Bilgi Paylaşımı ve Sosyal İletişim: Türkiye’de Ast-Üst İlişkileri ve Eğitim Sistemi Üzerine Sosyolojik Bir İnceleme

İletişimde başarı, bireylerin özgürce ve eşit koşullarda konuşabildiği bir ortamda mümkün olur.

“Birinden bir şey öğrenmiyorsan, hiçbir şey de öğretemezsin.” Bu ifade, öğrenmenin ve öğretmenin karşılıklı etkileşimle mümkün olduğunu vurgular. Ancak Türkiye'deki toplumsal ve eğitimsel yapıda bu etkileşim, ast-üst ilişkilerinin derinlemesine yerleşmesiyle büyük ölçüde tıkanmıştır. Ast-üst ilişkilerinin, hiyerarşik düzenin ve otoriteye dayalı sosyal yapıların bilginin tek yönlü aktarımına neden olması, sağlıklı iletişim ve öğrenme süreçlerini engellemektedir. Bu makalede, ast-üst ilişkilerinin Türkiye’deki sosyal hayata ve eğitim sistemine etkileri, bu yapının kültürel ve tarihsel temelleri, alternatif yaklaşımlar ve çözüm önerileri ışığında ele alınacaktır.

Teorik Arka Plan: Güç İlişkileri ve Bilgi

Sosyolojik teoriler, toplumsal hiyerarşi ve bilgi paylaşımı arasındaki ilişkiyi anlamamıza yardımcı olur. Pierre Bourdieu’nun sermaye türleri (kültürel, sosyal ve sembolik sermaye) ve Michel Foucault’nun iktidar teorileri, bireyler arası bilgi alışverişinin ve sosyal yapıların nasıl şekillendiğini anlamak için önemli bir çerçeve sunar. Bourdieu’ya göre, toplumda bireyler sadece ekonomik sermaye ile değil, kültürel sermaye (eğitim, bilgi, beceriler) ve sembolik sermaye (statü, prestij) aracılığıyla da iktidar ilişkilerini sürdürürler. Bilgi, toplumsal hiyerarşinin korunmasında kritik bir rol oynar; çünkü iktidar sahipleri, sahip oldukları bilgi ile astları üzerinde bir kontrol mekanizması kurarlar. Bu bakış açısıyla, Türkiye’deki ast-üst ilişkilerinin, toplumsal ve kültürel sermayenin tek taraflı bir şekilde aktarılmasına dayandığını söyleyebiliriz.

Foucault, bilginin her zaman bir iktidar ilişkisiyle birlikte var olduğunu savunur. Türkiye’deki otoriter eğitim sistemi ve hiyerarşik sosyal yapılar da, bilginin bu iktidar ilişkileri aracılığıyla denetlendiği ve sınırlandırıldığı bir düzene dayanmaktadır. Bu düzen, sadece bireyler arasında değil, toplumsal sınıflar arasında da eşitsizliklerin devam etmesine yol açar.

Türkiye’de Ast-Üst İlişkilerinin Kültürel ve Tarihsel Kökenleri

Türkiye’de ast-üst ilişkileri, sadece güncel bir olgu değil, Osmanlı’dan miras kalan ve Cumhuriyet döneminde de devam eden hiyerarşik bir yapının sonucudur. Osmanlı İmparatorluğu’nda toplumsal hiyerarşi hem devlet bürokrasisi hem de dini temelli sosyal yapılar aracılığıyla şekillenmiştir. Bu hiyerarşik yapı, modern Türkiye Cumhuriyeti'nde de bazı yönleriyle varlığını sürdürmüştür. Aile, eğitim, iş hayatı ve hatta siyaset gibi alanlarda otoriteye ve statüye dayalı ilişkiler, bireyler arası eşitlik ilkesinin önüne geçmiştir.

Bu tür bir yapı, toplumsal olarak bireyler arasında kast benzeri bir düzenin oluşmasına zemin hazırlar. Her bireyin ve sınıfın belirli bir pozisyona sıkıştığı, sosyal hareketliliğin sınırlı olduğu bu yapı, bilginin de sadece belirli kesimlerin kontrolünde olmasına neden olur. Bu durum, toplumsal gelişim ve bireysel ilerleme önünde büyük bir engel teşkil eder. Hiyerarşi içinde sıkışan bireyler, hem kendilerini geliştirme fırsatlarından yoksun kalır hem de topluma katkı sağlayacak yenilikçi fikirlerin ortaya çıkması zorlaşır.

