Ayrıştırlan Toplum
Tartışmalarda haklı çıkmak yerine yeni şeyler öğrenmeye odaklanmalı, kapalı fikirli kişilerle ise zaman kaybetmeden yola devam etmeliyiz.
Yorulmadık mı artık? Birbirimizle sürekli kavga etmekten, kendimizi ispat etme çabasından? Bu kavgaları tetikleyen bir avuç insanın bu ayrışmalar üzerinden kazanç sağlamasından? Sosyal medyalarında, yankı odalarına sıkıştırılmış küçücük çocukların, daha hayatı tanımadan, anlamsız nefretlerle doldurulup sebepsiz tartışmalara sürüklendiğini görmek yormuyor mu artık bizi?
Farklı düşünceler elbette insanın gelişimini sağlar; fikirler üzerine tartışmak, belki de bilinci olgunlaştıran en önemli şeylerden biridir. Kendi düşüncemizi savunmak için dahi olsa, araştırır, karşı tarafa argümanlar üretmeye çalışırız. Bazen fark ederiz ki, aslında ürettiğimiz argümanlar yetersizdir, o an kendimizi sorgularız. Belki de gerçek, en başından beri bizim gördüğümüzden farklıdır.
Hayat, farklı fikirlerin bir araya geldiği kocaman bir mozaik değil midir zaten? Farklılıklarımızla şekilleniriz, var oluruz. Benim severek izlediğim sizin de kesinlikle izlediğini varsaydığım Hükümet Kadın filminde geçen bir diyalog, bu durumu çok güzel özetliyor:
"Bu dünya, senden olmayanlarla hoştur. Onların sana verdiği ilimlerle, kıymetlerle, gönüllerle hoştur. Sadece senin gibiler değil, senden olmayan da çok yaşasın ki, sen de yaşa. Hele bir de onun gözüyle gör şu fani dünyayı. Herkes beyaz olsa, o zaman beyazı fark edemezsin ki. Değil mi? Veyahut da siyah. Beyaz en güzel siyahta belli eder kendini. Beni ben yapan yegane şey, benden olmayandır. O yoksa, sen de yoksun. Ne anlamın kalır, ne rengin belli olur, ne de tadın…”
Bu sözler, bizi biz yapanın farklılıklar olduğunu anlatıyor. Sadece kendi gibi olanlarla yaşamak, dünyayı dar bir çerçeveden görmek demektir. Bir başkasının gözünden bakmadıkça, bu dünyanın rengini ve derinliğini tam anlamıyla göremeyiz.
Peki, neden farklı fikirleri bu denli reddediyoruz? Neden bizden olmayanı ötekileştiriyoruz? Belki de sorun, kendi fikirlerimize fazla bağlanmamızdan kaynaklanıyor. Oysa ki, karşı tarafı dinlemek, anlamaya çalışmak, hem bizi hem de karşımızdakini zenginleştirir. Bir fikrin doğru veya yanlış olup olmadığı, onu tartıştıkça netleşir. Ne zaman ki birbirimizi anlamak için çaba harcarız, işte o zaman ayrışmanın önüne geçebiliriz.
Her karşıt fikir bir fırsattır; karşıtlık, bir meydan okuma değil, bir öğrenme alanıdır.
İşte bu yüzden, bizden farklı düşünen insanların seslerinin sonuna kadar çıkmasına izin vermeliyiz. Yoksa bir gün biz de farklı düşündüğümüzde, kutuplaştırılan, hakaretlere maruz kalan taraf oluruz. Voltaire’in de dediği gibi:
"Fikirlerinize katılmıyor olabilirim, ama onları ifade etme hakkınızı sonuna kadar savunurum."
