Toplumsal Cinsiyet Ve Medya
Feminizm araştırmaları, çok sayıda farklı disiplin çerçevesinde uzun yıllardır yapılmaktadır.Peki feminizm sadece bir fikirler demeti midir?
Feminizm araştırmaları, psikoloji, sosyoloji, kadın çalışmaları ve edebiyat gibi çok sayıda farklı disiplin çerçevesinde, uzun yıllardır yapılmaktadır. Feminizm sadece bir fikirler demeti midir? Hayır feminizm sadece bir fikirler demeti değil aynı zamanda toplumun yapısını değiştirip dönüştürmeye aday uygulamalar öneren bir siyasal harekettir.
Feminizm denince ilk akla gelen şeylerden biri de erkek düşmanlığıdır. Fakat bu herkesçe bilinen yanlışlar arasındadır aslında feminizmin temel endişesi daha çok kadın özgürlüğüne dayanmaktadır. Feminizm tarihçesine gelecek olursak ilk olarak Fransız Devriminden sonra Fransa’da ortaya çıkan bu akım, Fransız İhtilal’ inde Olympe Gouges’ in 1791’de yayınladığı “Kadın Hakları Beyannamesi” ile ortaya atılmış oldu. Bilinen ilk feminist filozof Mary Wollstonecraft' tır.
Modern anlamda bir felsefe ve bir hareket olarak feminizmin kökeni Aydınlanma Döneminde görülmektedir. Feminizm Aydınlanma Çağından öncede vardı fakat temelleri 17 ve 18.yy'da atıldı, Bu yıllardan önce sadece düşünsel olarak feminizmin varlığından söz edebiliriz.Feminizm 19. yüzyılda kadınlara adaletsiz davranıldığına ilişkin inancın artmasıyla organize bir hareket haline geldi. Bu ilerlemeci hareket özellikle 19.yüzyıldaki reform hareketi içinde yer almaktadır. Bu harekete 1837 yılında 'feminisme' adını veren filozof Charles Fourier'dir.
1808 yılında kadın haklarının genişletilmesinin bütün sosyal ilerlemenin ana ilkesi olduğunu söyleyen feminizm kelimesinin yaratıcısı Charles Fourier, 1820 yılında kaleme aldığı Doğadan Aşk Dünyasına adlı eserinde cinsiyete dayalı hiyerarşik iş bölümü üzerine, bizlerin kadınları mutfaklara ve ocakların başına hapsetmemiz ile bu toplumsal düzen sağlanamaz demiştir. İşte tam olarak feminizmin anlamı bu cümlede saklıdır ama tabiki anlamak isteyene. Daha sonra ilk kadın hakları toplantısı 19-20 Temmuz 1848'de, Seneca Falls (New York)'ta gerçekleşen toplantıda tartışıldı ve imzaya açıldı. Bildirge, “kadınların toplumsal, medeni ve dini alanlardaki durumu ve hakları” üzerineydi .Kadınlar ilk burada olmak üzere daha sonrasında ise birçok ülkede kadın hakları kabul edilmeye başlandı. Bu kararı vermek yine erkeklerin elindeydi. Ancak onların verdiği kararlarla kadınlar bu hakka sahip olmuş oldu ama yinede bu önemli bir durumdu çünkü bu hakla birlikte feminizm gelişmeye başladı.
