Yüksek Şatodaki Adam ve Türkiye

Bu yazımda Türkiye'nin, ''Yüksek Şatodaki Adam'' romanında nasıl bir durumda olduğunu değerlendirdik.

Bu yazımızda, bir önceki yazımda olduğu gibi yine bir distopyayı ele alacağız. Ancak bu kez konumuz, Philip K. Dick’in ünlü distopik romanı Yüksek Şatodaki Adam. Bu roman, II. Dünya Savaşı’nı Mihver Devletleri’nin kazandığı alternatif bir tarih kurgusunu sunuyor ve bu zaferin doğurabileceği sosyo-politik dinamikleri gözler önüne seriyor. Bu yazıda ise bu evrende Türkiye’nin yerini, stratejik rollerini ve muhtemel geleceğini tartışacağız.


Romanın Dizi Versiyonu Afişi

Romanda Türkiye hakkında fazla bilgi bulamasak da, ülkemizin bu alternatif evrendeki yerini ve rolünü tahmin edebiliriz. Öncelikle, Türkiye’nin II. Dünya Savaşı’nda izlediği denge politikasına bakarak bu evrende de tarafsız kaldığını varsayabiliriz. Bu varsayım, daha gerçekçi bir perspektif sunmamıza yardımcı olur. Türkiye, savaştan sonra galip devletlerle sıkı ilişkiler kurarak denge politikasını devam ettirirdi. Çünkü ülkenin sanayi ve askeri gücü, böylesi bir savaşı kaldıracak seviyede değildi.

Yapay Zekaya göre Mihver ve Türkiye İttifakı

Türkiye, savaştan sonra eski müttefiki Almanya ile ticari ve askeri anlaşmalar yapmaya yönelirdi. Bu durumu, ABD’nin Marshall Planı ile benzer şekilde değerlendirebiliriz. Almanya, Japonya karşısında Türkiye’yi kazanmak için cazip teklifler sunardı. Ancak, Türkiye’nin Japonya ile olan ilişkileri de tamamen göz ardı edilmezdi. Bu iki dev arasında sıkışan Türkiye, İsmet İnönü’nün liderliğinde, bir terazi gibi iki tarafı da dengelemeye çalışırdı.

Romanda Avrupa'nın Durumunu Tahmini Olarak Gösteren Harita

İtalya’ya gelince, Almanlar tarafından kısa süre içinde parçalanıp yok edileceğini öngörebiliriz. Almanya, nükleer ve süper güç olarak İtalya’nın bağımsız hareket etmesine izin vermezdi. Türkiye ile İtalya arasında, eski topraklar nedeniyle gerilim yaşanabilirdi; ancak Almanya’nın Türkiye’yi Japonya’nın kucağına iteceğini düşünmek zordur. Dolayısıyla Almanya, Türkiye ile İtalya arasında bir arabulucu rolünü üstlenebilirdi.

Sanayide günümüzde dahi zirvede olan Almanya ile muhtemelen ciddi ekonomik bir birlik kurulurdu. Türkiye, denge politikasını sürdürebilse de zamanla Alman güdümüne girebilir ve Japonya ile Mihver Devletleri arasındaki soğuk savaşa dahil olabilirdi. Almanlar, Türkiye’yi işgal etmekte tereddüt etmezdi; Gertrude Planı’nı devreye sokarak boğazlar ve değerli madenleri kontrol altına alırlardı.

Yapay Zekaya Göre Nazi Almanyası'nın Türkiyeyi İşgali

Kültürel ve sosyal anlamda Türkiye nasıl şekillenirdi? ABD, savaşı kazandıktan sonra İngilizceyi dünya dili haline getirmişti. Almanya’nın zaferi halinde, bu dünya dili zorla da olsa Almanca olurdu. Nazi Almanyası bir diktatörlük olduğu için bu durumun aksi mümkün değildi. Türkiye, bu akımdan etkilenerek okullarda ikinci yabancı dil olarak Almancayı zorunlu hale getirirdi ve Japoncaya olan ilgi de bir o kadar artardı. İki süper güç arasında kalan Türkiye’de, günümüzün 1960’lı yıllarında yaşanan üniversite protestolarına benzer toplumsal eylemler ortaya çıkabilirdi. Radikal sağ TBMM’de güç kazanır ve belki de iktidar olurdu. Romanda geçen evrende, faşizm dışındaki herhangi bir görüş yasa dışı sayıldığından, Türkiye günümüzdeki kadar demokratik olamazdı. Hatta demokratikleşme çabaları, Alman müdahalesi korkusuyla darbelerle engellenirdi.

Gerçek bir plan olan Gertrude Planı ve Türkiye'nin Nasıl İşgal Edileceğini Gösteren Harita

Türkiye, jeopolitik konumu itibariyle iki tarafın da gözünde değerli ve vazgeçilmez bir ülke olurdu. Ancak bu avantaj, Türkiye’yi sürekli diken üstünde tutardı. Adı üstünde, bu bir distopya evreni; dolayısıyla huzurlu bir atmosferde yaşamayı beklemek zordur.

Romanda Amerika Birleşik Devletleri'nin İşgal Sonrası Durumu

Sonuç olarak, Türkiye her koşulda önemli bir konumda olacak ve her iki tarafa da tavizler vermek zorunda kalacaktı. Hem avantajlı hem de dezavantajlı bir pozisyonda olacaktık. Aslında, bu dünyada da benzer bir dengeyi sağlama çabası içinde değil miyiz?