Yalnızlığın Kara Laneti

Yalnızlığın Kara Laneti kitabı hakkında kısa bir yazı.

Yalnızlığın Kara Laneti ya da orijinal ismiyle A Curse So Dark and Lonely, bir başka Güzel ve Çirkin uyarlaması olarak karşımıza çıkıyor.

Yıllardır yaşayan ve görüntü olarak asla yaşlanmayan prensin, ilk sayfadan itibaren anladığımız gibi bir laneti var ve her belli aralıkta, başka bir evrenden prense âşık olacak bir kız getirilmek zorunda.

Kadın kaçırılır, prense(canavara) âşık olursa lanet bozulur. Klasik Güzel ve Çirkin altyapısı karşımıza ilk başta bu şekilde çıkıyor zaten.

Yalnızca prensimiz, orijinalindekinin aksine kaba saba bir canavar değil. Hem görüntü hem de karakter olarak. En azından görüntüsü, bir süre öyle. Başka bir evrenden zorla bir kızı kaçırtıp getirse bile ona elinden geldiğince kibar davranmaktan geri durmayan, oldukça centilmen, gerçek bir prens kendisi.

İlk bölümle birlikte kitaba güzel ve hızlı bir giriş yapıldı. Kitabın içine girmek bu yönden oldukça kolaydı. Sonrasında olayların yavaş yavaş gelişmesi de güzeldi ama kitap, özellikle de sonlarına doğru bu yavaş ilerleyişi dolayısıyla baydı. Beraberinde olaylı bir ilerleme olsaydı çok daha keyifli olabilirdi.

Karakterler arasından Rhen'i sevdim. Harper karakteri ise biraz itici geldi ama kitap genel olarak güzeldi benim için.

Fantastik seviyorsanız öneririm.


Kitaptaki sevmediğim şeyler

Spoilerlı kısım;

İlk olarak, Harper’ın kaçırıldığı evrene bu kadar çabuk adapte olmasını ütopik buldum, bu kısım pek inandırıcı gelmedi. Bir diğer nokta, bazı klişe kalıplar. Yanlış anlamayın, klişe severim, güzeldir. Ama kötü olmadığı sürece.

Kitabın başlarında Harper’dan; ‘o diğerleri gibi değildi’, ‘o çok farklıydı’ tarzında bahsedilmesi bu kötü klişelerin başını çekiyordu ne yazık ki. Kızlar üzerinden yapılan bu tipleştirmeler ve ötekileştirmelerin hâlâ yazılıp çizilmeye devam etmesini epey sinir bozucu buluyorum.

Grey ve Harper olayını, yakınlaşmalarını da çok gereksiz buldum. Grey daha ilk bölümlerde Rhen’den çok daha kötü davranmış olmasına rağmen Harper’ın Rhen’e biraz fazla yüklendiğini düşünüyorum. Bana, oluşturulmaya çalışılan o aşk üçgenimsi kısmı biraz çiğ geldi. 

Harper'ın ise Canavar’ın Rhen olduğunu anladığındaki çıkışması çok gereksizdi. Rhen'in korkmasını çok doğal buldum. Kendi ailem başta olmak üzere herkesi öldüren canavar benim demek normal koşullarda bile çok zorken onların durumunda ben olsam, ben de bunu saklamayı tercih ederdim. Üstelik Rhen’in yaptığı onca şeye rağmen ona bir tek Grey iyi davranmış gibi tavırlarından hoşlanmadım. Grey’le vedalaşırken bile daha üzgün duruyordu.

Yazar, kitapta ilişkiyi ağırdan alma işini biraz abartmıştı yine bana göre. Harper ve Rhen arasındaki sahneler çok azdı. Sonlara doğru olan o gerçek sevgi durumu bazı şekillerde yazıldı ama ben hissedemedim. Birbirleri ile ilgili olan düşüncelerini daha yoğun bir şekilde okusak ya da daha çok şey yaşasalardı bunun daha iyi hissettirilebileceğini düşünüyorum.

Son olarak Harper’ın yaşanan ve söylenilen onca şeyden sonra, kitabın sonunda bile sevip sevmediğini bilmediğini söylemesi de ayrı bir gıcık eden hareketiydi. 500 sayfanın sonunda da böyle bir şey okumak hem yorucu hem de biraz hayal kırıklığı oldu.

Kitap en başından beri bir seri olarak planlandıysa eğer, bu konuların daha sağlam şekilde ele alınması gerektiğini düşünüyorum. Yazar en azından 500 yerine 300 sayfa yaparak herkesi bu dertten kurtarabilirdi.

Bahsettiğim gibi, kitap bu sinir bozucu ve bazı mantıksız durumları dışında güzeldi. Fantastik seviyorsanız bir şans verebilirsiniz.