Zincirleme

Kendi ölüm sebebimizi yaratıp cenazemizde ağlamak, yarattığımız sebepten yakarışta bulunmak ne kadar normal ve haklı bir eylem hâlini almış.

Canlı; kendisinde can bulunan, canı olan, yaşayan demektir. Biz insanlar diğer canlılardan farklı olarak “canlı” kavramının ne olduğunu bilerek yaşıyoruz. Aynı zamanda bilmenin önemli olduğu kadar yetersiz de olduğunu gösteren canlı örnekleriyiz.

Bilginin sahibi olan biz, bilgiyi özümsemek yerine ezberliyoruz çoğu zaman. Buna bir örnek aranacaksa hediye etmek için koparttığımız çiçekler insan gözündeki en masum örnektir. İnsanlar haricinde diğer canlıların da can taşımanın, yaşama gereksiniminin ne olduğunu tam olarak bilmeseler de anlamını ve önemini sezdiklerini doğa bize anlatıyor. Temelini insanın attığı “insanlık” kavramı insanın doğasını unutmasıyla oluşmuştur.

Bencilliğin ve nefsinin kölesi olan insanlar canlının canlı üzerindeki sorumluluğunu unutup, yerine getirilen sorumluluğa “insanlık” demiş. Biz her canlının yaşamının önemli olduğunu savunup canlıları kendi içinde derecelendirdik. Canlı kavramının ne olduğunu biliyoruz elbette ama sadece bilmekle yetiniyoruz. Anlamını aklımızla kavrayıp ona göre yaşam sürmeyi beceremiyoruz. Sonra akıl bahşedildiği için üstün olduğumuzu söylüyoruz.

Akıl sahibi olmak üstünlük sağlamaz, verilen aklı kullanabiliyorsan ancak bir farkın olur, ancak o zaman bir üstünlükten bahsedebilirsin. Biz doğadan kopuşumuzun en acı gerçeklerini yaşıyoruz, biz muhtaç olduğumuzu unutup nefsimizin kölesi olduk. Aklını nefsine satan insan etten ve kemikten olduğunu unuttu ve üstünlüğü mal varlığında ve kas gücünde aradı. Çevresinde var olan her şeye aslında muhtaç olduğumuzu ne zaman anlayacağız?

Ben bu yazıyı yazdığım bilgisayara muhtacım, bu bilgisayarı yapan teknolojiye ve teknolojiyi bu seviyeye getiren tüm insanlara muhtacım, hayatta yokken de muhtaçtım, insan muhtaç olarak doğar. İnsan çevresinde var olan her şeye muhtaç olduğunu anladığında saygı duymaya da muhtaç olduğu anlayacaktır, saygı duymak zorunda olduğunu anlayacaktır.

Peki insan bu kadar muhtaç bir varlıkken bu böbürlenmesi neye, kime? Sahi ne zannediyoruz biz kendimizi? Biz aklımızla nefsimizi kontrol edemiyorsak bu böbürlenmeler ne kadar aptalca. Mutlu etmek istediğimiz kişiye götürdüğümüz çiçeğe muhtacız mesela ama muhtaç olduğumuz şeyi muhtaç olduğu şeylerden ayırıyoruz bunlar ince ayrıntılar değil, biz bu şekilde bakmayı bilmediğimiz için bugün yaşadığımız birçok acının suçlusunu ancak aynanın karşısında görebiliriz.

Çevremizde bulunan her şeyle hayatı paylaştığımız gerçeğini unutamayız, biz hayatı iyi yaşayacağız diye hiçbir hayatı gasp edemeyiz, kimsenin hayatından en ufak bir şey çalamayız. Ne bir hayvanın ne bir bitkinin ne de bir insanın hayatına kendi keyfimize kendi doğrularımıza göre müdahale edemeyiz.

Çevremde bulunan şeylerden kas gücümün ya da maddi gücümün yüksek olması beni onların efendisi yapmıyor, ben her sevincimde ya da hüznümde onların hayatına hükmetme hadsizliğini yapamam. “Ben onlara muhtacım, ben insanım muhtaç olarak doğdum’’ sözünü tekrar edelim ve aklımızdan çıkartmayalım.

