Tangled Filmine Yeni Bir Bakış
Güvenli alandan kaçışın masalsı bir anlatısı
Rapunzelin “Tangled” filmindeki versiyonunu ilk seyrettiğimde neden bu kadar etkilendiğimi anlamamıştım. Klasik prenses hikayelerinde kadınlar açısından pek açıcı bir dünya olmadığını hepimiz biliriz. Onları okuduğumuzda görürüz ki biz kadınlar sadece güzelliğimizden ve kurtarılmayı bekleyen mahcup bakışlarımızdan ibaretizdir. Rapunzel okuduğum bu prensesler arasında belki de hikayesini en kafamda oturtamadığımdı. Bir erkek rapunzelin saçlarını kullanarak o kuleden tırmanabiliyorsa rapunzel de pekala oradan inebilirdi. Ömrü boyunca hiçbir şey yapmadan bir oğlanın onu kurtarmasını beklemek ne derece sığ bir insan olmayı gerektirirdi? Bu hikayenin Tangled filminde orijinalinin tam aksine bir cesaret hikayesi olarak anlatılması beni büyüledi. Filmde farklı olan nokta prensesin kuleden kendi isteğiyle çıkmıyor oluşuydu. Öyle yetiştirilmişti ki kulenin onun için dünyada güvenli tek yer olduğuna inanıyordu. Bu kule onun güvenli alanıydı ve oradan çıkmaktan deliler gibi korkmasının yanı sıra, çıkmayı kendisine ve annesine çok büyük bir ihanet olarak görüyordu. Ama rapunzel; hayallerinin ve gerçek hayatın onu dışarıda beklediğini içten içe biliyor, onlara koşmak için gün sayıyordu. Küçük kapalı fanuslarında büyümüş çocukların hapsolmak için yüksek kulelere ya da saklamaları gereken sihirli, upuzun saçlara ihtiyacı olmaz. Eğer yeterince korkutulmuşlarsa zaten fanuslarından bir adım dahi dışarıya atmak akıllarına gelmez ve kendilerince dış dünyadan korunurlar.
Rapunzelin dilek fenerleri hayalleri temsil ediyordu. Kulesinden onları görüyor, ne kadar güzel ışıldadıklarını düşündükçe gidip dokunmak istiyordu, içinde bir yerlerde o fenerlerin onun için yandığından emindi. Fakat aradaki mesafe öylesine uzaktı ki… Yol çetrefilli ve yorucuydu, ayrıca o yolda bambaşka insanlarla yürümek gerekti. Kimi sivri dişli canavar, kimi beni incitecek bilmek imkansızdı. O yolu yürümeye başladıkça anladı ki asıl keşfedilecek dünya tam da orada duruyordu. Rapunzelin yürüdüğü bu yolda dışarıdan çok korkutucu gözüken Snuggly Duckling Pub’a girdiği ve oradan herkese ilham vererek, şarkılar söyleyerek çıktığı sahne, bunun gibi yolculuklarında uğradığı daha bir dolu yer daha, bana yolculuğun keyfini çıkarmak gerektiğini anımsattı. Hedeflerine ulaşana kadar birçok yere uğraması ve onlarca insanla tanışması gerekecekti ama anlaşılan bu hiç de kötü bir şey değildi.
Hikayede Flynn Rider ise benim için bambaşka bir perde açıyor. Bana göre o hayatımıza tam ortasından dalan yabancıları temsil ediyor. Kendi sessiz sakin hayatımıza, ne kadar iyi saklanırsak saklanalım, bir anda birileri giriyor ve bizi oradan çekip çıkarıyor. Aniden bu hiç tanımadığımız kişilerle bir yolculuğa başlıyoruz. Yolculuk ilerledikçe onları tanıyor ve onların da bizim gibi maskeleri olduğunu keşfediyoruz. Flynn’nin hikayenin devamında aslında Eugene olduğunu öğreniyoruz, ki bence bu zamanla gizledikleri benliklerini açığa çıkaran insanlar için iyi bir temsil. Gerçek hayatta karşılaştığımız insanlar genelde gerçek isimlerini bizden saklamazlar, ancak çok daha derin bilgilerle yüzleşiriz. Bazen hepimiz rapunzel kadar şanslı olmayız ve bu yüzleşme bazı ayrılıklar doğurabilir, bazense çok güçlü bağlar yaratır. Her iki şekilde de hayatımıza giren insan bize yüzlerce iyi ve kötü deneyim kazandırır. Ben her birinin yaşanılmaya değer olduğuna ve yeni insanlardan kaçmanın gereksiz bir korku olduğuna inanıyorum. Kötü deneyimler öğretici oldukları ve mutluluklarımızı anlamlı kıldıkları için, iyilerse zaten iyi oldukları için yaşanmalıdır. Flynn alanından çıkmaya karar verdiğinde Rapunzel’in elinden tutar ve yolculukta ona eşlik eder. Rapunzel kötü insanları tanır, öğrenir ve uzaklaşır. Yeni edinilmiş bilgileriyle iyi insanlarla tanışır ve deniz fenerlerini bulmaya doğru uzanan bu yolda onlarla yürür. Orada yürürken şuna karar verir: Alanından uzaklaşmayı, gezmeyi, çalışıp yorulmayı, arkadaş edinmeyi, aşık olmayı ve tüm bunların bazen onu çok incitmesini seviyor; çünkü sadece o zaman hayatı gerçekten yaşadığını hissedebiliyor.
Son olarak, hikayenin sonunda rapunzelin dilek fenerlerine ulaşması ve gerçek ailesini bulması da benim için tamamlanmış bir hayat ve gerçek benliğini bulmak demek. Rapunzel onca zorluk ve macerayla, bir sürü farklı insanla geçtiği bu yolun sonunda kendi benliğiyle gerçekten tanışır. Eğer o kuleden çıkmaya cesaret edemeseydi, korkunç bir hayatı olmazdı. Kimse onu üzemez, hiçbir canavar ona yaklaşamazdı. Ancak rapunzel ömrünün tamamını arkadaş edinmeden, aşık olmadan, gerçek ailesini tanımadan ve uzaklarda ışıldayan yıldızların aslında onun için yakılan deniz fenerleri olduğunu bilmeden, kısacası hiç gerçekten mutlu olmadan yaşayacaktı. İnanıyorum ki bu hepimiz için böyle, hepimiz için bir yerlerde deniz fenerleri yakılıyor ve içimizde bir yerlerde onları keşfetmeyi bekliyoruz.