Türkiye'de Kadın Hakları: Sosyal Gerçekliği
"Kız kardeşlerim, sizleri seviyorum ve gurur duyuyorum. Sizler yerlerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye lâyıksınız."
Kadın hakları mücadelesi, üç kelimeden oluşuyor gibi görünse de, sadece bu üç kelimeden ibaret değildir. Dünya tarihinin her diliminde, yer, zaman, ırk veya topluluk fark etmeksizin bu mücadele görülmüştür. Kadınların birlik olması ve başkaldırışı, herhangi bir siyasi izah gerektirmemekle birlikte toplumsal farkındalık açısından insanlığın zihninde büyük yer edinmiştir. Nerede olursa olsun, kim olursa olsun, eğer bir kadınsan, mücadelen doğar doğmaz başlar. Yüzyılların mücadelesi demek daha doğru olacaktır. Biz de bu yazıda tam olarak buna değineceğiz: Türkiye'de kadın haklarının hukuki kazanım süreçleri ve bu kazanımların sosyal hayattaki gerçekliği.
Türkiye’de kadın haklarının ne zaman konuşulmaya başladığı sorusuna Cumhuriyet'in ilanı ile birlikte dersek yanlış olmaz. Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet'te kadınların yeri, baş üstüdür ifadesi somut olarak kullanılmasa da, yapılan hukuki düzenlemeler bu anlayışı soyut anlamda ifade eder gibi görünmüştür. İlk olarak, 1926'da kabul edilen Medeni Kanun ile kadınlar o ana kadar sahip olmadıkları resmi haklara kavuşmuştur. Boşanma, miras ve mülkiyet gibi konularda erkeklerle eşit haklara sahip olmuşlardır. Çok eşlilik yasaklanmış, kadınlar sosyal hayatta da kendilerini hukuki güvencede bulmuştur. Üstelik bu kanun, birçok Avrupa ülkesinden önce Türkiye'de yürürlüğe girmiştir.Atatürk’ün liderliğinde kadınlar, 1930 yılında belediye seçimlerinde seçme hakkı, 1934 yılında ise genel seçimlerde seçme ve seçilme hakkına kavuşmuştur. Bu, kadınların siyasi alandaki temsil gücünü artırmayı amaçlayan önemli bir adımdır. Atatürk’ün şu sözü, kadın haklarına ne kadar önem verdiğini açıkça göstermektedir: “Daha emin ve daha doğru olarak yürüyeceğimiz bir yol vardır: Büyük Türk kadınını çalışmamıza ortak kılmaktır.” Sonraki yıllarda, dünya genelinde yaşanan gelişmelerin de etkisiyle, Türkiye’de kadın haklarına yönelik yasalar ve korumalar artmıştır.
Türkiye’de kadın hakları konusunda ne kadar hukuki adımlar atılmış olsa da, sosyal hayatta bu adımların yüzde yüz karşılığını bulamadığını ve birçok konuda hâlâ tam anlamıyla uygulanmadığını görmekteyiz. Kız çocuklarının eğitim görmesi konusunda hassas davranılmış ve önemli adımlar atılmış olsa da, hâlâ ülkenin bazı bölgelerinde kız çocukları eğitimden mahrum bırakılmakta ve kendi ekonomik bağımsızlıklarını kazanmada zorluk çekmektedir. Erkeklere kıyasla kadınların iş gücüne katılımı daha düşük, gelir eşitsizlikleri ise yaygındır. Bunun yanı sıra, kadınlar sosyal ve ruhsal şiddetle de karşı karşıya kalmakta ve bu durum, onların birçok konuda geri çekilmelerine neden olmaktadır.Kadınların, yeterince eğitilmemiş ya da bilinçli olmayan bir patrondan taciz görmesi, iş arkadaşlarının sözlü zorbalıklarına maruz kalmaları ve "Bu iş sizin yapabileceğiniz bir şey değil" gibi cinsiyetçi yaklaşımlar, kadınları hem sosyal hem de manevi ve maddi açıdan eşitsizlik ve adaletsizliğe sürüklemektedir. Kadınlara verilen seçme ve seçilme hakkının büyük önemine rağmen, hâlihazırda meclisteki kadın milletvekili sayısı ve oranı erkeklere göre oldukça düşüktür. Kadınların, kendilerini temsil edebilecekleri kadın milletvekilleri bulmaları erkeklere göre daha zor olmaktadır.Bununla birlikte, kadınlara biçilen roller, onları eve hapsetmeye yöneliktir. Geleneksel süreçlerin devam ettirilmesi ve kadınlara yönelik toplumsal rollerin üst düzey temsilciler tarafından da dile getirilmesi, ayakları üzerinde durmak isteyen kadınlara engel olmaktadır. Ekonomik bağımsızlığı yalnızca eşinin cüzdanına bağlı bir kadın için kendi kimliğini kazanmak elbette zordur.
Ve ülkemizde yaşanan en büyük sorunlardan biri, kadınların yaşam güvensizliğidir. Kadına yönelik şiddet, geçmişte olduğu gibi bugün de gündemin en önemli sorunlarından biri ve gelecek için de endişeler yaratmaktadır. Ülkemizde yaşanan kadın cinayetleri, sosyal hayatta kadınların güvende olmaması ve yaşam hakkının sarsılması oldukça yaygındır. Kadın cinayetlerinin sayısı her geçen gün artarken, buna paralel olarak korkular ve endişeler de büyümektedir. Türkiye’de her kadın, tanımadığı en az 100 kadını düşünerek uyuyor; her gün bir kadının mezarına çiçek bırakmamayı diliyor.Toplumsal çöküş, kadınlara verilen değersizliği daha da pekiştirerek onların yaşamlarına dahi tehdit oluşturuyor. Tarih boyunca süregelen bu nefret dolu şiddet, kontrol edilemez bir hale gelmiş ve korkunç insanların yetişmesine tanık olunuyor. Bunun önüne geçilmezken, yüksek sesle mücadele edenlerin başında kadınlar geliyor, ki bu da olayın bir diğer şiddet boyutunu oluşturuyor. Yapılan hukuki kazanımlar, şu anda eksik kalmakta ve bu sorunun çözülmesi bir zorunluluk haline gelmiştir.Kadın öğrenciler, çalışanlar, emektar anneler, çocuklar veya bebekler ayrım gözetmeksizin ülkede kadınlar yaşamlarını yitirmekte. İşte sosyal gerçeklik tam burada başlıyor: Türkiye'nin gerçeği. Kadınlar el ele vererek dimdik durmaya devam ediyor, adalet ve yaşam haklarını talep ediyorlar. Sessiz kalınmamasını ve bu şiddetin sona ermesini istiyorlar.