Feminizm, ortaya çıkışından itibaren farklı dalgalar halinde ilerledi. Ancak şunu unutmamak gerekir, dalgalar ve akımlarla ilgili bu genel tanımlamalar ve farklar, tekil hareketlerde veya gruplarda farklı akımların etkilerinin bir arada var olduğu gerçeğini değiştirmiyor.19.ve 20.yy'ın başlarında başlayan kadınların oy hakkı, kadınların eğitim hakkı, daha iyi çalışma koşulları ve cinsiyet çifte standartlarının kaldırılmaya çalışılmasını sağlayan birinci dalga feminizm olarak bilinir. Kadınlara kendi haklarını özgürce savunma ortamı, 19. yüzyılda siyaset felsefesi açısından demokrasinin özgürlük ve eşitlik fikrinin benimsenmesi ile ortaya atılmıştır. Bu anlamda birinci dalga feminizm, kadınların hem siyasi katılımı anlamında oy haklarını hem de eğitim ve çalışma haklarını kazanmasında kendi dönemi içinde radikal sayılan bir açılım sunmuştur. “Kişisel olan politiktir.” önerimini ortaya atan ve 1. dalganın ‘eşitlik’ ifadesinin yanına ‘özgürlük’ ifadesini ekleyen 2. dalga feminizm, 1960’lı yıllarda ortaya çıktı.1. dalga feminizmin hukuksal alanda eşitlik talebine ek olarak 2. dalga feminizmde, kadınlar için her alanda özgürlük talep ediyordu. Bu önerme, kadınların özel alanlarının da baskı, güç ve iktidara maruz kaldığını bu sebeple de kadınların kişisel ve özel alanlarında siyasetin ve politikanın var olduğunu ileri sürüyordu. Erkekler tarafından kadınlara uygulanan şiddet ve baskının toplumsal olduğu ve kişisel olan eşitsizliklerin tamamının temelinde toplumsal ve yapısal eşitsizliklerin yatmadığını ifade ediyordu. Feministler 2. dalgada özel-kamusal alan ayrımına da değiniyorlardı. Özel alan, ev ve aile içi gibi kişisel alanları kapsarken kamusal alan iş ilişkileri ya da toplumla ilgili etkinlikleri kapsamaktaydı ve kişisel alana devlet müdahale etmiyordu; siyaset kamusal alan içerisine dahildi.
2. dalga feminizmin ve feminist felsefenin öncüsü olan Simone De Beauvoir’ın İkinci Cinsiyet kitabında kullandığı “öteki” kelimesi(kavramı) kadınların birçok alanda eşitsizliğe maruz kalışlarını da ortaya koymaktadır. Simone de Beauvoir bu kitapta kadın nedir, kadını kadın yapan nedir gibi sorulara cevap ararken, kadının ve erkeğin toplum ve toplumsallaşma içerisindeki konumunu da gözler önüne sererek eleştiriyordu. Erkek, aklıyla yani rasyonel düşünen bir varlık, özne gibi insanın kendisine atfedilen zihinsel faaliyetleriyle kavramsallaştırılırken kadın, insan özünde görülen zihinsel özelliklerle(akılcı) değil bedensel özelliklere referansla, ‘erkeğin ötekisi’ olarak görülüyordu. Kadın, anne veya anne olabilir varlık olarak, aklıyla hareket etmek yerine duygusal olan bir varlık olarak öne çıkıyordu. Beauvoir, “kadınların tarihsel bir olay sonucu değil, insanlığın var oluşundan beri sömürüldüğünü ve ötekileştirildiğini” söylemekteydi. İkinci Cins kitabında yine akıllara gelen o sözleri şunlardır 'kadın doğulmaz, kadın olunur. Burada yine toplumsal cinsiyet kavramını temellerini attığını görmek mümkündür.'Kadınların kurtuluşu karınlarından başlayacak' sözünü de yine Simone De Beauvoir söylemiştir. Bu söz feminizm açısından çok önemlidir. Çünkü kadınlar, bedenlerinin erkek denetiminden çıkmasını talep etmişlerdir. Batı’nın doğurganlıkla cinselliğin birbirinden ayrılması için doğum kontrolünün yaygınlaştırılması isteği gündeme getirilmiştir. Tam anlamıyla güvenli doğum kontrol sistemi henüz yaratılmadığı için kadına kürtaj hakkının tanınması, kadının kendi bedeni üzerinde söz sahibi olunması istenmiştir. Bu alandaki mücadeleleri Kuzey Avrupa ve ABD’de etkin olarak devam etmiş, özellikle İngiltere’deki feministlerin mücadeleleri sonucu doğum kontrol uygulaması yasalaşmıştır. Üçüncü dalga feminizm ise çok sayıda farklı feminist faaliyet ve araştırma kolundan oluşur. Feminist olmayı yeniden tanımlaması çerçevesinde "bireysel" bir harekettir. Üçüncü dalga, ikinci dalga feminizmin başarısızlığı olarak değerlendirilen konular arasında kurulan örgütler ve hareketlere tepki olarak ortaya çıkmıştır. Üçüncü dalga feminizm, kadın gibi kadın kavramını eleştirdiği gibi, erkeksiliği ve bununla beraber ikinci dalga feminizmde görmezden gelinen LGBT bireylerin de feminist hareketin bir parçası olduğunu savunur.
