Ütopyaların Varlığına Bir Eleştiri: Pleasantville

Sadece mutluluğu hedefleyen ütopyalara ithafen.

DİKKAT! SPOİLER İÇERİR!

Ütopyalar bize ideal bir sosyal, politik kimi zaman da kültürel bir düzenin var olabileceği düşüncesini sunarlar. Ancak çatışmanın insanlığın her döneminde olduğu göz önüne alınırsa ideal olana ulaşma çabamız boşuna değil midir? Ayrıca ideal olan bizi mutlu edecek midir? Mutlu olmayı gerçekten istiyor muyuz? Eğer istiyorsak nasıl bir mutluluk istiyoruz? İşte Pleasantville bize bütün bu soruları sordurtan bir film.

Eğer iyi bir ütopya okuyucusuysanız fark edersiniz ki ütopyalar genel olarak yeterli değildir. Bize sahte, gerçeklerden uzak bir dünya sunarlar. Pleasantville ise ütopyalara karşı direnen bir filmdir.Bunu nasıl yaptığını anlatmadan önce filmden biraz bahsetmemiz gerek.

Yaşadığı hayattan,ve hatta dönemden,pek de memnun olmayan David,1950’lerde geçen Pleasantville adlı bir dizinin hayranıdır. Orada insanlar gerçekten mutlu gözükmektedir. David ister istemez yaşadığı hayattan uzaklaşıp böyle bir dünyada yaşamayı istiyordur. Kız kardeşiyle kavga ettiği bir gün kumandayı bozarlar ve bir tamirciye ihtiyaç duyarlar. Gizemli bir tamirci kapılarında belirir ve David’e farklı bir kumanda verir. Bu sihirli kumanda David ve kız kardeşi Jennifer’ı Pleasantville’ in içine sokar.

Pleasantville iki caddeden oluşan bir yerdir ve o dönemin dizilerini yansıtacak şekilde her şey siyah-beyazdır. David ve Jennifer dizide yine iki kardeş olan Bud ve Mary Sue’ nun yerindedirler. David karakterlerinin yaptığı şeyleri yaparak sevdiği dizinin olduğu şekliyle kalmasını sağlamaya çalışmaktadır. Ancak kardeşi Jennifer yavaş yavaş bu evreni bozacak şeyler yapmaya başlar. Ve o bu evreni her bozduğunda siyah-beyaz olan dizi renklenmeye başlar. Bu renklenme halk tarafından hastalık olarak görülmeye başlansa bile bu değişimden hoşnut olanlar vardır. Çünkü onlar hataların olduğu bir dünyayı öğrenmek isterler.

Fakat Pleasantville’ de yıllardır devam eden bu düzene büyük bir önem verilir. İnsanlar günlük hayatlarını dahi bir görevler silsilesi içinde yaşıyor gibidirler. Kimse yaptığı işi öylece bırakmaz, bırakamaz. Yani onlar kendi doğalarının bu işi yapmak olduğuna inanırlar. Farklı olmak hatalıdır, herkes görevi neyse ona uygun davranır.

Mutluluk vurgusu ön plandadır. Sonuçta kimsenin mutsuzluğu bilmediği bir yerde bu durum olağandır. Tabii içlerine mutsuzluğu bilen David ve Jennifer’ın gelmesi bu durumu değiştirir.

Pleasantville yalnızca iki caddeden oluştuğundan içe kapalıdır. Bu durum aslında onları dış dünyanın sorunlarından koruyan bir şeydir. Ancak daha önce de bahsettiğimiz gibi bu durum onları bilgisiz bırakır ve bu da mutluluğun kalıcılığının sağlanması için olması gereken bir şeydir.

Filmde David’ in bu evrenin değişmesi gerektiğini fark etmesiyle olaylar farklı bir boyut kazanmaya başlar. Renklenen kişilere ve eşyalara nefret duyan halk ile bunları isteyen kişiler arasında büyük sıkıntılar yaşanmaya başlar. En sonunda bu duruma dayanamayan halkın içindeki belli temsilciler sorunlardan kurtulmak için yasalar koyarlar. Bu sahne önemlidir çünkü bundan öncesinde Pleasantville’ de yasalar yoktur, herkes zaten bu evrenin işleyişine uymaktadır. Yani kurallar ancak çatışmanın olduğu yerde olur. Aksi düşünülemeyen şeyle ilgili yasa yapılmaz. Ancak Pleasantville’ de koyulan yasalar ne yazık ki renklilerin lehine sonuçlanmaz. Yasalar renklerin varlığını kabul etmiyordur. David ve arkadaşı Bill bir resim yaparak bu yasayı çiğnerler ve mahkemeye giderler. David bu insanlara öfkenin, üzüntünün ve hatta olumsuz görülen tüm duyguların insanda bulunması gereken şeyler olduğunu kanıtlar ve en sonunda evine geri döner.

Pleasantville'de yaşanan tüm bu durum ve olayların ütopyadan çok distopyayı andırdığını fark etmişsinizdir. Çünkü ütopyalar da distopyalar gibidir aslında. Kişinin bakış açısına göre ütopya ya da distopya olurlar. Bu bakış açısı genelde başkarakter üzerinden görebildiğimiz bir açıdır. Yani başkarakter oranın bir ütopya mı yoksa bir distopya mı olduğunu anlamamız açısından önemlidir. Pleasantville’ de başkarakterimiz David için burası başta bir ütopyadır. Her şey olması gerektiği gibidir. Hatalar yoktur ve insanlar mutludur. Ancak David hayatımızda acılar, öfkeler, üzüntüler bulunmazsa o hayatın pek de anlamlı olamayacağını keşfettikçe bu dünya gözümüzde distopyalaşır. Tabii bu distopyalaşma yalnızca David’ in bakış açısı yüzünden yaşanmamıştır, Pleasantville de büyük bir değişim içindedir. Çünkü David’ in fark ettiği şeyi orada yaşayan insanlar da fark etmişlerdir.

Sonuç olarak çatışmanın olmadığı bir ütopya insanlığa yetecek bir ütopya değildir. Çünkü insan mutsuzluğu da bilen bir mutluluğa ihtiyaç duyar. Ve ideal bir dünya kurduğunu iddia eden ütopyalar, insanın mutluluk anlayışını değiştirerek sahte bir mutluluğu istemesine sebep olmaktadırlar. Ve insan bir süre sonra gerçek mutluluğun ütopyaların sunduğu mutluluk olduğuna inanır. Eğer ütopyalar ideal bir düzen arayışı için yazılıyorlarsa bunu insanın gerçekliğinden uzaklaşmadan yapmalıdırlar. Yani gerçekleşebileceğine inandığımız ve hatta o gerçekliği isteyebileceğimiz bir şekilde yazılmalıdırlar.

İnsanın gerçek mutluluğu bulabildiği bir ütopya dileğiyle.