Akademinin Ötesinde: Sosyolojinin Toplumsal Refah İçin Gücünü Ortaya Çıkarmak

Sosyolojinin Yeni Yüzü: Klinik Sosyoloji Nedir?

Sosyoloji, toplumun temel dinamiklerini ve sosyal yapıları inceleyen bir bilim dalı olmasına rağmen, halk tabanına inmede ve gündelik hayata dokunmada genellikle yetersiz kalmaktadır. Özellikle sosyoloji öğrencileri, bölümlerini toplumun sorunlarına çözüm üretecek bir araç olarak tanıtmakta zorluk çekerken mezuniyet sonrası karşılaştıkları istihdam yetersizliği nedeniyle akademiye yönelmektedir. Bu durum sosyolojinin topluma doğrudan hizmet verecek uygulamalı alanlarda kullanılmasını güçleştiren önemli bir etkendir. Oysa ki, sosyoloji; bilimsel yöntemlerin en yoğun kullanıldığı sosyal bilim disiplinlerinden biridir ve bu yöntemlerin toplumsal sorunlara çözüm üretmekte daha etkin bir biçimde kullanılması gerekmektedir. Auguste Comte’un belirttiği gibi, "sosyoloji düzeni ve ilerlemeyi eşgüdüm içerisinde sürdürebilecek" bir bilimdir; ancak bu, sadece akademik tartışmalarla değil, toplumun ihtiyaçlarına yönelik somut adımlarla mümkün olacaktır. Sosyolojinin böylesine kapsamlı bir kullanımı, bireysel bir kurtuluştan ziyade toplumsal refaha giden yolu açacaktır.

Sosyoloji, 19. yüzyılda hız kazanan ekonomik, teknik, sosyal ve kültürel değişimlerin yarattığı büyük altüst oluşlara çözüm arayışıyla doğmuş bir bilimdir. 18. yüzyılda sosyal felsefe olarak temelleri atılan bu alan, 19. yüzyılda pozitif temellere dayalı akademik bir disiplin haline gelmiştir. Sosyolojinin isim babası Auguste Comte, bu bilimin amacı olarak düzen ve ilerlemeyi eşgüdüm içinde sürdürebilmeyi görmüştür. Sosyolojiyi bilimsel temellere oturtan ve mesleki iş bölümü ile uzmanlaşmaya dayanan bir disiplin haline getiren önemli isim Emile Durkheim'dir.

Kıta Avrupa’sında sosyolojiye katkı sağlayan diğer önemli bir akım Marksizm olmuştur. Marksizm, sosyal olguları tarihsel ve ekonomik temeller üzerinden analiz ederek, sosyolojik incelemelere sınıf, çatışma ve yabancılaşma gibi kavramlar eklemiştir. Almanya’da ise sosyoloji, Alman idealizmi ve fenomenolojinin etkisi altında gelişmiş ve Max Weber'in anlama ve yorumlamaya dayalı sosyoloji anlayışı ön plana çıkmıştır. Bu yaklaşım, anti-Marksist ve anti-pozitivist bir tutumla, sembol ve değer üreten bireylerin din, ideoloji ve kültür gibi sembollere odaklanan çalışmalarını içermiştir.

19.yüzyılın sonlarında Amerika’da da sosyoloji kurumsallaşma sürecine girmiştir. Amerikan sosyolojisi ile kıta Avrupa sosyolojisi arasında amaç, yönelim ve yöntemler açısından belirgin farklar oluşmuştur. Herbert Spencer’ın işlevselci ve evrimci bakış açısının etkisi altındaki Amerikan sosyolojisi, tarihsel analizden çok sorun odaklı ve ampirik çalışmalara yönelmiştir. Amerika’da sosyoloji, kentleşme, göç, çeteler, ayrımcılık ve kadın çalışmaları gibi konulara odaklanmış ve Chicago şehri, ilk sosyolojik çalışmalarda laboratuvar olarak kullanılmıştır. Bu süreç, Amerika’da sosyolojinin deneysel ve uygulamalı yönünü güçlendirmiştir.

