Varlığın Aitsizliği

"Kendimi kaybettim; içimdeki karanlıktan bir yol bulup çıkmaya çalışıyorum." -Vincent Van Gogh

Her daim onu görüyorum. Aynadaki yansımamda, gözlerimin içinden bana bakıyor. Orada hapis mi yoksa durmak mı istiyor, anlamıyorum. Kafasının karışık olduğunu biliyorum; tüm hisleri aynı anda, aynı zamanda yaşıyor. Aklı her yere gidip gelirken, bedeni günün ritmine uymaya çalışıyor. Her yerde ve hiçbir yerde dolaşırken acı çekişini görüyorum.

Gidebileceği bir yer yok. Artık gitmek istediği ruh ile uyuşmuyor, ama yarattığı dünyada da kalamıyor. Ait olduğu yerler zaman içinde azalıyor; kendi dünyasına dahi ait olamayan birisi nereye ait olabilir ki? Onu sıkıştığı cehennemden çekip çıkaramıyorum, onu kurtaramıyorum; kendi ateşinde yanmasını izlemek zorunda kalıyorum. Elimde olsaydı yaralarını sarardım, ama o izler öyle derin ki iyileşmesi bir mucize olurdu. Yara izleri her zaman onunla olacak ve içindeki boşluk yaşamaya devam ettikçe derinleşiyor. Kendine, çevresine, dünyaya yabancılaşıyor.

Dünyayı daha fazla gördükçe, yaşamı hissettikçe, kalması zorlaşıyor.

Sanki bu hayatı tökezleyerek yaşıyorum, kolay aşılması gereken yollar bana tırmanmam gereken dağlar gibi görünüyor. Yaşamak için herkesten daha hızlı koşmaya çalışıyorum, daha çok çaba gösteriyor ve yeni yöntemler deniyorum. Ancak varmaya çalıştığım yerde beklendiğimi hiç düşünmedim. İnsanlar, güzel bedenlere hapsedilmiş ölü ruhlardan ibaret. Hisleri, değerleri, yargıları, hükümleri, sevgileri ve merhametleri derinlikten yoksun ama çok mutlu görünüyorlar. O kadar sahtelik arasında yüzleri nasıl zevk içinde gülebiliyor?

Bu yüzden kibarlığı güçsüzlük, değer vermeyi gereksiz, anlayışı komik buluyorlardır. Kendi karanlıklarına bakınca kabullendiklerini hiç görmedim. Öyle ki canı yananları küçümserler, yara izlerinden korkarlar… Belki de tüm izlerin yaratıcısı onlardır. Başyapıtlarından korkan sahte tanrılar, her zaman bencillikleri ile yaşayıp onursuzlukları ile ölürler.