Yürümek ve Düşünmek

Yürümenin derin anlamı üzerine düşünüyoruz.

Yürümek ve düşünmek, biri bedensel diğeri zihinsel olmak üzere iki farklı eylemdir. Ancak bu ikisi arasında nasıl bir ilişki olabilir ki? Aristoteles, Sokrates, Nietzsche, Kant, Rousseau ve Thoreau gibi birçok düşünürün düzenli yürüyüşler yapması bir tesadüf mü? Düşünmek, bir düşünür için doğal bir süreçtir; fakat neden birçoğu bunu yürüyüşle birleştirmiştir?

Yürümek ve düşünmek, ilk bakışta birbirinden bağımsız gibi görünse de aralarında derin bir bağ vardır. Birçok düşünür, sanatçı ve bilim insanı en parlak fikirlerinin yürüyüş sırasında aklına geldiğini söylemiştir. Bilimsel araştırmalar da bu gözlemleri destekler. Yürürken kan dolaşımı hızlanır, bu da beynimize daha fazla oksijen taşınmasını sağlar. Beynin farklı bölgeleri arasında yeni bağlantılar kurulur ve bu durum daha berrak düşünmeyi, hatta yaratıcı fikirlerin doğmasını kolaylaştırır. Düşünürlerin yürüyüşe verdiği önem, bu etkinin erken fark edildiğini gösteriyor.

Nietzsche, “Yürürken doğmamış hiçbir düşünceye itibar edilmemelidir,” diyerek yürümenin düşünce üzerindeki etkisini vurgular. Doğada uzun yürüyüşlere çıkan Nietzsche, yanında her zaman bir not defteri taşırdı. Saatlerce yürüyerek düşündükten sonra yazılarını kaleme alırdı.

Yürüme tutkusuyla bilinen bir diğer düşünür de Rousseau’dur. Ona göre, şehirde yaşayan insanlar yürümenin derin anlamını bilmez ve yapay bir hayat sürerler. Doğada yaptığı yürüyüşlerde özgürleştiğini, istediği zaman durup yön değiştirebildiğini ve böylece yapaylıktan sıyrılıp “kendisi olabildiğini” ifade eder. İnsan, yürüyerek hem kendisini keşfedebilir hem de düşünce gücünü artırabilir. Rousseau, Yalnız Gezerin Düşlemleri adlı kitabını yazma nedenini şu sözlerle açıklar:

"Ruhumun her zamanki durumunu tanımlamayı bir ölümlünün düşebileceği en şaşırtıcı durumda tasarlayınca, bu girişimimi başarmanın en kolay ve güvenli yolunu yalnızca dolaşmalarımı ve dolaşırken kurduğum düşlemleri olduğu gibi yazmakta buldum. Bu yalnızlık ve düşünme saatleri, günün, bütünüyle kendim olduğum, bana yabancı düşüncelerden uzak olduğum, doğa benim nasıl olmamı istediyse öyle olduğum anlarıdır."

Nietzsche ve Rousseau’nun aksine, Kant yürüyüşlerini doğada değil şehirde yapmayı tercih ederdi. Yaşamının altmış yılını Königsberg’de geçiren Kant, her gün saat üç buçukta bir saatlik yürüyüşe çıkardı. Son derece dakik ve düzenli bir yaşam süren Kant, bu alışkanlığını yağmur çamur demeden sürdürdü. Yürüyüş güzergahı, yöneticiler, işçiler ve esnaf gibi toplumun farklı kesimlerini gözlemleyebileceği bir rota üzerine kuruluydu. Bu yürüyüşler sırasında hem çevresini izler hem de düşüncelerine dalardı.

Yürümek, yalnızca bir fiziksel hareketten ibaret değildir; düşünceyle birleştiğinde bir ülkeyi değiştirebilecek kadar büyük bir güce dönüşebilir. Bu güç, yalnızca filozoflar tarafından değil, aynı zamanda toplumsal liderler tarafından da kullanılmıştır. Gandhi, emperyalizme karşı yürümeyi bir mücadele yöntemi olarak benimsemiş ve en bilinenlerinden biri olan Tuz Yürüyüşü’nde binlerce Hintliyi harekete geçirmiştir. Benzer şekilde, Martin Luther King de siyahların beyazlarla eşit haklara sahip olması için yürüyüşleri bir protesto yöntemi olarak kullanmıştır.

Yürümek, düşündüğümüzde yalnızca bir ayağı diğerinin önüne atmaktan çok daha fazlasıdır. Düşünceyle birleştiğinde, bireyi özgürleştirir, yaratıcı fikirler ortaya çıkarır ve bazen de tarih yazacak adımlara dönüşür.