Zannedildiği gibi muhtaç olmak acizlik değildir, muhtaç olduğunu bilmek erdemliktir. Günümüzde yaşanan şiddetin her türlüsünün temelinde yatan neden budur. Acziyetimizin farkında olmayışımızla, böbürlenmelerimizle kurduğumuz cümleler bizi ayrıştırmakla başlayıp şiddetin doğuşuna zemin hazırlıyor. Aslında şiddetin kadına, erkeğe, hayvana, bitkiye uygulananı yoktur. Şiddet şiddettir, bunu bu adlarla ifade etmek canlıyı sınıflandırır ve sınıflandırılan canlı diğer sınıf üzerinde kendisinin üstünlüğünü aramaya başlar.

Hâlbuki şiddet görme korkusu olmadan yaşamak zaten hepimizin hakkı. Şiddeti sadece fiziksel olarak algılamamak gerekir, bunun farklı boyutları vardır. Sözlerimizle psikolojik hasar yaratmıyor muyuz? Şiddetin karşısında kadına şiddete hayır diyerek durulduğunda bile şiddetin temeli atılmış oluyor, bu önce psikolojik şiddeti başlatıyor sonra fiziksel şiddet boyutuna ulaşıyor.

Kadın, kadın olmasından dolayı şiddet görmüyor, kadın karşısındakinin haddini bilmezliğinden dolayı şiddete maruz kalıyor. Kadına şiddet uygulayan kişi cinsiyeti ne olursa olsun, gücüyle ezebileceği her canlı üzerinde bu şiddeti uyguluyor zaten. Sorunun köküne inmek yerine kadını sorunun yüzeyine taşıyoruz ve kadını bu şiddete maruz bırakıyoruz.

Temelde yatan problem kadının şiddet görmesi değil aslında, ya da erkeklerin kadınlar tarafından maruz kaldıkları haksız ithamlar da değil, aynı şekilde kadınların erkekler tarafından maruz kaldığı ithamlar değil. Problem kadın veya erkek değil, problemi kadın ve erkek yüzeyinde yaşatan bizleriz asıl problem.

Bazı insanlar bunu kendi çıkarları doğrultusunda kullanıp kadın olmasını öne sürüp karşısında bulunun bir erkeğe haksızlık yapabiliyor. Mesela birileri ‘Kadına şiddete hayır.’ derken takındığı tavırlarla kadını terbiyesiz ve şeytani fikirlere sahip varlıklar olarak gösterebiliyor, çünkü o savunduğu şeyi aynı zamanda temsil ettiğinin ayırdına varmadan savunmuş ya da bu ayırdın çok farkında ve kadınlar üstünde bu algıyı yaratmak için bu şekilde savunur gibi yapıyor. Bu olaylar karşısında toplumda çeşitli algılar oluşuyor; belirli bir kadın tiplemesi gibi ya da kadın böyle bir varlıksa zaten saygıyı hak etmiyordur gibi çeşitli görüşler yer alıyor beyinlerde.

Bu psikolojik şiddet işte bu şekilde fiziksel şiddet boyutuna varabiliyor. Bunun gibi yaşantımızda farkında olmadan şiddetin temellerini kendi ellerimizle hazırladığımız çok yanlışımız var. Kullandığımız argo kelimeleri söylerken ağzımızdan çıkanı kulağımız duyuyor mu acaba? Sahi ne söylüyoruz biz? şöyle bir düşünelim kullandığımız argolarla kadını nasıl bir konuma sokuyoruz? Erkeği nasıl bir konuma sokuyoruz? İnsanı, canlıyı nasıl bir konuma sokuyoruz?

Argo kelimeler kullanıp sonra insanların birbirine saygı duymasını beklemek tezat bir durum. Ölüm nedenimizi kendimiz tercih ediyoruz ardından duyulan acılara isyan ediyoruz, bir üstünlük belirlemek istiyorsak aklımızı nefsimizin üstünde tutmamız yeterli olacaktır. Bu korkunç gidişat içerisinde katkısı bulunduğu hâlde mutlu olabilen bu insanlar neden hep suçluyu uzaklarda arıyorlar? Kendi ölüm sebebimizi yaratıp kendi cenazemizde ağlamak, yarattığımız sebepten yakarışta bulunmak ne kadar normal ve haklı bir eylem hâlini almış.