Şimdi gelelim bu kutuplaşmayı yaratan figürlere... Hemen birkaç profil canlanıverdi gözünüzde değil mi? Özellikle son dönemde kendileri dışında bir fikir beyan edenleri kurdukları sosyal medya mahkemelerine çıkarıyorlar. Twitter mahkemeleri, 7-15 yaş arası jürisiyle yargısız infaz yapıyor. Diplomasız hakimler, dile hükmedip linç mangası oluşturuyor. Profiline bakıyorsun, karşı tarafı hainlikle suçlayanların askerlik yapmamış olması bir yana, daha birkaç yıl önceki fikirleriyle tamamen çelişen şeyler savunuyorlar. Ne zaman bu çelişkiyi yüzlerine vursan, "Gelişiyorum, okudukça fikirlerim değişiyor," diye savunurlar; fakat karşısındaki aynı şeyi yaptığında "dönek" damgasını yapıştırıverirler, geçmişteki bir yazısını alıp küçük düşürürler. Bu çelişkilerle dolu sosyal medya arenası, insanları adeta bir "linç festivaline" davet ediyor.
Bir de o küçük takipçi kitlesi yok mu? Daha beslenme çantasıyla okula gidecek yaşta, ama ağızlarından çıkan küfürler hayal gücümüzün sınırlarını zorluyor. Tanımadıkları insanlara, sadece izledikleri fenomenlerin(!) doldurduğu nefretle saldırıyorlar. Bu gerçekten de içler acısı bir tablo. Sorgulayan, düşünen, okuyan bir nesil beklerken, tahammülsüzlük içinde cinsiyetçi ve etnik hakaretler yağdıran çocuklar görüyoruz.
Peki ne oldu da bu çocuklar böylesine öfkeyle doldu? Kendi kendime bunu düşündüm...
Bu çocukların ergenlik dönemi içinde olmaları, öfke ve nefretle beslenen bir sosyal medya ortamında büyümeleriyle birleştiğinde ortaya çıkan tabloyu anlamak kolaylaşıyor. Ergenlik, bilindiği gibi bireyin kimlik arayışında olduğu, duygusal iniş çıkışların zirve yaptığı bir dönem. Beynin özellikle duyguların işlendiği bölgesi olan amigdala, bu dönemde daha aktif olurken, karar verme ve mantıklı düşünme süreçlerinden sorumlu prefrontal korteks henüz tam anlamıyla gelişmemiş durumda.
Yani, ergen bireyler öfke, heyecan ve anlık tepkilerle hareket etmeye meyilliyken, bu tepkileri kontrol edebilme yetileri henüz tam oturmamış oluyor. Sosyal medya gibi hızlı ve yoğun etkileşimlerin olduğu, ödül-ceza mekanizmalarının anında işlediği platformlar, bu gençlerin beyinlerinde adeta bir “dopamin fırtınası” yaratıyor. Her beğeni, her retweet, her takdir, beyinde ödül mekanizmasını tetikleyip onları daha fazla bu sanal dünyaya bağımlı hale getiriyor. Dolayısıyla, kısa süreli onaylanma arayışları, daha hızlı ve sert tepkilere yol açıyor.
Bir de grup dinamiği meselesi var. Sosyal medya, bireysel düşünmeyi değil, grup halinde hareket etmeyi teşvik ediyor. Ergenler, özellikle bu dönemde “aidiyet” hissini en çok arayan yaş grubunda. Psikolog Henri Tajfel’in Sosyal Kimlik Teorisi tam da bu noktada devreye giriyor: İnsanlar kendilerini bir gruba ait hissedip, karşıt grupları küçümsemeye başlıyorlar. Bu şekilde kendilerine olan güvenlerini ve grup içindeki statülerini güçlendirdiklerini düşünüyorlar.
Ergen bireylerin, sosyal medyada takip ettikleri kişiler tarafından pohpohlanması ya da onlara yönelik bir çağrı hissetmeleri, aidiyet duygusunu daha da perçinliyor. Grup nefreti, bireyin kendi öfkesini besleyerek büyüyor. İleriye dönük etkiler açısından bu durum oldukça tehlikeli. Empati geliştirmeyi öğrenmeden sürekli dışarıya yönlendirilen öfke, toplum içinde tahammülsüz ve saldırgan bireyler yaratıyor.
