Varoluşsal Sancılar, Sancılarımız

Çok mu önemliyim yoksa bir hayalet kadar görünmez miyim?

Aslında hayatımızdaki bu koca boşluğu Marion Milner şu şekilde özetliyor:

"Yine hayatımın sıkıcılığı ve vasatlığı hissi, hiçbir işe yaramadığım, lanetli olduğum, beğenilecek biri olmadığım, hiçbir konuda sivrilemediğim, boş bir faydasızlıktan ibaret olduğum hissi..."

Çok soyut ve derin bir konu olduğu için hiçbir şekilde zaman veya mekan kısıtlamasına tabi tutamayız. Düşünsenize belirli bir yaşı bile yok. İki, üç yaşındaki bir çocuk aynanın karşısına geçip yüzünü, ellerini inceliyor. Tam olarak kendisinin nasıl bir varlık olduğunu anlamaya çalışıyor. 21 yaşındaki ben de bunu yapıyorum, 50-60 yaşındaki insanlar dahi bunu yapıyorlar. Bunun bir başlangıcı ve sonunun olmadığına inanıyorum. Neden var olduğumuzu sorgulamanın belirli bir dönemi yok çünkü.

Çok klişe ve basit bir soru, hemen her anda pat diye düşündüğümüz, uygun ortamlarda dile getirdiğimiz şey: Biz kimiz ve neden varız?

Çok uzun yıllardırdan beri süregelen, ne kadar cevaba sahip olursa olsun asla ama asla tek bir tanım üzerinden açıklamasını yapamayacağımız bir soru. Filozoflardan bilim insanlarına ve daha birçok kategoriye giren insanların düşünceleri tek ve kesin bir cevap oluşturamıyor.

Ben kimim, neden şu anda buradayım ve bu işi yapıyorum, bu evrende tam olarak benim yerim ve görevim ne, çok mu önemliyim yoksa bir hayalet kadar görünmez miyim? Bunu kendime soruyorum ben. Koskocaman, aklımın ve zihnimin ötesinde bir evrenin herhangi bir galaksisinin, şimdilik sadece bu gezegende yaşam olduğuna inanılan, 7.8 milyar insan adı verilen canlının bulunduğu dünyada 206 ülkeden birisinde rastgele bir yaşam sürüyorum sadece. Bu ne kadar önemli bir durum olabilir ki? Ne işe yarıyorum, yerimiz zaten her alanda çabucak doldurulmuyor mu? Bazen bir kalpte, bazen çalıştığın işte, hatta oturduğumuz evde bile.

Ve çok önemsiz olduğumuz bu dünya bu yaşam için her şeyi gereğinden fazla kaygılı yaşıyoruz. En ufak şeyleri bile stres haline getirip şu kısacık hayatı kendimize katlanılmaz hâle getiriyoruz.

Bir amacımızın veya değerimizin olmadığına inandığımız zaman tutunacak bir dalımız kalmıyor ve her kapı umutsuzluğa, karamsarlığa, çözülemeyen, yığınla biriken düşünceler çöplüğüne götürüyor bizi.

Bazı çıkmazlar için sizi etkisi altına alan kötü, olumsuz, düşünce ve olayları evrenin tamamı açısından görebildiğiniz zaman aslında olayın evrende bir tozdan bile farkı olmadığını, sadece sizin zihninizde ne kadar büyük bir sorun olarak yer kapladığını anlayacaksınız. Ve bu saatten sonra umursamazca bir rahatlık gelebilir. Ama bunu da kontrollü bir şekilde yapmamız gerekiyor. Yoksa bu işin sonu da her şeyi boş vermişliğe kadar gidebiliyor. Nereden mi biliyorum :)

Bu durum ömür boyu sürecek ve bizler sürekli çözüm yolları arayıp duracağız ya da pes edip anlamsızlığı kabulleneceğiz.


Asıl ve gerçek anlam ise kendimize değer verdiğimiz zaman hissettiğimiz duygularda olacak.
Sadece kendimizin doldurarak anlam kazandırabileceği kocaman bir boşluğun içinde yaşıyoruz.