Tersine Dünya

Kadın ve erkek rollerinin tersine döndüğü Tersine Dünya adlı filmi inceledim. Keyifli okumalar dilerim.

 Tersine Dünya Ersin Pertan'ın yönettiği 1993 yapımı komedi türünde yapılmış filmdir. Orhan Kemal'in Tersine Dünya adlı romanından filme uyarlanmıştır. Orhan Kemal' in kadın erkek ilişkisinin taraflarını yer değiştirerek anlattığı eseridir.

Tersine Dünya kadın ve erkek cinsiyet rollerinin sosyal hayattakinden tersine anlatıldığı, kadınların sözünün geçtiği, erkeklerin seslerini çıkarıp haklarını savunamadığı, kadınların baskın olduğu fakat ataerkil düzenin sabit kaldığı bir düzeni anlatıyor bizlere. Kadınların ‘’bitirim’’ olup erkekleri kaçırdığını, sokakta kadınların erkeklere laf attığını, çalışıp eve para getiren karakterlerin kadın olduğunu, ev işlerinin erkeklere atfedildiğini, kadınların kavgaya kumara karıştığını, erkeklerin kadınlar tarafından tacize uğradığını, erkeklerin namusundan şüphe edilen konumda olduğunu ve erkeklerin kadınlara yaptıklarını kadın üzerinden gösteren cinsiyet ayrımcılığına vurgu yapan bir senaryo sunulduğunu görüyoruz.

Filmde dikkatimi çeken noktalardan biri cinsiyetçilik içeren replikler oldu. Örneğin: ‘’Babam kocam olsun ki ben bir şey yapmadım.’’ ve ‘’Bak kötü yola düşersen genelev adamı olursun’’ repliklerinin filmin adına özgü bir şekilde tersine döndüğünü görüyoruz. Filmde değişen tek şeyin cinsiyet rolleri olduğunu söyleyebilirim, onun dışında sözlü ve fiziksel şiddetin hala devam ettiğini görüyoruz. Cinsiyetçilik kavramını tek bir cinsiyete yüklemek doğru olmayacağı gibi filmde cinsiyetçiliğin olmadığını idda etmek de yanlış olur. Zaten Orhan Kemal’de bunu amaçlamıyor. Amacının olmasını gerekeni değil de olanın olduğu gibi tersini göstermek olduğunu düşünüyorum. Ataerkil düzende kadınla erkeği yer değiştirsek neler olurdu sorusuna yanıt vermeyi amaçlıyor kanımca. Bu amaç doğrultusunda tersinden de baksan dünyaya düzünden de baksan pek bir şeyin değişmediğini düşünüyorum. Bence kontrol kimin elindeyse güç kime aitse bu rollerin eşitlikçi biçimde olması dünyamızı güzelleştirecektir.

Orhan Kemal’in romanlarında kadın karakterler genelde baş figürler olarak yer alıyorlar. Ancak kadınların sadece çalışma hayatında değil feodal toplum yapısının sonucu olarak aile içinde de şiddet, yalnızca kadınların düşebildiği ‘’kötü yol’’a düşmek, sınıf atlamak için erkeğe bedenini kullandırmak, tecavüze uğramanın kadının kaderinde olduğunu görüyoruz.

“Ben gerçekçiliği” içinde yaşadığımız toplumun insanlarına ayna tutmuş gibi bir yansıtma sanmıyorum. Bozuk düzenin her yönden bozduğu, insancıl davranışlardan alıkoyduğu, insanoğlunun düşmemesi gereken alçaklıklara yuvarlayan bir düzensizliğin çürük meyveleri sayarken, gene de onlarda eriyip mahvolmamış, kurtulmak için çaba gösteren yanların var olduğuna inanmıyorum. Ben de biliyorum çalışan kadının nelerle karşılaştığını. Ben de biliyorum içinde yaşadığım toplumun “ cinsel aykırılıklarını. Ama gene de biliyorum ki, kadınlarımız bir lokma ekmek için gittikleri işyerlerinde uğradıkları sarkıntılıklara, yuvarlandıkları uçurumlara isteyerek, iştahla, seve seve düşmüyorlar. Onları, istemedikleri şartlar içinde yaşatan istemedikleri sarkıntılıklara hedef yapan şey yokluk… Daha iyi bir yaşayışa ulaştıkları zaman, yani maddi sıkıntıdan kurtulur kurtulmaz, dün çalıştıkları yerlerin alçakça saldırılarını nefretle anacaklar. Kendilerine her türlü kötülüğü reva gören insanlarla karşılaşsalar bile, dönüp suratlarına bakmayacaklar. Yahu, bir hırsız ihtiyacından dolayı çalar. Bir orospu, ihtiyacından dolayı orospuluk yapar. Ama bunların hepsi de yaptıkları şeyin kötü olduğu bildiği için, yaptıklarını insanlardan saklarlar. Bir hırsıza “hırsız”, bir orospuya “orospu” dendiği zaman kızması, yaptığı şeyi saklaması, onun, yani insanoğlunun özündeki iyilikten gelir!...”  (Orhan Kemal'den akt. Uğurlu, s.45-46)

