Zen ve Motosiklet Bakım Sanatı'na Kısa Bir Bakış: Değerlerin Sorgulanması

Felsefe yolun sonunda varılan bir yer değil, yolun kendisidir.


1974'de Pirsig tarafından yazılan Zen ve Motosiklet Bakım Sanatı&Değerlerin Sorgulanması adlı roman, nihilist bir içsel düzensizlik ve kırılma noktasından başlar; bu başlangıçta anlatıcı, sadece durumu betimlemekle kalmaz, daha derinlemesine gözlemler yaparak bir karışıklığın, zıtlıkların izini sürer. Bu başlangıç, bir yolculukla şekillenir ve bu yolculuk, çok katmanlı bir döngü anlamı halini alır: Tıpkı bir tekerlek gibi dönen bu anlam, sürekli bir tezatı gölgelendirir. Bu gölgede yolculuklar ve dönüşümler, bizi farklı felsefi alt metinlere yönlendirir. Anlatıcı, Zen ile bu gelgitleri ve dönüşümleri ifade ederken, ikiliklerin birliğe dönüşümünü, Zen’in özünü keşfettiğini gösterir. Başlangıçta, eseri yalnızca karşıt kültür ve anti-teknolojik bir biçimde yorumlayabiliriz. Fakat anlatıcı, burada teknoloji ile insanlar arasındaki ayrımı, bu ikili karşıtlıkları vurgulamayı amaçlar. Bu yaklaşım, sanat ile bilim, Batı ile Doğu, doğa ile teknoloji, soyut ile somut arasında bir diyalektiği gözler önüne serer. Kimliksel, sınıfsal ve varoluşsal bir dilemmayı da bu ikiliklerle birlikte sunar.

Soyuttan somuta doğru bir yolculuk başlar ve anlatıcı, uyumsuzluk ve yabancılaşma duygusuyla bu geçişi betimler. Anlatıcı burada, negatif bir bağlamda, modernleşmenin demokratik ve tüketim odaklı yüzeyini ifşa eder. Ne tüketiyorsak, aslında ondan ibaret hale geldiğimizi ve robotlaşmış, yüzeysel varlıklar haline geldiğimizi çarpıcı bir biçimde gösterir bizlere. İkinci bölümde, insan doğasını ve primitivizmi Marksist bir açıdan incelediğimizde, sosyolojik ve kültürel eleştirilerle biçimlenmiş bir varoluşsal kriz içinde buluruz kendimizi. Anlatıcı, bu simgeselliği ağır bir şekilde sunar. Hatta, Platon’un "Phaedrus" karakterinin, anlatıcının alter egosuna verilen isim olması da oldukça anlamlıdır. Phaedrus, Platon’un diyaloğunda Sokrates ile felsefi konuları tartışırken, Zen ve Motosiklet Bakım Sanatı’nda da benzer bir dolaylama ile kendini gösterir. Anlatıcının zihninde, Phaedrus’un öyküsü yeniden yazılmaya başlar; birinci elden değil, dolaylı bir biçimde.

Pirsig, bilinç akışı yolculuğunu, alter egosu Phaedrus ile hesaplaşarak ve oğlu ile arasına giren "nitelik" kavramının anlamını çözmeye çalışarak aktarır. Düalist karmaşaları çözme çabasında, en sonunda alter egosunu bastırmak yerine, onun gerçek benliği olduğunu kabul eder. Bu, anlatıcı ve okurlar için bir katarsis olur. Varoluşsal ve psikanalitik alt metinler, anlatıcının öteki hissiyatını simgelerken, sosyolojik, kültürel, maddesel ve düşünsel eleştirilerle sürekli bir döngüye girer. Tıpkı bir motosikletin tekerleği gibi. Anlatıcı, bu alt metinler ışığında sadece John, Sylvia ve Chris’i değil, aynı zamanda biz okurları da eğitmeyi amaçlar. Bu metafiziksel ve niteliksel eğitimde Anlatıcı; nitelik üzerine yapılan yolculuğun ilk adımlarını, bilinçli bir şekilde tanımlanamazlıkla süzülen bir keşfe işaret ederken, yolculuğun kendisinin, varıştan çok daha kıymetli olduğunu vurgulamıştır. Metafizik dışı aşama, henüz soyut felsefeye dalmadan önce, hayatın yüzeyinde, anlamın izlerini aramanın ilk safhasıdır. Ve bu başlangıç, sonunun bilinmezliğine rağmen, içinde bir huzur taşır. Çünkü gerçek felsefe, varışta değil, yolda olmaktadır; bir keşif, ne kadar tamamlanmazsa o kadar anlamlıdır. Yolculuğun kendisi, sona eremeyen bir düşüncenin içindeki en derin anlamı barındırır. Tüm metafizik ve bilimsel kavramlar ise felsefe olmadan var olamaz, hepsinin tözünün felsefe olduğunu biliriz, bence Anlatıcı burada bunu da vurgular. Dediğim gibi, felsefe yolda olmaktır, bitiremeyeceğimizi bilsek de, güzel olan yolun kendisidir. Öyle ya, Anlatıcı da bunu der romanda: “Yolculuk etmek ulaşmaktan iyidir, tümcesi yeniden aklıma geliyor ve takılıyor. Yolculuk yaptık, şimdi de varacağız. Bunun gibi geçici bir hedefe ulaştığımda bir depresyon süreci geçiririm, sonra kendimi bir sonrakine yöneltmem gerekir.”