Türk Anayasalarının Toplumsal Mutakabatı Üzerine

Türk Anayasalarının Yapım Sürecinde Toplumsal Mutabakat Sağlanmış mıdır?

Anayasa devletlerde veya demokrasilerde anayasa devlet güçlerini tanımlayan ve yetkilendiren, birey hak ve özgürlüklerini tanımlayan metinlerdir. Ayrıca anayasalar normalar hiyerarşisinin en tepesinde yer alan hukuki işlem olması dolayısıyla da hukuk devletinin de bir gereğidir. Tarihsel süreç içerisinde anayasal devlet olgusu demokratik rejim ile beraber çıkmamıştır. Anayasal devlet geleneğimizin yaklaşık 150 yıllık bir tarihsel geçmişi olmasına rağmen demokratiklik geçmişimiz ortalama 70 yılla yakındır (Özbudun 2016, 253). Bu süreç içerisinde beşten fazla anayasa yapımı süreci geçirilmiştir. Anayasaların yapım aşamasında toplumsal mutabakatın sağlanması o anayasaları daha istikrarlı kılmaktadır. Bu nedenle çalışma da anayasa yapımı sırasında asli kurucu iktidarın ne şekilde tezahür ettiği, hangi kurum ve kurallar çerçevesinde anayasaların hazırlandığı ve toplumsal mutabakata dayanıp dayanmadığı bu konu özelinde incelenecektir. Tali kurucu iktidar tarafından meydana getirilen anayasa değişiklikleri çerçevesinde anayasa yapımı ise konumuzun dışarısında kalmaktadır.

1876 Anayasası

1876 Anayasasının yapımında direkt olarak padişahın rolü bulunmaktadır. Padişahın yönlendirmesi sonucunda anayasayı hazırlamakla görevli Cemiyet-i Mahsusa isimli bir komisyon kurulmuştur. Bu komisyonun içerisinde 2 asker, 16 sivil bürokrat ve 10 ulemadan gelmek üzere toplam 28 kişiden oluştuğu görülmekteydi. Çeşitli çağdaş ülkelerin anayasaları incelenerek ve daha önce yapılan anayasa taslakları da esas alınarak bir anayasa taslağı hazırlanmıştır. Sadrazam Mithat Paşa’nın başkanlığındaki Heyet-i Vukela’dan geçmiş ve 1876 yılında anayasa metini padişah tarafından kabul ve ilan edilmiştir (Tanör 2017, 132-133). 

Görüldüğü üzere anayasa doğrudan padişah tarafından atanmış bir komisyon tarafından hazırlanmış ve onun iradesiyle kabul edilmiş ve yürürlüğe girmiştir. Halkı temsil eden bir kurucu meclis veya halkoylaması olmamıştır. Bu nedenle 1876 anayasası padişahın tek yanlı bir işleminden doğmuş ferman anayasa niteliği taşır.

1921 Anayasası

1921 anayasası yapımı kurtuluş savaşı koşullarına denk gelmesine rağmen devletin ve rejimin hukukilik eğiliminin bir sonucu olarak ortaya çıktığı söylenebilir. Çünkü kurtuluş savaşı sırasında yeni bir devlet ve iktidar düzenine ilişkin temel kuralların eksikliği gün yüzüne çıkmıştı. Bu nedenle anayasa yapım ihtiyacı ortaya çıkmıştır.

1921 anayasasına giden ilk adımı icra vekilleri heyeti tarafından hazırlanana Teşkilat-ı Esasiye kanunu Lâhiyası isimli metinin sunulması yeni anayasaya giden ilk adım oldu. Meclis kuruluna sunulan bu metin bir anayasa niteliğindeydi. Ancak ilk etapta bu metnin niteliği tartışma konusu olmuş ve nihayetinde her şubeden temsilcinin bulunduğu bir Encümen-i Mahsusa isimli bir geçici komisyon oluşturulmuş ve iki ay kadar geçici bir şekilde işlev görmüştür. Encümen-i Mahsusa anayasa taslağı üzerinde bir rapor oluşturmuş ve meclise sunmuştur. Nihayetinde iki ay kadar süren meclis görüşmeleri sonucunda yenilikçi ve gelenekçiler arasında uzlaşma sağlanmış veya konsensüs oluşturularak çözülmeyen konular ertelenmiştir (Tanör 2017, 247-250).

