Tarihi ve Edebi Perspektifte Kadın Deliliği - Rönesans ve Aydınlanma Çağı

Rönesans ve Aydınlanma Çağında Delilik ve Kadın Olmak

Deli kadın imgesini incelediğimiz bu serinin üçüncü bölümünde, Ortaçağ dönemini arkamızda bırakarak, büyük değişimlerin yaşandığı Rönesans dönemine adımımızı atıyoruz. Rönesans, sanat ve kültürde büyük bir canlanmanın yaşandığı, bilimin önem kazandığı bir aydınlanma dönemi olarak bilinse de, kadınların durumu açısından, gerici cinsiyet rolleri ve sınırlamalar devam etmiştir. 

Rönesans resimlerinde, kadınlar genellikle romantikleştirilmiş ve idealize edilmiş, ancak aynı zamanda sıklıkla çılgın, melankolik veya trajik kadın imgesi de resmedilmiştir. Bu dönemde delilik, genellikle kadınların ruhsal zayıflıkları veya aşk acıları ile ilişkilendirilmiş, kadınlar bu tür rollerde resmedilerek toplumsal normlara uymayan davranışlarla özdeşleştirilmiştir. Bu durum hem kadınların hem de psikolojik sorunları olan insanların toplum tarafından ciddiye alınmamasına sebep olmuştur.

Shakespeare ve Deli Kadınlar

Rönesans dönemi, diğer dönemlerde olduğu gibi edebiyatta ''delirmiş, trajik kadın figürünü benimsemeye devam etti. Bu dönemin en önemli yazarlarından biri olan Shakespeare, eserlerinde kadın karakterlerin karmaşıklığını ve derinliğini işlemiş olsa da, deli kadın klişesini de sıklıkla kullanmıştır. Özellikle "Hamlet" adlı eserinde Ophelia'nın deliliği, kadınların duygusal hassasiyetleri ve toplumsal baskılara karşı çaresizlikleriyle örtüşen bir temsil sunar. 

Ophelia, Hamlet ile toplumsal beklentiler arasında sıkışmış bir karakter olarak tasvir edilir. Babasının ve erkek kardeşinin yönlendirmesi altında, Hamlet ile ilişkisi nedeniyle yaşadığı çatışma, sonunda Ophelia'yı deliliğe sürükler. Ophelia'nın trajik hikayesi, Medusa ve Medea'nınkiyle çok benzerdir aslında. Çünkü onun deliliği, hissettiği toplumsal baskıya, kısıtlamalara ve duygusal acılara bir tepkidir yalnızca.

Aydınlanma Dönemi ve Kadın Deliliği

Aydınlanma Dönemi, bilim, akıl ve özgürlük idealleriyle tanınırken, gerçekte kadınlar gibi toplumun dışlanan kesimleri için özgürlük ve eşitlik konularında çok az ilerleme kaydedilmiştir. Aydınlanma düşünürleri, akıl ve bilim yolunu vurgularken, kadınların duygusal veya ruhsal olarak zayıf olduklarına dair yaygın inançlar devam etmiştir.

Kadınların bilimsel alandaki katkıları sıklıkla göz ardı edilirken, bu dönemde bilimsel açıklamaların ötesinde kadın deliliği de kavramsal bir yer bulmuştur. Aydınlanma düşünürleri, insanın rasyonel ve mantıklı bir varlık olduğuna vurgu yaparken, kadınlar hala duygusal ve zayıf olarak görülüyordu. 

Bilimsel Cinsiyetçilik ve Kadın Deliliği

Bilimdeki cinsiyetçi yaklaşımlar, kadın deliliği kavramının bilimsel bir temele oturmasına katkıda bulundu. Bilimsel konular üzerinde araştırma yapanlar erkek olduğu için, bilim maskülen bir perspektif üzerinden ele alınmış ve kadınlar, fizyolojik ve zihinsel farklılıkları nedeniyle sıklıkla delilikle ilişkilendirilmiştir. Örneğin, kadınların duygusal dalgalanmaları, onların akıl sağlığı üzerinde olumsuz bir etkiye sahip olabileceği düşünülen bir konu oldu. Bu tür inançlar, kadınların toplumsal normlara uymadıkları durumlarda hala delilikle damgalanmalarına yol açtı.

Bilim ve akıl ön plana çıkarken, kadınlar üzerindeki bilimsel araştırmaların çoğu, kadınların fiziksel ve zihinsel olarak erkeklerden farklı olduğunu iddia eden, genellikle negatif önyargılar içeren anlayışları yansıtmaktaydı. Bu nedenle, kadınların bilimsel düşünce ve bilgi üretme yetenekleri sıkça sorgulanmış, bu durum kadın deliliği kavramını pekiştirmiştir.

Sonuç

Rönesans, Shakespeare ve Aydınlanma dönemleri, kadın deliliği imgesinin evrimini gösterirken, kadınların toplumsal normlar karşısında maruz kaldıkları baskıları da yansıtmıştır. Sanat, edebiyat ve düşünsel akımların ilerlediği ve antik mitlerin önemini kaybettiği bu dönemlerde bile, kadınlar hala genellikle duygusal, çılgın veya trajik rollerle sınırlı tutulmuş ve delilikle özdeşleştirilmiştir.