Simone de Beauvoir İkinci Cins’te bireylerin görüşlerinin sosyal ve kültürel olarak üretildiğini, kadınsılığın içkin değil sosyalleşme aracılığıyla öğrenilen bir sosyal inşa olduğunu, bunun da erkekleri dominant kılmaya hizmet ettiğini anlatır. ’’Kişi kadın doğmaz, kadın olur’’ sözüyle de Beauvoir için toplumsal cinsiyetin inşa edildiğini görebiliyoruz. (1949, s.67)

Beauvoir, Tersine Dünya’da toplumsal cinsiyetin, kültürel olarak inşa edildiğini gösteriyor aslında bizlere. Cinsiyet rollerinin kültürel yorumu olarak kadınların baskın olduğu bir dünya görüyoruz.

Bir diğer örnek olarak Butler, temsilin bir yandan kadınlara siyasi özneler olarak görünürlük ve meşrutiyet sağlamayı hedefleyen siyasi süreç içindeki anahtar terim görevini gördüğünü, kadınlar öznesi özgürleşmenin nihai adayı olarak geçerliliği sorgulandığını söylüyor. Bu bağlamada namus için insan öldüren şiddet uygulayan kadın olunca yalnızca roller değişmiş oluyor. Meşrutiyet aynı devam ediyor. ‘’Toplumsal cinsiyetin inşa edilmiş olduğu görüşünü ele alan kimi değerlendirmelerde, toplumsal cinsiyet anlamlarının anatomik olarak farklılaşmış bedenlere işlendiği fikri belli bir determinizmle sunuluyor ve bu bedenler amansız bir kültürel yasanın edilgen alıcıları olarak kavranıyor. Toplumsal cinsiyeti "inşa" eden "kültür" böyle bir yasa ya da yasalar dizisi üzerinden kavrandığında toplumsal cinsiyet, eskiden "biyoloji kaderdir" formülasyonunda olduğu denli belirlenmiş ve sabitlenmiş oluveriyor. Bu sefer biyoloji değil, kültür kader oluyor’’ (1956, s.53)

Kültür ve kader bağlantısını ortak değerde buluşturan namus, Türkçeden sözlük anlamı olarak bağlılık, dürüstlük, doğruluk ve ataerkil toplumların cinsiyet hiyerarşileri üzerinden idealize ettiği ideolojik dayatmalardan oluşmaktadır. Şiddet ve kadın cinayetlerine sürükleyen algı da tam olarak buradan gelmektedir. Ne yazık ki etimolojik olarak erkeğin malı olduğu algısının yansımasını görmekteyiz.  Namusu kendini dine ve geleneğe adamış muhafazakar eril düzenin bir yansıması olarak da ele alabiliriz. Maddi ve manevi değerleri korumak adı altında oluşan bu kavram ataerkil düzeni savunan iktidarın resmi ideolojileri tarafından meydana gelmiştir. ‘’Ahlaklı’’ bir toplum yaratmak adı altında kocalarının kadınların sözünden çıkmaması, şiddet görseler bile kocalarını alttan alması gereken bir toplum düzenini savunan muhafazakar ideoloji, namus adı altında kadını ezmeyi toplum tarafından normalleştirir hale getirmiştir. Bunun sonucunda erkekler ne yazıktır ki kadınları canları istediğinde canlarını alma haklarını kendilerinde bulmuştur. Tersine Dünya’da da birçok kez geçen namus kavramı da cinsiyet rollerini değiştirerek gözler önüne sermiştir.

Cinsiyet ayrımcılığına vurgu yapan Tersine Dünya adlı filmde özetle, toplumun kadınlara biçtiği rollerin erkekler üzerinden değerlendirilmesini, erkeklere biçilen eril özelliklerin de kadınlar üzerinden değerlendirildiğine şahit oluyoruz. Kadınlarla erkeklerin yer değiştirdiği senaryoda dahi cinsiyet eşitsizliklerinin devam ettiği bir dünya yerine toplum tarafından bireylere atfedilen bu rollerin yeniden inşa edilerek eşitlikçi bir dünyaya dönüşmesini diliyorum.

           

KAYNAKÇA

UĞURLU, Nurer, Orhan Kemal’in İkbal Kahvesi, Örgün Yayınevi, İstanbul, 2002

Butler, J. (2012). Cinsiyet Belası: Feminizm ve Kimliğin Altüst Edilmesi. Çev. Başak Ertür. İstanbul: Metis Yayıncılık.

Beauvoir, S. (1993). İkinci Cins: Kadın. Bertan Onaran. (Çev.) İstanbul:Payel Yayınevi