Tükenmişliğin neresindeyiz?

"Yorgun hissediyorum, çalışmak istemiyorum, kimseyle ilgilenmek istemiyorum..." Durumunun geçici olduğunu düşünüyorsun. Peki ya tükendiysen?

Yoğun çalışma saatleri, sürekli bilgisayar karşısında oturmak, devamlı müşteri memnuniyetine odaklanmak, ayın satış hedeflerine ulaşmaya çalışmak, geçimsiz iş arkadaşları ile uğraşmak, ait hissedememek, adil bir ortamda bulunmadığınızı düşünmek, hayat akıp giderken sürekli yorgun hissetmekten anda kalamamak, anı yaşayamamak, uzmanlaştığın alanın dışında başka bir mesleği yapmak zorunda kalmak veya yöneticilerin gözünden düşmemek için kendinden ödün vermek... Peki bunca etkenin yarattığı stres bizi çalışma hayatımızda tüketmiyor mu? Tüketiyorsa ne kadar tükendik, nereden bileceğiz?

İngiliz Edebiyatçı Graham Greene, 1960'lı yıllarda yayınladığı “Bir Tükenmişlik Olayı (A Burn-Out Case)” adlı romanında bir mimarın psikolojik olarak çökmesi ve işi bırakıp Afrika ormanlarına gidişini anlatmıştır. Romanda tükenmişlik kavramı ilk defa dile getirilmiş ve “aşırı derecede bitkinlik ve bireyin işine duyduğu öfke” olarak tanımlanmıştır. Amerikalı sosyal psikolog Christina Maslach tükenmişlik kavramını işi gereği yoğun duygusal taleplere maruz kalan ve sürekli diğer insanlarla yüz yüze çalışmak durumunda olan kişilerde görülen fiziksel bitkinlik, uzun süreli yorgunluk, çaresizlik ve umutsuzluk duygularının yapılan işe, hayata ve diğer insanlara karşı olumsuz tutumlarla yansıması ile oluşan bir sendrom olarak tanımlamaktadır (Maslach ve Jackson, 1981). Ayrıca Maslach ve Jackson tükenmişliğin üç boyuttan oluştuğunu ve bu boyutların birbirine bağlı olarak aşamalı ilerlediğini öne sürmüşlerdir. Bu boyutlar sırasıyla “duygusal tükenme”, “duyarsızlaşma” ve “kişisel başarının azalması”dır.

Duygusal tükenme durumu bireysel stresten dolayı ortaya çıkmaktadır. Maslach’a göre tükenmişlik sendromu ilk olarak aşırı kronikleşmiş iş talebinin bireyin duygusal kaynaklarını tüketmesinden kaynaklanmaktadır. Bu durum duygusal tükenmenin oluşmasını sağlamaktadır. Özellikle hizmet sektöründe çalışan bireyler hem işvereni ve müşterilerle hem de iş arkadaşlarıyla sürekli denge kurmak zorundadırlar. Bu dengeyi kuramadıklarında ve iletişim sorunu yaşadıklarında strese girerler ve hem duygusal hem de fiziksel kaynaklarında azalma başlar.

Diğer bir boyutta birey, savunma mekanizmasının bir sonucu olarak çevresindeki insanlarla olan ilişkisini sınırlamakta ve psikolojik olarak insanlardan uzaklaşmaktadır. Bu şekliyle duyarsızlaşma, birey ile iş talebi arasında duygusal bir tampon görevi görmektedir. Duyarsızlaşma sonucu bireyler hizmet verdikleri kişileri küçümsemeye başlar, onlara birer nesne gibi davranır ve umursamaz, alaycı bir tutum sergiler. Ayrıca başkalarının duygularına kayıtsız kalırlar. Bu da çalışanların müşterilere karşı ilgisiz davranmasına sebep olur ve kurumsal imajı zedelemeye başlar.

Son olarak, birey daha önceki olumlu tutumlarıyla şimdiki tutumları arasındaki ayrımı fark etmeye başlar ve bunun sonucunda mesafeli tutumlarının, çalıştığı kuruma ve topluma katkılarını sınırladığını düşünerek iş ve insan ilişkileri konusunda bir yetersizlik duygusu içerisine girer. Birey, işini yapma ve müşterilerine hizmet sunma konusunda yetersiz olduğunu düşünür ve kendisini sürekli olumsuz olarak değerlendirir.

Tükenmişlik sendromu yaşayıp yaşamadığınızı anlamak için önce bazı belirtilerin bizde olup olmadığına bakmamız gerekmektedir. Sürekli yorgun hissetme, enerji azlığı, uyku bozukluğu, performansta düşüş, odaklanma ve hatırlama problemleri, karar vermede zorlanmak, kaslarda gerilme, sürekli endişe duyma, gelecek kaygısı, sık nezle olma, nefes almada güçlük, sindirim bozukluğu, baş ağrısı, sırt ağrısı, ağlama isteğinin gelmesi gibi belirtileri kendinizde gözlemliyorsanız ve ciddi bir fiziksel probleminiz yoksa tükenmişlik sendromu yaşıyor olabilirsiniz.


2020 yılının başından beri içinde bulunduğumuz Covid-19 pandemisi sebebiyle hem dünyada hem de ülkemizde başta hizmet sektörü olmak üzere birçok işletme uzun bir süre işyerini kapalı tutmuş ve kar elde edememiştir. Pandemi sürecinde alınan kararların gevşetilmesi ve sokağa çıkma yasaklarının bitmesiyle işverenler hızlıca zararlarını karşılama arayışlarına girmiş ve haliyle çalışanlarına da bu gerginliğini psikolojik baskı yaparak yansıtmıştır. Doğal olarak özellikle bulunduğumuz süreçte tükenmişlik sendromuna giren çalışan (hatta işveren) sayısı artacaktır. Ancak, bireyler içerisinde bulunduğu durumun farkına varırlarsa ve sendromu başlangıç seviyesindeyse, bir uzmana gitmeye gerek kalmadan kendi alacağı önlemler ile bu sendromdan büyük ölçüde kurtulacaktır. Bu önlemler herkesin bildiği gibi bir hobiyle veya sevdiği bir sporla uğraşmak, sendromun getirdiği kaygıyı azaltmak için alkolden, kafeinli ve şekerli içeceklerden bir süre uzak durmak, durumun farkında olmak gibi küçük değişiklikler bireyin sendromunun ilerlemesini engelleyecektir. Ancak sendrom ileri seviyedeyse, yukarıda bahsettiğim boyutların her biri derinlemesine yaşanıyorsa, bir uzmanla görüşüp klinik tedavisi alınması en doğru çözüm olacaktır.