Varoluşsal Sancılar Işığında Sosyal Medya
Sosyal medya sadece iletişim aracı mı, yoksa varoluşumuzu kanıtlama arzumuzun modern bir yansıması mı?
Logoterapinin kurucusu Viktor E. Frankl, varoluşçu terapinin önemli isimlerinden biridir. 2. Dünya Savaşı sırasında dört toplama kampından sağ kurtularak kurduğu Logoterapi, en zor koşullar altında insanın varoluşuna dair gözlemlerinden beslenmiştir. Frankl’ın "İnsanın Anlam Arayışı" kitabı, varoluşumuzu ve çevresel koşulların etkisini anlamlandırmamızda rehber niteliğindedir. Bu kitabı, günümüz Türkiye'sindeki sosyoekonomik durum ve insanların psikolojik durumu ile bağlantılı olarak incelemek istiyorum. Bu seriye Varoluşsal Sancılar adını verdim.
Günümüzde kişisel gelişim ve motivasyon içerikleri oldukça popüler hale geldi. Sosyal medyada adeta "en sağlıklı kim?" yarışı yaşanıyor. İlişki koçları, spiritüel koçlar, hayat koçları… Herkes bir şeyler öneriyor, linkler bırakıyor. Ne yiyeceğimizi, ne giyeceğimizi, nasıl spor yapacağımızı, nasıl mutlu olacağımızı, gerçek aşkı nasıl bulacağımızı, hangi insanlardan uzak durmamız gerektiğini sürekli biri söylüyor. Hayatımızı bu 'bilir kişiler' ile yaşamaya çalışıyoruz.
Bu durum, insanların hayatlarıyla ne yapacaklarını bilmediklerinden kaynaklanıyor olabilir. Dışarıdan başarılı görünen birinin bu noktaya nasıl geldiğini merak ediyoruz ve ondan akıl alarak aynı başarıya ulaşabileceğimizi sanıyoruz. Ancak başarılı görünen kişilerin, aslında sadece bunu yansıttığını veya gerçek başarıları öncesinde birçok başarısızlık yaşadıklarını unutmamak gerekiyor. Yemek siparişi verir gibi başarı siparişi veriyoruz, ama bu tavsiyelerin bize uymaması oldukça olası.
Kendi hayatımla ne yapacağımı düşünmeye başladığımda, başvurduğum hiçbir insan içimi rahatlatamadı. Hiçbir kitap, hiçbir hoca bana "İşte bu senin hayat amacın, git bunu yap ve mutlu ol" diyemedi. Bu sorunun cevabını bulmaya çalıştıkça, sorudan da uzaklaştım. Zaman geçtikçe, bu soruya sadece benim cevap verebileceğimi anladım. Ancak bu, içime döndüğümde karşılaştığım boşlukla baş başa kalmak anlamına geliyordu.
Bazen hayatın bir kullanma kılavuzu olmasını diledim. Ama bu isteğimin gerçekleşmesi halinde, her şeyi kılavuza göre yapacak, hata yapma payı bırakmayacak ve konfor alanımdan çıkamayacaktım. Bu senaryoda, oyuncağını elinden düşürmeyen çocuk gibi, kılavuzumdan ayrılmayacaktım. Gerçekte ise, sosyal medyada gördüğüm başarı hikayeleri beni çaresiz hissettiriyor. Bu hikayeler, başarıyı doğuştan kazanılmış bir hakmış gibi gösteriyor ve bizim ulaşmamızın mümkün olmadığı izlenimini veriyor.
Teknolojinin gelişimiyle bir boşluğa düştük. Artık kas gücü yerine zihin gücü kullanıyoruz. Beden yorulmayınca zihin durmuyor ve stres, kaygı artıyor. Teknolojinin ilerlemesiyle her başarıdan haberdar oluyoruz. İnsanların hayatlarını izlemekle o kadar meşgulüz ki, kendi hayatımızla ne yapacağımıza karar vermek zorlaşıyor. Kılavuza bakmaktan yaşamın tadını çıkarmakla ilgilenemiyoruz.
İnsan sosyal bir varlıktır ve topluluklar halinde yaşayarak hayatta kalmıştır. Ancak, topluluk içinde bile yalnız hissetmek mümkündür. Çünkü kimse bizi tam olarak anlayamaz. Sosyal medya da bu yalnızlık hissini pekiştirebilir. Başkalarının hayatlarına tanıklık etmek, kendi hayatımızı daha anlamlı kılma arayışımızı zorlaştırabilir. Bu yüzden, toplumla birlikte hareket etmek ve bir topluluğa ait hissetmek bize iyi gelir. Herkes dünyaya kendi penceresinden bakar; ancak kendi pencerelerimizden manzaralarımızı beraber izlediğimizde bundan keyif alabiliriz.
Logoterapi, insanın anlam arayışına dair önemli ipuçları sunar. Logoterapinin kurucusu Viktor E. Frankl, "İnsan karşılaştığı her türlü koşulda tavrını, kendi yolunu seçebilir" der. Frankl'ın görüşlerine göre, hayatın anlamını bulmanın üç temel yolu vardır;
- Bir yaratım ya da görev yerine getirme süreci.
- Bir şeyi deneyimleme ya da biriyle etkileşim.
- Istırabın kaçınılmaz olduğu durumda, ıstıraba karşı olan tutumu belirleme.
Frankl, bu yollarla bireyleri dışarıdan gelen baskılardan ziyade kendi içsel dünyalarına odaklanmalarına teşvik eder. Bu yaklaşımlar, başarı ve mutluluğun anahtarının başkalarının bize sunduğu reçetelerde değil, kendi içimizde bulduğumuz yanıtlarda olduğunu gösterir. Kendi yolunuzu bulmak ve kendi hayatınızı yaşamak, başkalarının sizin için çizdiği yoldan çok daha değerlidir. Bu yolculukta, hatalar yapmamıza, düşmemize ve tekrar kalkmamıza izin vermeliyiz. Çünkü gerçek başarı ve mutluluk, sadece kendi deneyimlerimiz ve keşiflerimizle anlam kazanır. Kendinizi yaşayamadığınız hayatları izleyerek strese sokmak yerine, gözlerinizi sosyal medyanın büyüsünden çekebilir ve kendi içsel dünyanızın zenginliğini keşfetmeye başlayabilirsiniz.