Toplumsal Cinsiyet Rollerinin Dışında: Kadınların İşgücüne Katılımı

Toplumsal cinsiyet rollerinin kalıplaşmış sorumluluklarının tamamen dışına çıktığımız bir dünya dileğiyle!

Toplumsal cinsiyet rolleri, kadın ve erkek arasındaki farklılıkların toplumsal normlar ve yapılar tarafından nasıl şekillendirildiğini anlamak için önemli bir konudur. Toplum tarafından kadınlara yüklenen kalıp roller gereği kadınlar yaşamın birçok noktasında geri planda kalmaktadır. Bunlardan biri de iş yaşamı. Kadınlar, geri planda kalmanın yanında birçok zorluk ve sorunla da karşı karşıya. Sadece ülkemizde değil, dünya genelinde de kadınların işgücüne katılım oranı hala düşük seviyede. Bu yazıda toplumsal cinsiyet eşitsizliği üzerinden kadınların iş yaşamında karşılaştıkları zorlukları ele alacağız.

Toplumsal normlar, kadınlara ev işleri, çocuk bakımı ve eşlerine karşı yerine getirmeleri bazı görevler gibi sorumluluklar yüklerken, erkeklere de eve ekmek getirme, ailesine maddi destek olma gibi temel sorumluluklar yükler. Kadınların ve erkeklerin temel sorumluluklarının tarihçesine baktığımızda, antik çağdan orta çağa kadar erkeklerin avlanıp, savaşıp veya para kazanıp, kadınların ev işleriyle ve çocuk bakımıyla ilgilendiğini görürüz. Sanayi devrimiyle beraber kadınlar fabrikalarda çalışmaya başladı ve kamusal alanda daha fazla görünürlük kazandı. Ancak bu hala yetersizdi ve cinsiyet eşitsizliği devam etti. 20. yüzyılın ortalarına doğru kadın hakları ve feminizm, toplumsal cinsiyet rollerini sorgulamaya başladı. İş yaşamında daha fazla yer almaları, seçme ve seçilme hakkı kazanmaları, sosyal yaşamda daha görünür olmaları cinsiyet eşitliği mücadelesi sonucunda elde ettikleri kazanımlar oldu. Günümüze gelecek olursak, toplumsal cinsiyet rolleri azımsanamayacak derecede varlığını sürdürüyor, fakat kadınlar ve erkekler arasında toplumsal cinsiyet rolleriyle ilgili farkındalık ve çaba da artıyor.

Toplumsal cinsiyet rolleri kültürel, sosyal ve ekonomik faktörlerden etkileniyor ve sürekli değişiyor. Fakat, günümüzde hala belirli toplumsal cinsiyet rolleri varlığını sürdürürken, kadınlar yaşamlarında birtakım zorluklarla karşılaşmaya devam ediyor. Özellikle iş yaşamında kadınlar, toplumsal cinsiyet rolleri nedeniyle geri planda kalıyor ve engellerle mücadele ediyor. Örneğin, üst düzey yönetici pozisyonlarında kadınların temsil oranının oldukça düşük olduğunu görüyoruz. Aynı iş yerinde, aynı işi yapan kadın ve erkeğin yaptıkları iş karşılığında aldıkları ücret bile eşit değil. Maddi olarak, kadınların yaptıkları işten aldıkları ücret erkeklere oranla daha düşük. Bu, kadınların maddi açıdan daha fazla çaba göstermek zorunda kalması demektir.

 İşe alım sürecinde ise, erkeklere daha fazla ayrıcalık gösterildiği gözle görülür derecededir. Kadınlar, iş başvuru süreçlerinde evli değillerse kısa süre içinde evlenebilecekleri, evlilerse yine kısa bir süre içinde çocuk sahibi olabilecekleri gibi durumlar göz önünde bulundurulur. Fakat erkekler için böyle kriterlerin çok fazla değerlendirmeye alındığı söylenemez. Bu durumda, yine kadınlar üzerine belirli bir rol yüklenmiş olur. O rol de, kadınların ev yaşamlarında erkeklere göre daha fazla sorumlu ve aktif olması gerektiğidir. Kadınlar, iş ve ev yaşamı arasında denge kurmakta zorlanır ve genellikle bir tercih yapmak zorunda kalır. Eğer, çalışmaktan vazgeçerse toplum tarafından takdir görür, çalışmaktan vazgeçmezse ve ev yaşamına yeterli görülen önemi göstermezse tam tersi bir tepkiyle karşılaşabilir hatta sorumsuzluk ve düşüncesizlikle yargılanabilir. Halbuki, kadınların da erkeklerin de ev yaşamlarında aynı derece sorumluluk sahibi olması gereklidir ama toplumsal cinsiyet rolleri hala bu görüşe karşı durmaktadır.