II. Dünya Savaşı sonrasında Amerikan sosyolojisi, yeni alt disiplinlere ayrılmaya başlamış ve klinik sosyoloji bu gelişmelerin bir parçası olmuştur. Klinik sosyoloji, bireylerin kendi başlarına çözemediği sosyal sorunlara odaklanarak sosyal rehabilitasyon yoluyla bireylerin ve grupların iyileşme sürecine yardım etmeyi amaçlayan bir disiplindir. Bu alan, kuramsal tartışmalardan çok insan ve sosyal gerçekliği analiz ederek somut vakalara uygulanabilen pratik bir bilim dalı olarak konumlanmıştır.

Klinik sosyoloji, bireylerin sosyal çevreleri bağlamında ele alınmasını temel alır. Bu nedenle bireyin sosyal çevresinden bağımsız olarak değerlendirilmesi, sorunun eksik kodlanmasına yol açabilir. Klinik sosyolojinin amacı, sosyal süreçlerin insan deneyimi üzerindeki etkilerini ve insan deneyiminin sosyal süreçler üzerindeki etkilerini incelemektir. Klinik sosyoloji, sosyal sorunların çözümüne yönelik müdahaleler içeren bir disiplindir ve geniş bir uygulama alanına sahiptir. Birey, grup, topluluk ve organizasyonlarla çalışarak sosyal iyileşmeyi hedefler.

Klinik sosyoloji, Amerika’da gelişmiş ve bireylerin yaşam koşullarını iyileştirmeyi hedefleyen yaratıcı ve disiplinler arası bir uzmanlık alanı haline gelmiştir. Klinik sosyologlar, bireylerin yaşadığı sosyal sorunları analiz edip çözüm yolları geliştirirken, insanları sosyal çevreleri içinde değerlendirir ve sosyal sistemlere müdahale ederek sorunları önleme veya çözme yolunda stratejiler geliştirir. Bu disiplin, hümanist, bütüncül ve çok disiplinli bir yaklaşıma dayanır.

Klinik sosyoloji, Türkiye’de son yıllarda tanınmaya başlamış bir alandır. Türk sosyolojisi başlangıçtan itibaren daha çok kıta Avrupa’sının kuramsal yaklaşımlarını benimsemiştir. Ziya Gökalp’in kurduğu İstanbul Sosyoloji Kürsüsü, dünyada ikinci sosyoloji kürsüsü olarak önemli bir yer tutmaktadır. Türkiye’deki ilk uygulamalı sosyoloji çalışmaları arasında Kurna Köyü Monografisi yer alır.

Sonuç olarak, klinik sosyoloji, bireylerin ve toplumların sosyal sorunlarını çözmeyi amaçlayan, pratik ve müdahaleye dayalı bir sosyoloji dalıdır. Sosyal terapiden çatışma çözümüne, örgütsel müdahalelerden sosyal politika geliştirmeye kadar geniş bir uygulama alanı bulunmaktadır. Klinik sosyoloji, hem sosyal sorunlara yeni bakış açıları getirebilmekte hem de sosyoloji öğrencileri için yeni iş olanakları yaratabilmektedir.

Sonuç olarak, sosyolojinin sadece akademik bir disiplin olarak kalması, onun gerçek potansiyelini sınırlandırmaktadır. Sosyologlar, toplumun karmaşık sorunlarına çözüm üretebilecek bilgi ve yetkinliğe sahip olmalarına rağmen, bu gücün halk tabanına yansıtılamaması, sosyolojinin toplumsal fayda sağlamasını zorlaştırmaktadır. Pierre Bourdieu’nun de vurguladığı gibi, "bilgi, harekete geçtiğinde bir güçtür." Bu bağlamda, sosyoloji de yalnızca akademik tartışmalarda değil, toplumun her katmanında aktif bir rol oynayarak gerçek bir değişim gücü haline gelmelidir. Bilimsel yöntemlerin yoğun kullanımı, sosyolojiyi diğer sosyal bilimlerden ayıran güçlü bir araçtır ve bu yöntemlerin toplumsal dönüşümde daha etkin kullanılması gerekmektedir.

