Yirmili Yaşlar ve Yaş Almak Üzerine
Bazı duygularla yeni yeni tanışıyorum.Dışarıdan pek soğuk görünüyorlar. Yanlarına yaklaşıyorum usulca tanışmak için.
20 yaş. Neredeyse bir haftadan az bir vakit kaldı gelmene. Abartıldığın kadar var mısın ya? Sanmıyorum. Ama kabul etmeliyim ki insanı korkutan bir tarafın var. Artık yetişkinliğe adım adım yaklaşıyorum. Sahi, nedir bu yetişkinlik? Ağır başlı olmak mı, hata yapmamak mı? Daha mantıklı bir insan olmak mı, yoksa ağlamamak mı? Bir yanıt arıyorum kendime. Çevremdeki yetişkinlere bakıyorum sonra. Hepsinin bir falsosu olduğu gerçeğiyle yüzleşiyorum. Kendilerinden bile saklamaya çalıştıkları, sakladığı ortaya çıkarsa diye ödlerinin koptuğu. Belki de yetişkinlik, biraz da falsolu olmaktır. İnsanın yanlışları, hataları ve kusurlarıyla var olması çok daha insancıl geliyor kulağa.
Ardından bir alıntıya denk geliyorum. '' Zamanla olgunlaşma armutlar içindir. İnsan yaşantıyla olgunlaşır.'' diyor Peyami Safa. Sanılanın aksine olgunluk denilen şeyin yaşla bir bağlantısının olmadığını düşündürüyor bu alıntı bana. 40 yaşında çocuk gibi davranan bireyler ya da 20 yaşında büyümek zorunda kalmış insanlar aklıma geliyor. Ardından fark ediyorum ki olgunluk denilen şeyin zamanla va yaşla o kadar da bağlantısı yok. Deneyimler ve yaşantılar olgunlaştırıyor bizi. Acılar, kayıplar, farkındalıklar...
Yetişkinlik, bana biraz da kişinin kendi kendini büyütebilme yeteneğini kazanması gibi geliyor. Evet, bunun bir yetenek olduğunu düşünüyorum. Kendi hayatlarının sorumluluğunu eline alabilmiş kişilerdir, kendini büyütebilme becerisini edinenler. Suçlayacak çok fazla sebepleri olmasına rağmen şikayet etmek yerine bu durumu kabullenmişlerdir. Boyun eğmekten bahsetmiyorum. Değiştiremeyecekleri olgu ve durumları bir bahane olarak kullanmamaktan bahsediyorum. Ve günün sonunda iyi ki diyorum iyi ki insanın kendini yetiştirebilme gibi bir becerisi var.
Bütün bunların yanı sıra, anlamlı ilişkiler kurmak ve sürdürebilmek de yetişkinliğin bir parçası gibi geliyor. İnsanı var eden şey anlamlı ilişkiler kurmak. Sevildiğimiz, anlaşıldığımız, değer gördüğümüz ilişkiler bizi hayatta tutar. O ilişkilerin içerisinde gerçekten kendimiz oluruz. Filtresiz ve maskesiz. Ve insana iyi gelen şeyin insan olduğu gerçeğiyle tekrardan yüzleşiyorum bu vesileyle. İnsan insana muhtaç. Ne kadar 'Allah kimseye muhtaç etmesin' diye dualar etsek de birbirimize muhtacız. Bağ kurmaya, sosyalleşmeye ihityacımız var. İnsanları hayvanlardan ayıran en önemli şeyin bu olduğu kanısındayım. Bağ kurabiliyoruz, güveniyoruz, inanıyoruz. Bunlar çok kıymetli zannımca.
Yetişkinlik kavramına dair birçok tanım ve cevap bulmak mümkün elbette. Herkesin kendine özgü yaşam deneyimi, kültürel arka planına bağlı olarak farklı anlamlar yüklenebilir bu kavrama. Yetişkinlik, bazen hayatın sorumluluğunu almakta, bazen çocuklaşmakta, bazen de yeri geldiğinde ağlayıp zırlamakta gizlidir. Tüm bu tanımlarla beraber yetişkinlik bir keşif hali aslında. Yolda olmak denir ya. Tam olarak o. Her durum ve olayda kendine dair bir şeyler keşfediyor ve öğreniyor olma hali. Her adımında kendimizi daha da tanımaya yaklaştığımız, her deneyimde biraz daha olgunlaştığımız bir yolculuk.
''Yüzünüz her zaman yaşadıklarınızın aynasıdır.'' der İlber Ortaylı Bir Ömür Nasıl Yaşanır? adlı kitabında. Etrafımdaki yaşlılara bakıyorum bu sözü doğrulamak adına. Dedem mesela hep hüzünlü bakar. Her daim hüzün vardır o masmavi gözlerinde. Yılların birikimi ve yaşamın ona bırakmış olduğu izlerin bir yansıma gibi gelir bana hep. O derinliklerde özlemleri, kayıpları, kaybolunmuşluğu görüyorum. Sanki yıllar boyunca yaşadığı her duygu, her deneyim yüzünde bir hikaye bırakmış. Her bir kırışıklık bu yaşanmışlıkları simgeliyor adeta. Çocukken fark etmediğim bu hüzün şimdi daha belirgin, daha anlamlı. Dedemin bu bakışları bana hep şunu hatırlatır: Yaşanmışlıklar sadece ruhta iz bırakmaz, bedene de sirayet eder bu izler.
İlber Ortaylı'nın dediği gibi, Ne yaşadıysanız yüzünüze yansır. İnsanın yüzü bir kitap gibi okunabilir. İfadeniz bomboşsa da hiç bir şey yaşamadığınız fark edilir.
Bazı duygularla yeni yeni tanışıyorum. Dışarıdan pek soğuk görünüyorlar. Yanlarına yaklaşıyorum usulca tanışmak için. Hemen samimi olmuyorlar benimle, tedirgin bakışlar eşliğinde tanışıyoruz. Bilmiyoruz bu tanışıklık bize iyi gelecek mi? Yaralarımı saracak mı yoksa daha da mı kanatacak? Bir yandan kanarken diğer yandan sarmayı mı öğreneceğim yoksa? Belli belirsiz bir heyecan duyumsuyorum. Bu duygular beni hayatın başka bir yönüyle yüzleştiriyor. Hiç tanımadığım, bilmediğim bir gerçeklikle. Buz gibi bir gerçeklik. İnciniyorum, kırılıyorum, acıyorum... Her bir duyguda farklı bir benle karşılaşıyorum. Ruhumda ve zihnimde derin yaralar ve izler açıyor bu yaşanmışlıklar. Bakıyorum o izlere ve burukça gülümsüyorum. Onlar olmasa yaşadığım nasıl fark edilecek? Eğer insanın yüzü bir kitap gibi okunuyorsa güzel bir roman yazmayı tercih ediyorum.