Yaşam Sahnesi
Yaşamak, bir oyundur!
İnsan hayatı, kaderin, şansın pençelerindedir. İnandığınız, inanmadığınız değerlere göre nasıl değerlendirmek isterseniz isteyin fakat insanın ne kadar gayreti olursa olsun hayatın insanın gayretleri dışında da bir akışı mevcuttur. Bugün çok çabaladığınız bir şey yarın meyvesini vermiyorsa bu sizin elinizde olmayabilir. Hayat, bir şeylerden korkmak gibidir. Belki de bilirsin bir şey olmayacağını ama korkarsın. Hayat da böyledir. Bir çabanın sonucunu alamayacağını bilebilirsin ama yine de çabalarsın. Bazen boşa kürek çekmek, bazen ufacık bir su damlasının bile işine yarayacağı enteresan bir oyundur hayat. Evet, hayat bir oyundur. Bu benzetme yıllarca zaten yapılmıştır. Karakterlerin olduğu, sahneye girip çıkan insanların olduğu, şehirlerin, semtlerin, dekorların değiştiği bir oyundur. Her gün sabah kalkarız, o gün hangi karaktere bürünmek istiyorsak buna uygun bir kostüm giyeriz ve dışarı çıkarız. Bazen bakarız dekor değişmemiştir. Dünün aynısı bir gökyüzü, aynı otobüs, otobüste aynı insanlar… İşte o zaman biraz daha kavrarız hayatın bir oyun olduğunu. Bugün yine dünkü sahneyi oynayacağız, belki de tekrar edeceğiz diye düşünürüz. Bütün kusursuzluğuyla bu oyunu oynamaya çalışırız.
Ölümün bir provasıdır koca hayat. Her gün nasıl öleceğimizin provasını yaparız. Bu senaryoyu yazmak bizim elimizdedir. Senaryoda şablon bir metin verilmiş geri kalanı tamamla denmiştir bize. Burada önemli olan sonunu bildiğimiz bir oyunu oynamak ve sonunu bildiğimiz bir senaryoyu yazmaktır aslında. Ölüm, bu oyununun sonudur. Doğan herkes kavramaya başladığı ilk andan itibaren bunu bilir. Bildiğimiz bir oyuna heveslenmek ne kadar mantıksız oysaki. Bir dizi izlerken bile daha spoiler aldığımız zaman dizinin tüm tadı kaçarken hayat gibi sonunu bildiğimiz bir oyunu oynarken nasıl hala bir şeylere heves edebiliyoruz?