Tarihi ve Edebi Perspektifte Kadın Deliliği - Ortaçağ ve Kilise
Kadın deliliği kavramı ve Ortaçağ Avrupası
Tarihi bağlamda kadın deliliğini incelediğimiz serinin ikinci kısmında, Ortaçağ dönemini ve Hristiyan Kilisesi'nin etkisini konuşacağız. Hayatın her alanını kontrol eden kilise ve aristokrasi, kadınlarla ilgili algılara da yön vermiş ve kadın deliliği kavramının giderek güçlenmesine sebep olmuştur. Kadınların hayatının ve rollerinin iyice kısıtlandığı bu dönemde, kadınlar sıklıkla belirli kalıplar içinde sınıflandırılmış ve "deli" olarak nitelendirilmişlerdir. Toplumsal normlar, kilise öğretileri ve hukuki sistemler ile kısıtlanan kadınlar, normların dışına çıktıkları takdirde toplumdan dışlanmış, hatta cadı olarak görülüp yakılmışlardır.
İsa Kitapları ve Toplumsal Normlar
Ortaçağ'ın başlarında, İsa kitaplarındaki öğretiler, kadınların itaatkar ve içe kapanık olmaları gerektiğini vurgulayarak kadınların belli kalıplara sokulmasına sebep oldu. Bu öğretiler doğrultusunda kadınlar iki gruba ayrılıyorlardı: İnsanı günaha sürükleyen ve iradesiz Havva ya da insanlığın kurtuluşunun habercisi olan İsa'yı dünyaya getiren Bakire Meryem Ana. Bu iki zıt figür, kadınların toplumda belirli normlara uymaları gerektiği düşüncesini pekiştirir. Günahın temsilcisi olan Havva, kadınların günahkâr doğasıyla ilişkilendirilirken, kutsal Bakire Meryem, kadınların itaatkâr ve kutsal olabilecekleri idealiyle bağdaştırılır. Bu öğretiler, kadınların sıklıkla gerçekdışı ve sınırlayıcı beklentilere tabii tutulmalarına ve toplumsal normlara uymaları konusunda baskı altında hissetmelerine neden olmuştur.
Halk Hikayelerinde Kadın Deliliği
Ortaçağ edebiyatında, kadın deliliği sıkça halk hikayelerine konu oldu. Özellikle masallarda gördüğümüz entrikalarla, büyüyle veya cinsel özgürlükle ilişkilendirilen kadın karakterler, toplumsal normların dışında oldukları için delilikle etiketlendi. Bu hikayeler genellikle kadınları "geleneksel" rollerinden sapmış, başkaldırmış veya güç arayışında olan figürler olarak tasvir etti.
Örneğin Ortaçağ edebiyatında, kadın deliliği temasını işleyen en ünlü örnek Geoffrey Chaucer'ın "Canterbury Hikayeleri" adlı eserinde yer alır. Chaucer, farklı sınıf ve mesleklerden gelmiş çeşitli karakterlerin haç yolculuğunu konu aldığı eserinde, "The Wife of Bath's Tale" (Bath'lı Kadının Hikayesi) adlı bir hikaye yer alır. Bu hikaye, Bath'lı Alisoun adlı karakterin hikayesini anlatır. Alisoun, beş kez evlenmiş bir kadını anlatır. Alisoun, geleneksel cinsiyet rollerine meydan okuyan ve kendi arzularını açıkça ifade eden bir figür olarak dönemin toplumsal normlarına karşı bir başkaldırı olarak görülür ve bu yüzden kadın deliliğiyle etiketlenir.
"The Wife of Bath's Tale," Ortaçağ'da kadınların toplumsal normlara meydan okumalarını, cinselliklerini ve güç arayışlarını ele alarak, kadın deliliği konseptini bir bakıma sorgular ve tartışır. Alisoun'un karakterinin, Chaucer'ın dönemi içinde kadınların zorlu bir toplumsal çerçeve içinde nasıl var olmaya çalıştığını ve bu çabalarının nasıl ele alındığını gösteren önemli bir örnek olduğunu söylememiz mümkündür.
Cadılık ve Kilise
Ortaçağ'da cadılıkla suçlanan kadınlar, çoğu zaman delilikle ilişkilendirilmiş ve Kilise, cadıları büyücülük ve şeytanla işbirliği yapmakla suçlamıştır. Bu da kadınların cinsel özgürlük arayışları veya alternatif inançları nedeniyle deli olarak kabul edilmelerine yol açmıştır. Cadılık suçlamalarını, kadınların toplumsal normlara aykırı davrandıklarında karşılaştıkları ciddi sonuçlardan biri olarak gösterebiliriz.
Ortaçağ toplumunda kadınlar için belirlenen normlar, genellikle sınırlayıcı olduğu için cinsel özgürlük arayışları, doğal tıp uygulamaları veya farklı inanç sistemlerine sahip olmak gibi davranışlar, toplumsal normlara aykırı olarak görülmekteydi. Bu durumda kadınlar, ciddi sonuçlarla karşılaşmışlar ve bu suçlamalar genellikle kadınları toplumun dışına itmeye yönelik bir araç olarak kullanılmıştır.
Kilise, cadılık ve delilik kavramı üzerinden bir korku otoritesi sağlayarak, kadınların güç arayışlarına ve toplumsal normlara meydan okumalarına karşı bir baskı unsuru olmuştur. Cadılık suçlamaları, kadınları dışlama ve kontrol altında tutma amacını taşımıştır, bu da kadınların toplumda belirlenen sınırların ötesine geçmelerinin önündeki engellerden biri olmuştur.
Sonuç
Ortaçağ'da kadın deliliği kavramı, kilise öğretileri ve toplumsal normların etkisi altında belirlenen sınırlayıcı cinsiyet rolleriyle güçlendi. Dini öğretiler, Havva ve Bakire Meryem örnekleriyle kadınları iki uçta sınıflandırarak, kadınlar için belirli sınırlar oluşturuldu. Cadılık suçlamaları ise, kadınların bireysellik ve özgürlük arayışlarının cezası oldu. Kadınlar, genellikle sınırlı rollerle tasvir edildikleri bu dönemde, toplumsal normlara meydan okuduklarında delilikle etiketlenip dışlanma riskiyle karşı karşıya kaldılar. Bu durum, kadınların toplumsal olarak belirlenen sınırlar içinde kalmaları konusunda karşılaştıkları baskıların artmasına ve ilerleyen yüzyıllarda da bu baskının etkisinin devam etmesine neden oldu.