 Benzer olarak, meslek seçimlerinde de kadınlar ve erkekler arasında farklılıklar oluşturulmuştur. Bazı meslekler kadınlar için daha uygun görülürken, erkekler için de uygun meslekler tabii belirlenmiştir. Bu durumda, yine toplumsal cinsiyet rollerinin meslek seçimi üzerinde de yoğun bir etkisinin bulunduğunu görebiliriz. Bazı meslekler için kadınlar yetersiz, güçsüz veya ilgisiz kabul edilir. Fiziki güçten ziyade, örneğin siyaset alanında kadın temsillerinin düşük olması, kadınların siyasetle yakından ilişkilendirilmemesi, siyasetten anlamadıkları ve beceremedikleri yönünde negatif ayrımcılıklar yapılmaktadır. Siyasi arenada, liderlik ve güç önemli bir figür olarak kabul edilirken, kadınların da liderlik ve güç gibi vasıflara sahip olamayacağı görüşü yaygındır. Siyasetçiler arasında kadınların geri planda kalması, toplumda ise kadın siyasetçilere güvenin ve inancın erkek siyasetlere görece daha az olması şeklinde örnekler de verilebilir.

Siyaset alanında konuşuyorken, mevcut siyasi iktidarın ve partilerin de kadınların işgücüne katılımı arttırmaya yönelik yoğun bir teşvik ve çalışma görememekteyiz. Aksine, yıllardır siyasetçilerin kadınların işgücüne katılımlarını yanlış ve gereksiz bulduklarını, kadınların yerinin evleri olduğu ve ev işi, çocuk bakımı gibi işlerin onların görevi olduğunu belirten ifadelerine de tanık oluyoruz. Günümüzde hala bu tarz cinsiyetçi söylemlerin devam etmesi toplumsal cinsiyet rolleri arasındaki eşitsizlikleri gidermek bir yana aradaki farklılıkları daha da arttırmaya neden olmaktadır.

Kadınlar, önlerine çıkan engellere karşı zorlu mücadelelerini devam ettiriyor ve gerek iş gerekse sosyal yaşamda kimsenin gerisinde kalmamaya, eşit şartlar altında yaşamlarının sürdürmeye çalışıyor. Her ne kadar kadınlar mücadele gösterse de toplumun bu konuda bilinç kazanması işleri kolaylaştıracak en temel noktadır. Toplum, kadın erkek eşitliği konusunda ve kalıplaşmış toplumsal cinsiyet rollerinin dışına çıkması konusunda daha fazla bilgilendirilmeli. Eğitim, iş ve sosyal yaşamda toplumsal cinsiyet eşitliği üzerine eğitimler, seminerler, kampanyalar yapılmalı ve iş yerlerinde cinsiyet eşitliği politikaları uygulanmalı. Aynı zamanda yasal düzenlemeler de yapılarak cinsiyet eşitliği güvenceye alınmalı. Kadınların eğitimlerine, girişim ve istihdamlarına önem verilirken aynı zamanda erkeklerin de bilinçlendirilmesi gereklidir.

 Yüzyıllardır temel hak ve özgürlüklere sahip olabilmek için türlü mücadeleler veren kadınlarımızın, en yakın zamanda artık savaşmak zorunda olmadan eğitim, iş ve sosyal yaşantılarında eşit muamele görmelerini ve ayrımcılığa maruz kalmamalarını diliyoruz. Bilinçli toplum, iyi bir geleceğin temelidir.