Üçüncü dalga feminizmin önde gelen isimlerinden biri Judith Butler’dir. Butler , nasıl ki feminist gelenek, cinsiyet ve toplumsal cinsiyet ayrımına giderek , kadınların sosyal varlıklarının anlamının, onların psikolojik yapılarından kaynaklandığını ileri sürüyorsa ve doğalcı açıklamalarla eleştirel bir ilişki yürütmüş ise insanın bizzat kendisi hakkındaki fenomenolojik teoriler de benzer bir şekilde, bedensel varlığı ve biçimlendirilmiş varlığın yaşanan deneyim bağlamında varsaydığı anlamları yapılandıran psikolojik ve biyolojik nedensellikler ayrımıyla ilgilenmiştir.
Üçüncü feminizm kadını öz almak yerine bireyi öz alır ve kadın ve birey var olmaya devam ettikçe varlığını gelişerek sürdürmektedir. Kısaca Feminizm içinde her dalga, kadın bedeni üzerindeki tahakkümle ilgili olarak kendi savaşını verdi. Dalgaları bu şekilde açıklamak mümkündür.
Feminizmi tek bir feminizm olarak değerlendirmekte yanlış olacaktır. Çünkü feminizm birçok alt dala ayrılır. Bunlar Radikal Feminizm, Eşitlikçi Feminizm, Liberal Feminizm, Kültürel Feminizm, Marksist Feminizm, Sosyalist Feminizm... Bu alt dallardan radikal feminizme göz atacak olursak radikal feminizmin, toplumda temel kötülüğün toplumun üzerinde şekillendiği kadına yönelik baskı veya ataerkillik olduğu ve düzenlenmeye karşı çıkmanın temelini tüm standart cinsiyet rolleri ve erkek hakimiyetine karşı çıkmakta gören feminizmin bir kolu olduğu açıkça görülür. Radikal feminizm, daha çok baskıcı ataerkil sistemi, cinsiyetçi sınıf sistemi,annelik anlayışı, evlilik kurumu, ataerkil sistem gibi temel konular üzerinde durmuştur.
Ataerkilliğin erkekler lehine kadınlar aleyhine bir baskı yapısı oluşturduğunu ileri sürer.Günümüzde ise, üçüncü dalga olarak da ifade edilen radikal feministlerle birlikte feminizm anlayışı, farklılıklar üzerine inşa edilmiştir.18. yüzyılda ortaya çıkan feminizm akımının 21. yüzyıla kadar içeriğinin ve anlamının değişime uğradığı bu şekilde gözler önüne serilir. Feminizm günümüze kadar değişmiş ve gelişmiştir fakat tam olarak bu sorunların bittiği anlamına gelmiyor. 21.yüzyılda insanlar hala cinsiyetçi düşünceden vazgeçememiş durumdalar. Cinsiyetçi düşünce bize, birbirimizi merhametsizce yargılayıp acımasızca cezalandırmayı öğretmekten başka bir şeye yaramıyor. Bu yüzden feminizmi gerçekten anlamak önemlidir. Feminizmi belirli kalıplara sokup onu sadece yüzeysel bir harekete indirgemek yalnızca feminizmi kabul etmek istemeyenlerin yapacağı bir kanı olarak karşımıza çıkmaktadır.