Uzaklara Yolculuk
Victoria ablasnın emriyle dünyanın öbür ucuna gitmek için yola çıktı. Bu yolculuk ona neler getirecekti?
Ablası yaşananları ona teker teker, büyük bir sabırla anlatmıştı. Victoria hala her şeyi tamamiyle idrak edememiş olsa da önünde uzun bir yolculuk vardı; bu süre zarfında aklındakileri bir düzene sokabilirdi. En azından öyle umut ediyordu.
Ablasının ona özel hazırlattığı at arabasına bindi. Bir leydiye yakışmayacak kadar küçük valizi çoktan arabaya yüklenmişti. Ablasının arkasındaki Çinli olmadığı aşikar, uzun boylu, güneş rengi saçlarıyla dikkatleri üstüne çeken genç adam da onun yeni korumasıydı. Yolculuğu süresince onu özveriyle koruyacak, başına gelebilecek her türlü laneti defedecekti. Ablasının onu tanıtırken söyledikleri bunlardı. Onun da bir büyücü olduğunu, sırrımızı açıklayabileceğimizi söylerken bile tırnaklarıyla oynuyordu. Bir leydinin asla elleriyle oynamaması gerektiği düşünülürse ablasının ne kadar gergin olduğunu anlamak güç değildi.
Sally, ne kadar endişeli olursa olsun bir kez bile kalmasını söylememişti. Her seferinde gitmesini, yolculuğun neleri getirdiğini bilmese de buradan daha güvenli olacağını savunmuştu. Victoria ise kalmayı hiç dile getirmemiş, ablasının kararına saygı duymuştu. Hem kan bağıyla hem de gönül bağıyla bağlı olduğu ablasının sözlerini dinlemesi yapılacak en mantıklı hareket olurdu. Zira Sally yalnızca onun ablası değil tarihi imparatorluğun kuruluşuna kadar uzanan Sanchez ailesinin de başıydı. Verdiği emirler koşulsuz şartsız yerine getirilmeliydi. Yerine getirmeyenler de Sanchez ailesinin gücüne şahit olmakla şereflendirilirdi. Tıpkı amcaları gibi.
At arabası onları okyanusa kadar götürmüş, oradan da bir yük gemisine binmişlerdi. Arabanın içindeyken adam ona kaçamak bakışlar atsa da tek kelime etmemesi Victoria'yı rahatsız etse de bir şey dememişti. Evli olmadığı biriyle aynı arabada, yalnız olması bile doğru değilken konuşup onu buna teşvik etmeyecekti. Ablasının emirleri olmasa asla böyle bir şey yapmazdı ancak emirler onun arzusundan daha önemliydi. Asil olmak böyle bir şeydi, yedi nesildir zengin olmanın, istediklerine anında kavuşmalarının bedeli buydu. Şikayet ediyor değildi, neticede karşı çıkmaya çalışsaydı ablası onu muhakkak dinlerdi. Yine de böyle ufak bir meseleyi büyütmek, hele ki böylesi tehlikeli bir durumda, akla mantığa sığmazdı.
Düşünceleri oradan oraya savrulurken sakinleşmek için derin bir nefes aldı. Okyanusun tuzlu fakat rahatlatıcı kokusunu içine çekince burnu yandı. Onu son günlerde güldüren tek şey bu oldu. Kıkırdarken etrafındaki herkesi bir anlığına unuttu. Büyücü kanı taşıdığını, bu sırrı korumak için binlerce kişinin feda edildiğini, ablasının kanlı ve sonucu belli olmayan bir savaşa girdiğini unuttu. Tıpkı yıllar önceki hadiseyi unuttuğu gibi... Fakat onun aksine bu sadece birkaç saniye sürdü. Nefesini verince her şey tekrar onu kovalamaya devam etti. Nefes nefese kalmış, koşmaktan dermanı kalmamış küçük kız yalnızca nefes alabiliyordu. Başka bir çaresi yoktu.
"Leydim, isterseniz biraz dinlenin. Solgun gözüküyorsunuz."
Söyledikleri ne kadar kibarsa sesi o kadar alaycıydı. Sanki onu zayıf olduğu için aşağılıyor gibiydi. Yine de Victoria onunla uğraşmak istemedi, bu yüzden dediklerini ve yüzündeki samimiyetsiz ifadeyi görmezden gelip kamaraya doğru yürümeye başladı.
Oldukça lüks, ihtiyacı olabilecek her şey donatılmış odada tek bir şey eksikti. Ailesi... Hiçbir hizmetkarı olmaksızın yaşamak zorunda kalması yetmiyormuş gibi ailesini bile göremiyordu. Odanın ortasındaki devasa, batı üsulu yatağın üzerine oturdu. Etrafına kısaca baktığında ablasının onu ne kadar düşündüğünü tekrar fark etti. En sevdiği tatlıların olduğu tabaklar odanın kenarındaki küçük masanın üstüne dizilmiş, okumaktan bıkmadığı kitapların kopyaları da makyaj masasını üstündeki yerini almıştı.
Victoria ayağa kalkıp tatlılardan birini alıp ısırdı. Ardından acı bir şekilde gülümsedi.
"Seni özledim anne." diye fısıldadı gözyaşlarına boğulmadan önce.