Varoluşsal Sancılar Işığında: Depresyon 

"Yaşamak için bir nedeni olan, her türlü nasıla katlanır." – Nietzsche.

İnsanın anlam arayışı eşliğinde çektiğimiz varoluşsal sancıların ikinci serisinde depresyonu incelemek istiyorum. İlk yazımda anlam arayışımızı sosyal medya üzerinden değerlendirmiştim. Şimdi anlam arayışını sosyal medyada aramayı bıraktıysak, içimize dönebiliriz. İnsanın anlam arayışı evrenseldir ancak cevabı oldukça kişiseldir. "Hayatın anlamı nedir?" sorusunu hiçbir bilim insanı size açıklayamaz. Yaşayan insan sayısı kadar farklı anlam olduğunu düşünebiliriz. Yaşamınızın anlamını kendiniz keşfetmedikçe hayatta bir anlam bulmak oldukça zordur. Dışarıda her şey kaos ve rastgelelik gibidir ve anlamdan uzak gözükür. O yüzden yaşam bizden içeriye dönük anlamı keşfetmemizi bekler. 


Nihilizm, varlığın hiçbir anlamı olmadığını savunur. Varoluşçu filozoflara göre insandan beklenen şey hayatın anlamsızlığına katlanmak değil; hayatın koşulsuz anlamlılığını rasyonel bir şekilde anlama yetisinden yoksun oluşumuza katlanmaktır. Kulağa varoluşçu filozoflar depresif gibi gelse de aslında çoğu düşünürden umutludurlar. Çünkü insanın sorumluluğu eline alarak özgürleşeceğini düşünürler. İnsan çoğu zaman ne yapmak istediğini bile bilmez; bu sebeple ya diğerlerinin yaptıklarını yapar ya da diğerlerinin ondan istediklerini yapar. Varoluşçular ise tüm sorumluluğu insanın eline verir.

Gerçekten ihtiyaç duyulan şey, yaşama yönelik tutumumuzdaki temel bir değişikliktir. Asıl önemli olan yaşamdan ne beklediğimiz değil, yaşamın bizden ne beklediğidir. Yaşam hakkında sorular sormayı bırakmalı ve kendimizi yaşam tarafından sorgulanan bireyler olarak düşünmeliyiz. Yaşamın anlamına yanıtımız, konuşma ya da meditasyonda değil, doğru eylemden ve doğru yaşam biçiminden oluşmalıdır. Yaşam, sorunlara doğru çözümler bulmak ve her birey için kesintisiz olarak koyduğu görevleri yerine getirme sorumluluğunu almak anlamına gelir. Frankl'ın kitabından yaptığım bu alıntı varoluşçuları anlamak için yeterlidir sanıyorum.


Yaşam tarafından sorgulandığımızı düşündüğümüzde kendi kendimizin koçu, kişisel gelişimcisi olabiliriz değil mi? Hayat senin; hayatın anlamını keşfetme sorumluluğu senin, hayatınla ne yapacağının sorumluluğu senin, bulunduğun zor koşullardan kurtulmanın yolu sende. Dışarıdaki etkenler ne olursa olsun, onlara karşı aldığın tavrı belirleme özgürlüğü senin. Çektiğin acılar karşısında dilediğin kadar şikayet edebilirsin, saldırganlaşabilirsin; ancak bunlar acına çare olmak yerine sadece senin acı karşısında kim olduğunu belirler. Ya da çektiğin acılara karşı gülmek için bir sebep arayan, başkalarının senin çektiğin acıları çekmemesi için uğraşan biri olabilirsin; bu da senin acı karşısında kim olduğunu gösterir. Seçim senin, kim olduğunu belirleme özgürlüğü her koşulda senindir. Frankl'a göre insanın elinden alınamayacak tek özgürlük budur. Frankl'ın toplama kampında yaşadıkları, insanın en zorlu koşullarda bile içsel gücünü koruyabileceğini ve yaşamının anlamını bulabileceğini gösterir. Logoterapi, bu içsel gücü keşfetmek ve yaşamın sorumluluğunu üstlenmek üzerine odaklanır. 

İkinci Dünya Savaşı sonrası insanların hayata anlam vermeleri zorlaşmış, toplumda depresyon, işsizlik, bağımlılık, saldırganlık oranları artmıştır. Frankl, her çağa özgü bir kitlesel nevroz olduğunu söyler. Savaş dönemindeki kitlesel nevrozu ise varoluşsal boşluk olarak adlandırır. Varoluşsal boşluğu ise nihilizmin özel ve kişisel bir biçimi olarak ifade eder. Hayatın sorumluluğunu üstlenmeyen bir nihilist, nevrotik bireyin inanmaya yatkın olduğu şeyi yani dış etkenlerin kurbanı olduğu fikrini pekiştirir. Bu yüzden yanlış anlaşılan nihilizmin topluma yayılması psikolojik sıkıntıları beraberinde getirebilir. Günümüze baktığımızda İkinci Dünya Savaşı sonrası yaşanan sıkıntıların varlığını koruduğunu görebiliriz. Günümüzde, insanlar depresyon, bağımlılık, işsizlik gibi zorluklarla mücadele ederken, Frankl'ın logoterapi yaklaşımı umut ve anlam arayışlarını yeniden canlandırabilir. Frankl, depresyonu anlam yitimi ile kısıtlamamakla birlikte anlam yitiminin depresyondaki etkisini göz ardı etmemek gerektiğini savunur. Depresyondaki birey, özünde varoluşsal boşlukta olabilir ve terapistin görevi onu hayatının sorumluluğunu almaya cesaretlendirmektir. Bunu yaparken de bazen işitilmesi zor olan şeyleri bireye duyurmaya çalışır.  

Frankl, toplama kampında gözlemlediği şeyler sonucu insanın her zaman kendini aşma ihtimali olduğunu söyler. Koşullar ne olursa olsun, insanın her zaman varoluşuna ne olacağını ve bir sonraki anda neye dönüşeceğini seçmekte özgür olduğunu söyler. İnsanın özgürlüğünü ele alması için sorumluluğu üstlenmesi gerekir. Bu açıdan logoterapi, insan varoluşunun özünü sorumlulukta bulur ve danışana ne olacağını seçme sorumluluğu yükler. Her birimiz, içimizdeki anlamı keşfetmek ve yaşamımıza anlam katmak için birer seçim yapabiliriz. İçsel özgürlüğümüzü ve anlam arayışımızı güçlendirmek, bizi depresyonun pençesinden kurtarabilir ve daha anlamlı bir yaşamın kapılarını açabilir.