1921 anayasası hazırlanışı ve kabul özellikleri bakımında Türk anayasaları içerisinde en demokratik olanı olduğu söylenebilir. Birçok toplumsal kesimden ve ideolojik açıdan parçalı yapıdaki mecliste her konu tartışılmış ve uzlaşma sağlamıştır.

1924 Anayasası

İkinci Büyük Millet Meclisi bir kurucu meclis niteliğinde değildi, bu amaç için seçilmemişti. Ancak BMM ulusun tek temsilcisi ve yetkili organıydı. Bu nedenle anayasa çalışmaları Kanun-i Esasi Encümeni tarafından anayasa çalışmalarını yürütmüştür. Bu encümen kendiliğinden bir anayasa taslağı hazırlamış ve meclis genel kuruluna sunmuştur.

Meclis genel kurulunda anayasa taslağı üzerinde çeşitli konular üzerinde tartışmalar yaşanmıştır. İlk tartışma anayasa metnin kabul usulüne ilişkin konuda olmuştur. Taslak öneride kabul yeter sayısı meclis üye tamsayısının üçte ikisi şeklinde ifade edilse de bu öneri çok yüksek bir nisap önermesi dolayısıyla kabul edilmemiştir. Salt çoğunluğun üçte ikisi şeklindeki kural kabul edilmiştir. Anayasa taslağında kabul görmeyen diğer konular ise çift meclis sistemi ve cumhurbaşkanın yetkileri ile ilgili hükümlerdir. Cumhurbaşkanı’na güçleştirici veto tanımlayan ve fesih yetkisi veren anayasa hükümleri katiyen kabul edilmemiş, sert eleştiriler yapılmıştır. Meclisin üstünlüğü ve milli egemenlik kavramları açıkça vurgulanmıştır. Görüldüğü üzere Atatürk gibi kurtuluş savaşının kahramanı olan bir lidere dahi bu yetkiler verilmemiş. Ayrıca TBMM üyelerinin hepsinin adaylıkları Mustafa Kemal’e borçlu olunmasına rağmen böyle bir diyet borcu şeklinde bir yönelime girilmemesi meclisin ne kadar sahici ve kurumsal bir nitelik taşıdığının göstergesidir (Tanör 2017, 290-293). 

Sonuç olarak 1924 anayasası Mustafa Kemal ve onun tarafından oluşturulan meclis grubunca hazırlanmıştır. 1921 anayasasının aksine bu dönemde mecliste yalnızca Mustafa Kemal Atatürk’ün grubu ve partisi yer almıştır. Zaten siyasi rejim gereği de bunu gerektirmektedir. Keza o dönemde sadece kurucu parti olarak CHP vardı. Toplumsal çeşitliliğe dayanan bir mutabakatın varlığından ziyade toplumun bir kesiminin mutabakatı çerçevesinde anayasa yapılmıştır.

1961 Anayasası 

1961 anayasasının hazırlanmasının ve kabulünün üç aşamada gerçekleştiği gözlemlenmektedir. İlk aşamada İstanbul Hukuk Fakültesinden ve Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesinden çeşitli akademisyenler anayasaya ilişkin ön tasarı hazırlamıştır. İstanbul Hukuk Fakültesi tarafından ön tasarı esas diğer metin ise yedek olarak işlev görmüştür.

1961 anayasasının yapımı sırasından Türkiye resmi olarak ilk defa kurucu meclis kurumu ile tanışmıştır. Ancak bu kurucu meclis aydınlardan oluşmakta; genel oya dayalı ve eşitlikçi bir biçimde oluşturulmamıştı. DP ve çizgisi temsil edilmiyordu. Dolayısıyla demokratik teori açısından oldukça sakat bir yapıdaydı. Kurucu meclis ön tasarıları tartışarak anayasa yapıcılığı görevini 27 Mayıs 1961 tarihinde ifa etmiştir.

