Tolkien'in "Ölümsüzlük" Tasviri ve Geleceğin İnsanları Üzerine Öngörüler

Elfler çok yaşamış da n'olmuş?

Ölüm, hepimizi korkutuyor değil mi? Kaç yaşında olursak olalım, yaşama isteğini iliklerimize kadar hissediyoruz. Belki takipçisi olmamız gereken sorumluluklarımız vardır. Belki hayatın o tatlı esintisinden vazgeçmek zor gelir. Belki de sadece, ölümün ardında yatan belirsizlikten korkuyoruzdur. Ama ne sebebi olursa olsun “uzun hayat” herkesin hayali. Peki gerçekten, ölüm gibi bir kavram hiç var olmasaydı veya çok uzun zaman hayatta kalabilseydik günlük yaşamda ne değişirdi? Düşünce dünyamız nasıl olurdu? Zaman algımız nasıl değişirdi? Acaba 1000 yaşındaki bir birey ile 80 yaşındaki biri arasında ne gibi farklılıklar olurdu? Bu soruları farklı yöntemlere başvurarak cevaplandırabiliriz. Hayal gücü de bunlardan biri. Zira günümüz teknolojilerini, hayat biçimlerini veya toplum normlarını geçmiş eserlerde rastlayabiliyorsak geleceğin kendisini de pekâlâ bugünün eserlerinde görebiliriz. Sözgelimi, Tolkien’in başyapıtı olan “Yüzüklerin Efendisi” evrenindeki “Elf” halkı, farklı açılardan adeta idealize edilmiş bir insan modelini gözler önüne sergiler. Devamlı gelişmek ve ilerleme gayretini gösteren insanlık, tabi ki de ideal olana ulaşacaktır, bir anlamda da “Elfleşecektir”. Nitekim Elfler, insanlığın korkulu rüyası olan ölümden muaftırlar ve bu anlamda insanın yaşama güdüsünün bir tezahürüdürler. 

İlk olarak dikkat çekmek istediğim mevzu, kavramsal olarak ölüm fikrinin algılanışı üzerine. Nitekim burada ölümsüz varlıklardan bahsediyoruz. İşbu ölüm, Elfler için oldukça uzak bir kompleks. Elbette bir kılıç darbesi ile hala ölebilimekteler. Fakat öldüklerinde bile Tanrılarının isteği doğrultusunda fiziksel dünyaya geri döndürülebiliyorlar. Ölüm kavramından bu kadar uzak kalmak ise diğer ölümlülere bakış açısını oldukça olumsuz etkilemektedir. Kendilerini diğerlerinden üstün görmektedirler ve haliyle kolay kolay da farklı ırklarla iletişim kurmaya çalışmazlar. Buna gerek görmezler. Yaşadıkları şehirler bile görkemli ama diğer topluluklardan oldukça izole bir şekilde inşa edilmiştir. Bu durum da elbette ırkçılığa sebep olmakta. Dünyayı sarsan büyük olaylar bile bu ırkçılığın sonucu olabilmektedir. Sözgelimi,  Sauron’un Gondor’u işgal etmesinde yine Elflerin ölümlü insanların uyarılarını dikkate almamasından dolayı olduğunu “Silmarillion” üzerinden öğrenebilmekteyiz. Hasılı uzun ömrün, kendisinden olmayanlara karşı empati yeteneğini körelttiğini.

Uzun ömrün bir başka etkisi de yazılı ve sözlü edebiyatın etkinliğini uzun süre göstermesidir. Zira Elfler, bilgi birikimlerini ve fikirlerini uzun süreler çevrelerine aktarabilmektedirler. Dolayısıyla kuşaktan kuşağa bilgi ve tecrübe aktarımı sadece yazı ile değil sözlü edebiyat ile de aktarılabilmektedir. Şarkılar bu anlamda önem arz eder. Bilmeceler de yine edebiyatın yapı taşlarından biri olmuştur. Zira edebiyatı üreten ve tüketenlerin, yazın ile çok uzun zaman geçirebildiğini düşünürsek hâkim olan edebi zevkin kapalı anlatım üzerine olması gayet doğaldır. Basit anlatımlar Elfler için oldukça yavandır. Dolayısıyla edebiyat anlayışı ve fikriyat aktarımı da zaman algısı üzerinden şekillenebileceği kanaatindeyim. 

Tolkien’in yazdıkları, her ne kadar bize kesin veriler vermese de bizlere bir öngörü sunabileceğini düşünüyorum. Zira sadece sanat ürünleri değil teknoloji de hayal gücünün bir ürünüdür ve belki de büyük torunlarımız Yüzüklerin Efendisi’ni 1000 yaşındayken okuyup yaşadığı toplumdan izler görebilecektir. Zira geleceğin inşası, biz insanların hayal gücünden geçmekte.