Sosyoloji, bireyin değil, toplumun refahını gözeten, geniş bir perspektifle uygulanmalıdır. Eğer bu disiplin, toplumun içinde, halkla birlikte var olabilir ve sorunlara çözümler sunacak politikalar üretebilirse, gerçek anlamda bir sosyal değişimin anahtarı haline gelebilir. Sosyologların akademinin sınırlarını aşarak toplumsal alanlarda daha aktif yer almaları, toplumu iyileştirmenin ve toplumsal refaha ulaşmanın en önemli yollarından biridir. Sonuçta, sosyolojinin potansiyeli yalnızca teoride değil, toplumsal pratiklerde de gerçek anlamda hayata geçirildiğinde ortaya çıkacaktır. Bu, bireysel değil, topyekûn bir kurtuluşun, yani toplumsal refahın anahtarıdır.


Okura not:

Sosyoloji, toplumları anlamak ve dönüştürmek için sahip olduğumuz en güçlü araçlardan biri. Bu bilim, bireyleri yalnızca psikolojinin yaptığı gibi tekil yaşam öyküleri üzerinden değil, onları çevreleyen sosyal yapıların, normların ve dinamiklerin ışığında ele alır. Bu geniş bakış açısı, toplumsal sorunların köklerine inebilmemizi sağlar. Ancak ne yazık ki, sosyoloji bu potansiyelini çoğu zaman halkla buluşturmakta zorlanıyor. Akademinin sınırları içinde kalması, sosyolojiyi geniş kitlelerin gözünde "ulaşılamaz" kılabiliyor.

Bu yazıda da tartıştığımız gibi, sosyolojinin daha görünür ve erişilebilir hale gelmesi, bireylerin ve toplumların refahı için hayati öneme sahip. Sosyolojinin ele aldığı meseleler, ekonomik adaletsizlikten kimlik sorunlarına kadar her kesimi ilgilendiriyor. Ancak bilimsel yöntemlere dayalı bu disiplin, halkın yaşamına doğrudan etki edebilecek çözümler üretmesine rağmen, bu çözümleri yayma konusunda yetersiz kalabiliyor.

Sosyolojinin daha fazla insana ulaşması, toplumsal dönüşümün en önemli anahtarlarından biri. Toplumlar olarak daha geniş ve bütüncül bir kurtuluşa ihtiyacımız var, bunun yolu da psikolojinin bireysel analizlerinden öte, sosyolojinin toplumsal çözümlemelerinden geçiyor. Sosyoloji topluma indikçe, herkesin yaşamında daha anlamlı ve somut değişiklikler yaratma potansiyeline sahip olacaktır.


KAYNAKÇA:

Erkan, Ü. (t.y.). Sosyolojik bir disiplin olarak klinik sosyoloji.

Akman, M. K. (2013). Sosyoterapi: Sosyolojinin terapötik kullanımı. Mukaddime, 8, 1-16.

Akman, M. K. (2015). Çağdaş Sosyo-Psikolojik Sorunlara Bir Yanıt Olarak Sosyoterapi, International Journal of Humanities and Education, 1(1), 1-14.

Sosyoloji Bölümü Semineri: Klinik Sosyoloji için Bir Giriş: Epistemolojik ve Metodolojik Temeller. (T. Y.). https://www.acibadem.edu.tr/haberler/sosyoloji-bolumu-semineri klinik-sosyoloji-icin-bir-giris-epistemolojik-ve-metodolojik-temeller (Erişim 01.06.2022).