündemle karşılaşmış olmam, dizinin içinde bize sorulan bir soruyu kendime de sormamı gerektirdi: Acaba biz yaşamak için doğaya ve onun dengesine muhtaç olduğumuzu anlayabilecek kadar zeki varlıklar mıyız? Belki de saf iyi olarak izlediğim melez çocuklar bizim üzerimizde bir zekaya sahipler. Çünkü basitçe doğayla yaşayabilme ve mutlu olabilme pratiğine sahip olmuşlardı. Ama ben de Gus gibi, insanın yanına olan güvenimi hala yaşatmayı seçen çoğunluğa bağlıyorum ve umutluyum. "The Sweet Tooth", hem çocukların masumiyetini hem de yetişkinlerin karmaşık dünyasını bir araya getiren, duygusal bir yolculuk sunuyor. İzlediğim için mutlu olduğum ve hakkında yazmak istediğim bir dizi oldu.