Takiyettin Mengüşoğlu'nun Antropoloji Üzerine Görüşlerine Ufak Bir Bakış
Türk bir filozofun gözünden İNSAN
Takiyettin Mengüşoğlu açısından “insan nedir?” sorusunu cevaplayabilmek için öncelikle kendisinin incelediği alanları ele almak gerekmektedir. Mengüşoğlu insanı sadece tek bir alan ile anlatabileceğini düşünmemiş olacak ki, başta biyoloji ve antropoloji olmak üzere birçok alanı kullanarak insana karşı bir anlayış ortaya koymuştur. İnsanı sadece kendi varlığını ele alarak incelemek mümkün olan bir şey değildir. Bu durum özellikle günümüz için geçerlidir çünkü artık insan çok daha ileriye gitmiş ve çok boyutlu bir hal almıştır. Teknolojinin, toplumların ve toplumlar içerisinde kültürün gelişimi bu durumu ortaya çıkartan başlıca sebeplerdir.
Mengüşoğlu açısından insanı anlamak hayatı anlamanın ta kendisidir aslında. Çünkü kendisi insanı tüm bilimlerde, tüm araştırma konularında merkez noktaya koymakta ve hayatı anlamanın; insanı anlayarak gerçekleştiğini söylemektedir. Mengüşoğlu “insan nedir?” sorusuna sadece insanın ne olduğunu, nasıl bir varlık olduğunu söyleyerek açıklama getirmeye çalışmamaktadır. İnsanın hayatında, varoluşundaki tüm yönleri ele alır ve insanı bu şekilde incelenmesi gerektiğini söylemektedir. Bu incelemede geçen alanlar; psikolojik, sosyal, ahlaki, kültürel, sanat ve özgürlükle ilgili olarak birçok konuyu içine alır ve kapsamlı bir anlatım bulunur. İnsanın bu alanlar içerisinde bulunması, özellikle tarihsel bir süreç içerisinde gerçekleşen bir olaydır. Öyleyse hayatın merkezinde olan özne insandır fakat birçok nesneye sahiptir ve zaman içerisinde birçok alanda gelişim ile değişim gösterir.
Geçmişten günümüze şöyle bir baktığımızda, ortaya çıkan bütün alanlar zaman içerisinde insanın gelişiminin zaman içerisinde nasıl olduğunu açıklamaya çalışmıştır. Yani aslında bütün alanlar insanı anlamak, incelemek ve açıklayabilmek için varlığını sürdürmektedir. Mengüşoğlu bu alanları incelerken, ilk başta antropolojiyi temele alarak başlamış ve felsefi bir antropoloji düşüncesini ortaya koymuştur.
Felsefi antropolojinin incelemek istediği varlık olarak insan; bilimi ve sanatı araştıran, felsefeyi geliştirmek için bunları kullanan ve bilgi üreten varlıktır. Bu üretimin başlıca başlıca sebebi de, insanın kendini ortaya çıkartmak istemesinden kaynaklanır. Araştırmacılar veya düşünürler "insan" konusunu ele alırken, çeşitli alt başlıkları ayrı ayrı incelerler. Ancak Mengüşoğlu, bu konuları antropoloji başlığı altında bir bütünün parçaları olarak değerlendirir ve bu şekilde ele alır.
Bu yaklaşımının bir nedeni vardır. Birbirinden ayrılan konular aslında insanda ortak bir noktada buluşur; bu nedenle, konuları ayrı ayrı incelemek bir bütünün parçalanması anlamına gelir. Mengüşoğlu'na göre, insan sadece bireysel bir bakış açısıyla ele alınamaz. Bu nedenle, Mengüşoğlu, insanı ve onun toplumsal bağlamını tarihsel süreç içinde değerlendirir.
Mengüşoğlu açısından insanın bilebilecekleri, yani bilgi konusu da tarih boyunca insanda kendini gösteren bir şeydir. Ona göre insanın bilebilen bir varlık olması için aktif olması gerekir çünkü hayat sürekli değişen durumlara ev sahipliği yapar. Yani hayat anlık olarak değişebilen ve farklı durumlara kucak açan bir düzendir. Fakat felsefe açısından insan sadece bilginin süjesi olarak görülür. Bu açıdan bakıldığında, insanın temel amacı sadece düşünmek ve anlamaktır. Mengüşoğlu burada Kant’ın düşüncelerine parmak basar ve insan aklının aktif olarak düşündüğünü; aktif olarak düşündüğü için de anlama ve akıl yürütmenin kendiliğinden sürekli olarak işlediğini söyler.
İnsanın çevresini anlama çabasından, doğayı gözleme ve bir anlam çıkartma durumundan da anlaşılabileceği üzere; insan var olan şeylerin oluşturduğu düzene bağımlı olan ve doğal düzeni temeline alan varlıktır. Ancak doğal düzen insan varlığından bağımsız olarak devam edebilir. Yani, doğal dünya insanın oluşturduğu düzenin temel zeminidir.
İnsanın içinde bulunduğu ve kurduğu düzene ise "kültür" adı verilir. Kültür toplumsaldır, ulusaldır çünkü insan yaşadığı topluma bağlıdır. Dolayısıyla insan aynı zamanda yaşadığı toplumun bir tezahürüdür. Kültür sadece insanın davranışlarını etkilemez; aynı zamanda sanat anlayışını, dile bakışını, değer algısını vb. birçok görüşünü de şekillendirmektedir. Fakat felsefi antropoloji bu çeşitliliği göz önünde bulundurarak her insanın kültürel bağlamını kabul eder ve bu durumları sorun olarak görmez. İnsan nasıl bir kültüre bağlı olursa olsun, bilen özne olması onun için yeterlidir.
Dolayısıyla Mengüşoğlu insanı anlamak için felsefi antropolojiyi merkeze alır ve insana bir anlam yüklemeye çalışmaz çünkü anlam zaten insanın içerisinde bulunur. İnsan zaman içerisinde kendi anlamını kendisi oluşturan bir varlıktır.
Sonuç olarak, Mengüşoğlu açısından insan varoluşun merkezinde olandır çünkü düşünen ve ortaya bir şeyler koyan varlığın ta kendisidir. Bu nedenle, hayatın her yönünü anlamaya çalışmak, insanı anlamaktan geçer. Bu anlam arayışında bakılabilecek noktalar ise bellidir ve aslında insan bu noktalarda kendini geliştirir. Felsefe, biyoloji, özgürlük veya ahlak gibi konular insanın doğasına anlam yükleme çabalarının ürünüdür. İnsan kendini bu yollar ile var eder ve hayatın tam merkezinde bulunur; bütün gelişmeler onun çevresinde gerçekleşir. İnsan, hayatın öznesi olan varlıktır.