Eğitim Sistemindeki Hiyerarşi: Tek Yönlü Bilgi Akışı

Türkiye’deki eğitim sisteminde, öğretmen-öğrenci arasındaki ilişki de hiyerarşik bir yapıya dayanır. Öğretmen, mutlak bilgi kaynağı olarak görülürken, öğrenci pasif bir bilgi alıcısıdır. Paulo Freire’nin “bankacı eğitim modeli” olarak tanımladığı bu yapıda, öğretmen bilgiyi öğrenciye “depolar,” ancak bu bilgi sorgulanmaz, eleştirilmez. Bu modelde diyalog ve karşılıklı öğrenme yerine, bilgi tek yönlü olarak aktarılır. Freire, gerçek öğrenmenin ancak diyalog ve karşılıklı etkileşimle gerçekleşebileceğini savunur. Bu bağlamda, Türkiye’deki eğitim sistemi öğrencilerin yaratıcı, eleştirel ve bağımsız düşünme becerilerini geliştirmekten uzaktır.

Bu hiyerarşik yapının bir sonucu olarak, öğrenciler bilgiyi sorgulamadan kabul etmeye zorlanır. Bilgi aktarımında bu tek yönlülük, hem öğrencilerin eğitim sürecine katılımını sınırlar hem de onların aktif bilgi üreticisi olma kapasitelerini köreltir. Türkiye'deki eğitim sisteminin, bireylerin entelektüel gelişimini sınırlayan bu yapıyı sorgulaması ve eleştirel düşünmeyi teşvik eden bir yapıya geçiş yapması gerekmektedir.

İletişim Kopukluğu ve Sosyal İlişkilerin Tıkanması

Eğitim sistemindeki hiyerarşi, daha geniş toplumsal ilişkilerde de kendini gösterir. Toplumsal hayatta ast-üst ilişkilerinin egemen olduğu alanlarda, sağlıklı iletişim süreçleri neredeyse imkânsız hale gelir. Jürgen Habermas’ın iletişimsel eylem teorisi, bireyler arası iletişimin ancak eşitlik temelinde ve karşılıklı rıza ile kurulabileceğini savunur. Türkiye'deki ast-üst ilişkilerinin hiyerarşik yapısı, bu tür bir iletişimsel eylemin gerçekleşmesini zorlaştırır.

Habermas’a göre, iletişimde başarı, bireylerin özgürce ve eşit koşullarda konuşabildiği bir ortamda mümkün olur. Ancak Türkiye'deki toplumsal yapı, astların üstlerine boyun eğmesi ve sorgulamadan kabul etmesi gerektiği bir düzen yaratır. Bu düzen, sadece bireyler arası iletişimi değil, aynı zamanda toplumsal ilerlemeyi de tıkar. “Eğer konuşamıyorsanız, haykırmak boşunadır” ifadesi bu noktada önem kazanır; çünkü sağlıklı bir iletişim olmadan bireylerin taleplerini dile getirme veya sorunları çözme şansı yoktur.

Bilmemek ve Bilmek: Bilginin Doğası Üzerine Felsefi Bir Tartışma

“Bilmemek erdemlerin en yücesi, her şeyi bilmekse ahmaklığın en yücesidir” ifadesi, bilgiye yaklaşımda tevazu ve sorgulayıcı bir tutumun önemini vurgular. Sokrates’in “Bildiğim tek şey, hiçbir şey bilmediğimdir” sözü, bilginin mutlak olmadığını ve sürekli sorgulanması gerektiğini hatırlatır. Türkiye’deki toplumsal ve eğitimsel yapı ise, bilginin mutlak ve değişmez olduğu düşüncesine dayandığında, bireylerin öğrenme süreçleri sınırlanır.

Bilgiye yaklaşımda bu tür bir dogmatik anlayış, toplumsal gelişmenin ve bireysel yaratıcılığın önünde büyük bir engel oluşturur. Bilginin sorgulanabilir ve yenilenebilir olduğu anlayışı, sadece bireylerin entelektüel kapasitelerini değil, aynı zamanda toplumsal yapıları da dönüştürebilecek bir potansiyele sahiptir.

Çözüm Önerileri: Diyalog Temelli Eğitim ve Sosyal İlişkiler

Türkiye’deki eğitim sisteminde ve toplumsal yapıda, ast-üst ilişkilerine dayalı hiyerarşinin sorgulanması ve daha yatay bir iletişim modeline geçilmesi, toplumsal ilerlemenin önünü açabilir. Eğitimde diyalog temelli modellerin benimsenmesi, öğrencilerin eleştirel düşünme becerilerini geliştirmelerine ve bilgi üretim süreçlerine aktif olarak katılmalarına olanak tanır. Öğretmenlerin sadece bilgi aktarıcı değil, öğrenme sürecinin bir parçası oldukları bir model, eğitimde dönüşümün kapısını aralayabilir.

Sosyal ilişkilerde de, ast-üst hiyerarşisini sorgulayan ve bireyler arasında daha eşitlikçi ilişkiler kurmayı teşvik eden bir yaklaşım, bireylerin birbirlerinden öğrenme süreçlerini destekler. Habermas’ın önerdiği gibi, iletişimde karşılıklı rızaya dayalı, özgür ve eşit bir diyalog zemini yaratmak, toplumsal ilişkilerdeki tıkanıklıkları açabilir ve bireylerin toplumsal gelişime katkı sağlamasını mümkün kılabilir.