157 sayılı kanun gereği anayasa tasarısı ayrıca halkoylamasına sunulmak zorundaydı. Eğer anayasa kabul edilmese bu defa yedinden bir anayasa yapılacağı ve halkoylaması yapılmadan bu anayasanın kabul edileceği öngörülüyordu. Bu süreçte CHP ve CKMP gibi partiler anayasayı destekleyici bir rol oynamışlardır. DP çizgisindeki partiler ise anayasayı hem destekleyen hem de desteklemeyen bir biçimde bir yönelim göstermiştir. Geçerli oyların %61.5’i ile anayasa kabul edilmiştir. Ancak %38.5’luk oy da azımsanamayacak bir orandır. Bunun nedeni anayasa yapımında DP çizgisindeki toplumsal kesimin katılmamış olmasından kaynaklanmıştır (Tanör 2017, 371-377). 

Sonuç olarak bu anayasa yapım süreci de askeri bir rejim altında demokratik olmayan bir biçimde ortaya çıkmış ve gelişmiştir. Toplumun tüm kesimlerinin temsili ve iradesi ile kabul edilen bir anayasa yapım süreci işletilmemiştir. Çünkü 1961 anayasası gerçekte 1960 darbesini yapan 38 kişilik bir cunta ekibi tarafından Milli Birlik Komitesi’nin biçimlendirdiği Temsilciler Meclisine yaptırılmıştır. Bu anayasanın yapımında serbest seçim, genel oy, partilerin temsiliyet, seçilmişlik, vekillik, temsilcilik gibi demokrasinin başat unsurlarından hiçbiri yer almamıştır (Parla 2016, 34).

1982 Anayasası

1982 Anayasası yapımında da benzer biçimde Danışma Meclisi askeri cunta tarafından tayin edilmiştir. Anayasa son halini veren milli Güvenlik Konseyi de millet iradesinin askeri cunta tarafından millet iradesinin hiçbir şekilde yer almadığı bir biçimde dayatılmıştır. Halkoylaması askeri rejim atlında ağır idari yasaklar ve siyasi baskıların olduğu ortamda yapılarak kabul ettirilmiştir (Parla 2016, 34-35). Ayrıca 1982 anayasası çeşitli kurum ve kuralları ile vesayetçi bir özellik taşıyan bir şekilde tasarlanmıştır. Bunun temel nedeni de askeri kurucu iktidarın sivil siyasal elitlere karşı ve devletin seçilmiş organlarına karşı duyulan güven eksikliğinden kaynaklanıştır (Özbudun 2016, 255). Görüldüğü üzere çok partili hayata geçildikten sonra yapılan her iki anayasa yapımı sırasında da millet iradesine çok az ya da hiç yer verilmemiştir. Halkın iradesinden ziyade birtakım askeri ve siyasi elitlerin yönlendirmesi ile anayasa hazırlanmış ve dayatılmıştır (Parla 2016, 35).

Sonuç olarak incelediğimiz anayasaların hiçbirinde geniş ölçüde temsili nitelikte bir kurucu meclis tarafından yapılan bir anayasa yoktur. Her anayasa sivil ve askeri siyasi elitler tarafından aracılığıyla yapılmış ve halka dayatılmıştır. Türkiye’de tam anlamıyla demokratik bir anayasa yapımı süreci hiçbir zaman işletilmemiştir. Bu tür bir demokratik anayasal konsolidasyon eksikliği de derin siyasi ve sosyal bölünmelere neden olmuştur.

Kaynakça

Özbudun, Ergun. 2016. «Anayasalar ve Siyasal Sistem.» Dünden Bugüne Türkiye içinde, düzenleyen: Metin Heper ve Sabri Sayarı, 253-267. İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.

Parla, Taha. 2016. Türkiye'de Anayasalar. İstanbul: Metis Yayıncılık.

Tanör, Bülent. 2017. Osmanlı-Türk Anayasal Gelişmeleri. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.