Şimdi, bunların yanı sıra, sosyal medya ortamının bir başka önemli etkisi daha var: anonimlik. Anonimlik, ergen bireylerde sorumluluk hissini ortadan kaldırıyor. Adını gizleyebilen bir kullanıcı, normal şartlarda yüz yüze asla söyleyemeyeceği şeyleri rahatça dile getirebiliyor. İnsanlar kalabalığın içinde kaybolduklarında, bireysel sorumluluk hissini kaybediyorlar ve bu da daha saldırgan ve kontrolsüz davranışlara yol açıyor. Bu nedenle, sosyal medya üzerindeki kavgalar, hakaretler ve nefret söylemleri bir nevi “cezasızlık” üzerinden besleniyor.
Sonuç olarak, bu çocuklar öfkeyle doluyor çünkü beyinlerinin biyolojik gelişimi, sosyal medya platformlarının ödül-ceza dinamikleri ve grup aidiyeti üzerinden nefretin hızla yayılması gibi faktörler onları bu hale getiriyor. Peki bu tabloyu değiştirmek için ne yapmalı? Öncelikle gençlere empati kurmayı, farklı fikirlere tahammül etmeyi öğretmeliyiz. Eğitim sistemlerinde duygusal zekâ gelişimine, eleştirel düşünceye ve medyanın doğru kullanılmasına daha fazla yer verilmesi gerekiyor. Çünkü bu çocuklar bir gün büyüyecek, fakat taşıdıkları bu öfke eğer kontrol altına alınmazsa, gelecekte daha büyük toplumsal sorunlara yol açacak.
Tartışmalarda amaç haklı çıkmak değil, yeni bir şeyler öğrenmektir. Çünkü her durumda öğrenmek bizi daha zengin yapar. Ama ya karşınızda tartışmaya değer bir ortam veya kişi yoksa? Ya da tartışmaya tamamen kapalı birisiyle karşı karşıyaysanız? O zaman yapmanız gereken belli: Arkadaşlar, oradan koşarak uzaklaşın! Tartıştığınız kişilerin belirli bir zeka seviyesine ve entelektüel kapasiteye sahip olması gerek. Eğer argümanlarınıza bir kitap, olay ya da sağlam bir kaynak üzerinden cevap vermek yerine Facebook alıntılarıyla karşılık veriyorlarsa, bir saniyeden fazla orada durmak size sadece zaman kaybettirir.
Karşınızda sizinle sadece kavga etmek için bekleyen biri varsa, ona teşekkür edip konuyu kapatın ve geçin. Genelde ben öylelerine gülüp geçiyorum. Düşünün, Nutuk bile okumamış tipler birden size Atatürkçülük dersi vermeye başlıyor ya da tarih bilgisi sadece YouTube videolarıyla sınırlı olanlar birdenbire İsmet İnönü’ye hakaret yağdırıyorsa, orada bir saniye bile oyalanmayın. Zira o noktada, tartışma değil, zaman israfı başlamıştır.
"Farklı olanı kabul etmek, insan olmanın en büyük erdemlerinden biridir. Fikir ayrılıkları, zihinsel özgürlüğün bir işaretidir."
-Friedrich Nietzsche
İleri Okuma
- Bakırcı, Ç. M. (2021, Temmuz 27). Sosyal kimlik teorisi nedir? İnsanın kabileci, tribalist ve ayrımcı kökenlerine yönelik neler söyler? Evrim Ağacı. https://evrimagaci.org/sosyal-kimlik-teorisi-nedir-insanin-kabileci-tribalist-ve-ayrimci-kokenlerine-yonelik-neler-soyler-10771
- Ellemers, N. (2024, August 1). Social identity theory. Encyclopaedia Britannica. https://www.britannica.com/topic/social-identity-theory
- Deaux, K. (1993). Reconstructing social identity. Personality and Social Psychology Bulletin, 19(1), 4–12. https://doi.org/10.1177/0146167293191002
- Hogg, M. A. (2018). Social identity theory. In P. J. Burke (Ed.), Contemporary social psychological theories (2nd ed., pp. 112–138). Stanford University Press.