Varolmamanın Dayanılmaz Ağırlığı

Sen var olmasaydın, ben var olur muydum?

Küçüklüğümden beri, var olmamanın hayalini kurmaya çalışıyorum. Var olmamak neydi? Ben var olmasaydım, dünyayı nasıl algılayacaktım? Ben var olmasaydım, dünya var olur muydu?

Doğduğumuzdan itibaren dünyayı kendi perspektifimiz aracılığıyla algılayabiliyoruz. Bundandır ki, kendi varlığımı çoğunlukla dünyanın varlığıyla bağdaştırıyordum. Büyüdükçe bu düşünceler biraz otursa da, sorularımın ağırlığını hala taşımaktayım. Sonsuzluk boyunca yoktum, belli bir süre var oldum, sonsuzluk boyunca var olmayacağım. Doğum öncesi sonsuzluk, ölüm sonrası sonsuzluğa kıyasla bir nebze daha katlanılabilir bir düşünce. Doğum, yani var olma düşüncesi, doğum öncesi boşluğu telafi edebiliyor. Ölüm sonrası sonsuzluk ise bizi var olmamanın dayanılmaz ağırlığıyla baş başa bırakıyor. Bir daha var olmamak üzere yok olmak, hissizliğin tarifsiz hissi... Hissizlik. Sahi, ben var olmasaydım var olur muydun? Sen, siz, o, onlar... Bu elimdeki sıcacık kahve, güzel miyavlayan kedim, her gün suladığım çiçeğim, sabah telaşı olur muydu? Dahası, ben var olmasaydım, ben var olur muydum?

Hiç var olmamışlara buradan selam olsun, onları çok kıskanıyorum. Çünkü hiç var olmamışlar, var olmamanın ağırlığını hissedemez. Bu yüzden aslında var olmak, var olmamaktan daha ağırdır. Varlığınca, yokluğunun ağırlığını taşırsın.

Var olmamanın ağırlığı, sadece var olanlar tarafından hissedilirdi. Var olmayanlar için ise var olmamak hiç var olmamıştı.