Uğultulu Tepeler: Heathcliff

Emily Bronte'nin eşsiz romanı Uğultulu Tepeler'de gerçek kötü kim?

İngiliz Edebiyatının başyapıtlarından olan, Emily Bronte’nin romanı Uğultulu Tepeler okunduğu her çağda okuyucusunu etkilemeye devam ediyor. Viktorya döneminin kasvetli atmosferinden izler taşıyan roman, hem geniş çapta hem de kişisel çerçevede önemli sorular soruyor.

Toplumun insan üzerindeki etkisi, insan ilişkilerinin karmaşık boyutları ve bireyin içsel çatışmaları karakterler üzerinden okuyucuya yansıyor. Catherine’i, Heathcliff’i, Nelly’İ tanıyorsanız, bu karakterlerin anlatılarından yola çıkarak kendinize sorabileceğiniz bazı soruları konuşabiliriz demektir.

Okuyucular arasında çokça tartışılan bir konu, romanın asıl antagonistinin kim olduğudur. Etik açıdan ele alındığında her bir karakterin belli başlı hatalarını görmek mümkün. Ancak ortak paydada değerlendirilen iki karakterin Catherine ve Heathcliff olduğu su götürmez bir gerçek. James Hafley “The Villain in Wuthering Heights” adlı makalesinde kitaptaki “gerçek kötü”nün Nelly olduğunu ileri sürer, romanın çerçeve anlatısını baz alarak olayları çoğunlukla Nelly’nin ağzından duyup yargılamaya sürüklendiğimize dayandırır. Anlatıcının objektif olamadığı noktalarda, kendi özgün değer yargılarımızın da Nelly’nin izlenimlerinden etkilendiğini öne sürer. Tartışmaya açık bir konu olduğu söylenebilir.

Öbür yanda Catherine’in çocukluğundan beri şahit olduğumuz asi tavırlarının yanı sıra hayatının ilerleyen aşamalarında takındığı tavır, bazı okuyucuları irrite etmektedir. Tarihsel açıdan bakıldığında Earnshaw ailesinin bu dönem toplumunun orta sınıfına mensup olduğunu söyleyebiliriz, ki bu da Catherine’i gözümüzde daha “ayrıcalıklı” kılıyor. Hislerinin, davranışlarını ne derece gerekçelendirebileceğini sorgulatıyor okuyucuya. Heathcliff’le olan sıradışı bağları da değerlendirildiğinde, ortaya yargılanması güç bir dinamik çıkıyor.


Heathcliff ise birçok farklı yönden yargılanmaya müsait bir karakter olarak karşımıza çıkıyor. Earnshaw ailesine dahil oluşu ile bile sosyolojik ve psikolojik açıdan semboller sunuyor. Emily Bronte’nin ince ince işlediği karakterlerden biri olarak Heathcliff, Viktorya dönemi şartları altında en alt kademeden başlayıp üste doğru tırmanıyor. 


Kimliksiz, geçmişsiz ve toplumda önemsiz olan bir karakterin çevresinin etkisiyle kendini inşa edişine şahit oluyor okuyucu. Kabul edildiği yeni toplumsal dairede dışlanması, aşağılanması ve bir “yabancı” olarak akıllarda yer edinmesinin sebebi de bu. Ait olmadığı ve ait hissedemediği bir ortamda dışardan gelen kişi etiketi altında, kendini ancak Catherine’in yansımasında buluyor. Aile içinde anlaşabildiği tek kişi olan Cathy ile geçen çocukluğunun ardından hayatın ve toplumun gerçekleri ikisinin ayrı yollara koyulmasına sebep oluyor.


Okuyucuya yöneltilen soru ise şu: insan doğası gereği iyi veya kötü müdür? Yoksa yetiştiği çevre midir onun karakterini oluşturan? Heathcliff’in adıyla anılan saldırgan ve hoş görülmeyen davranışları, toplum içinde nasıl bir yargıya maruz kaldığı gerçeği ile gerekçelendirilebilir mi? Toplumun geleneksel stereotiplerine uymayan, asi bir karakterin davranışları yine toplumun ve dönemin ideolojik yargıları ile karşılaştırılabilir mi?


Yaşamı boyunca belirli bir çevreden ayrılmayıp genç yaşta, yalnızca bir eseriyle adının edebiyat tarihine yazdıran Emily Bronte, biz okuyucuları bu sorular üzerine düşünmeye davet ediyor. Bize düşen ise karşılaştığımız soruları roman bağlamında değerlendirip kendi yaşantımızda yer edinip edinmediğini sorgulamak…