The Terminal List sezon 1 incelemesi

Acaba bu aksiyon dizisi biraz da olsa John Wick havası veriyor mu ? İncelemeye değer.

Chris Pratt'in iyi yazılmış olan bu kahramanın içinde bulunduğu harika aksiyon koreografilerini mükemmel bir şekilde tasvir etmesi olmasaydı, bu dizi izlemesi yorucu olan bir saat sunabilirdi bize. "Hayatını mükemmelleştirmeye adadığı şey şiddetken bir adamı şiddete zorlamak bir hatadır." Bu popüler anonim alıntı, Chris Pratt'ın The Terminal List'te bir kenara itilmiş, kırılmış, haksızlığa uğramış bir askerin resmini çizmesini sağlıyor.

Pratt, James Reece adlı bir karakteri canlandırıyor ve kritik bir anda yukarıdaki alıntıyı yapıyor. Duyguları mantıkla desteklenen, metodik bir savaş makinesinin nefes kesici bir vasiyeti olarak karşımıza çıkan biri için bu satır, The Terminal List'in ne hakkında olduğunu özetleyen bir kırılganlık anı olarak karşımıza çıkıyor. 

Gösterinin ruhu, SEAL 7 takımının komutanı olan James Reece'in kendisine yakın ve sevdiği tüm askerlerini operasyonda kaybetmesiyle çıkmakta. Suriye'deki gizli bir yeraltı görevi sırasında, Reece'in SEAL ekibi beklenmedik bir şekilde düşman kuvvetleri tarafından pusuya düşürülür ve 12 adamı ölür. Yaralı, kafası karışmış ve kederli Reece eve döner, ancak daha fazla kişisel trajedi yaşar; Arkadaşı ve ekip arkadaşı şüpheli bir şekilde öldükten günler sonra, Reece'e en yakın kişiler gizemli bir çete tarafından öldürülür. Bu dizi, post-travmatik şoku işlemek için karaktere bir nefes bile vermiyor. Yetkililer tüm bu olayların başrolünün, başarısız görevden dolayı PTSD'den muzdarip olduğunu ve beyninde bir tümör olduğunu fark ettiğimiz Reece olduğundan şüphelenmeye başlar. Akli dengesi yerinde olmayan bir asker kendi askerini mi öldürdü? Bu suikastçıları halüsinasyon olarak mı görüyor? Yoksa içinde bulunduğu oyunda daha büyük bir komplo mu var?

Reece, düşenlerin intikamını almak ve gerçeği bulmak için bir göreve çıkar. Dizi, Antonio Fuqua'nın yönettiği harika bir ilk bölümle başlıyor. Reece'in başına gelen trajik olaylar dizisinde her an detaylandırılmış. Aslında, dizi bize Reece'in yaşadığı travmanın gerçek ağırlığını göstermek için zaman alıyor. Yinelenen geçmişe dönüşler ve büyüleyici rüya gibi sekanslar, onu bir süre için güvenilmez bir anlatıcı haline bile getiriyor.

Ancak sonraki bölümler, bu mükemmel başlangıçtan pek yararlanamıyor. Sıradan olaylara sahip sıradan sekanslar birbiri ardına geliyor, istifleniyor ve daha geniş bir anlatının yapılabilmesi de zaman alıyor. Halihazırda 'intikam görevinde PTSD hastası Amerikan askeri' klişesi gibi yansıtılan bu dizi daha sıkıcı bir anlatıya sahip olamazdı sanırım.

Fakat dizi, sıra dışı bir şey denemeyen ve yine de ara sıra bizi şaşırtmayı başaran gidişatını son üç bölümde bozarak oldukça iyi bir yöne evriliyor. Özellikle bu bölümlerdeki aksiyon koreografisi, kesinlikle izlenmesi ve tadılması gereken bir zevk sunuyor. Özellikle, ormanda geçen ve kalıcı bir etki bırakan sürükleyici bir kovalamaca sahnesi var.

Ne yazık ki, burada bile, Reece'in sonunda kovalamacadan nasıl kurtulduğu konusunda pek çok açık var. Bu kolaylık, gösterinin kimi öldürüp kimi öldürmeyeceğine dair ahlaki duruşu değiştirme özgürlüğünün nedeni de olabilir. Bizi kahramanın davasının arkasına almak için bu kadar çaba harcayan bir dizi için bu tür tutarsızlıklar yardımcı olmuyor.

Üstelik Reece gibi bir karakter her şeyden bu kadar kolay bir sıyrılmayı hak etmiyor. Uzaktan, Frank Castle (Punisher), Jack Reacher (Reacher) veya Jack Ryan (TV dizisi) ile aynı kalıptan kesilmiş gibi görünüyor. Hepsi intikam/yanlış suçlama/hükümet komplosu ile ilgili hikayelerde yer alan kırılmaz, stoacı, üstün asker karakterlerdir ve çok daha zorlu bir süreçten geçerken Reece'in herşeyi göz açıp kapayıncaya kadar aşması bir garip.

Reece, sahip olduğu zayıf noktalarının tereddütsüz ve kapsamlı tasviriyle diğerlerinden ayrılıyor; Pratt'in kasvetli gözleri bir süre neredeyse ekranımıza yerleşiyor. Kazandığından daha fazla acı çektiğini görüyoruz ve bunun insani durumu, tüm engelleri tek başına yok ettiği büyük aksiyon sahneleri gibi, o zafer anlarına yalnızca daha fazla katkıda bulunuyor. Destek aldığında bile, Reece mücadelesinde yalnızdır. İlginçtir ki, peşinden koştuğu gerçeğin aslını bulduğunda bile sahneler sanki yeterli gelmiyor gibi. 

Diğer taraftan, Reece'in kapladığı alan çok büyük ve bu durum karşısına aldığı birçok düşmanının kişiliklerini, hikayelerini ve motivasyonlarını tamamen cevapsız bırakıyor. Birçoğu, yaptıklarını neden yaptıklarını açıklamak için en fazla bir diyalog alıyor. Neyse ki, bir savaş muhabiri olan Katie Buranek (Constance Wu) ve bir CIA ajanı olan Ben Edwards (Taylor Kitsch) gibi diğer önemli karakterler tam teşekküllü roller alıyorlar. 

Tüm oyuncuların ellerinden gelenin en iyisini yapmalarına rağmen, The Terminal List, her ne kadar eksik ve açıkları olan bir hikayeye sahip olsa da Chris Pratt'ın sergilediği oyunculuk gerçekten de bu diziyi öne çıkaran güzel bir detay. Sekiz saatlik ekran süresine yayılan bir karakter dizisi, yıldızın oyunculuk becerilerini test etmesi için iyi bir fırsat olduğunu kanıtlıyor. Garip bir şekilde, diziyi büyük aksiyon sahnelerinden daha akılda kalıcı kılan şey, aslında, kahramanın duygusal iniş ve çıkışları oluyor. Bir cam kapıya uçan bir kuşun geri dönüşünün nasıl bir geri çağrı aldığından, İncil'deki bir hikaye hakkındaki açılış monologunun seri boyunca nasıl yankılandığına kadar... Bu sekiz saatlik izleme sürecinden sonra, dizi hakkında düşünebilecek ve hatırlayabilecek bir kaç şey bıırakabiliyor insanın aklında

Siz izleme fırsatı bulabildiniz mi ? Eğer izlediyseniz yorumlarınızı yazmaktan çekinmeyin! Bir sonraki yazımda görüşmek üzere :)