Bir Bilim Adamının Romanı

Oğuz Atay'ın gözden kaçan bu kitabının derdi ne?

Bir Bilim Adamının Romanı, Türk edebiyatının önemli isimlerinden Oğuz Atay'ın, Türkiye'nin saygın bilim adamlarından Prof. Dr. Mustafa İnan'ın yaşamını anlatan biyografik romanıdır. 1975 yılında yayımlanan bu eser, Atay'ın daha çok bilinen romanlarının gölgesinde kalmış olsa da, derinliği ve içeriğiyle Türkiye'nin bilim tarihi için çok enteresan ve önemli bir kitaptır. Oğuz Atay’ın ustalıkla kaleme aldığı bu eser, Mustafa İnan’ın bilimsel başarılarını ve kişisel yolculuğunu unutulmaz bir hikaye olarak okuyucuya sunar. Lakin, derdi aslında bir biyografik roman olmanın çok ötesindedir, Atay’ın anlatımı, bizleri derin düşüncelere sevk eder ve İnan’ın yaşamına dair anlamlı bir perspektif sunar.

Kitap, hem Mustafa İnan’ı tanımak hem de Türk bilim tarihine dair bilgi edinmek isteyenler için mutlaka okunması gereken bir eser, ama bence en önemlisi kendini geliştirmek ve bakış açısını değiştirmek isteyen insanlar için mutlaka okunması gerek bir eser olmasıdır. Özellikle bilimle arası olmadığını, bilimin asla merak uyandırmadığını düşünenler için. Bilim ve edebiyatın kesiştiği yerde oluşan bu eser, Mustafa İnan’ın hayatını ve bilime olan katkılarını detaylı bir şekilde ele alarak, okuyuculara ilham verici bir portre sunar.

Bu romanı ilk kez lisede okuduğumda inanılmaz bir bilinç kazanmıştım ve karakterimi dahi şekillendiren, çok hayran kaldığım bir roman olmuştu. Özellikle romanın kurgusuna bayılmıştım. Fen ve edebiyatı bir araya getireceksen işte tam da böyle bir araya getirmelisin demiştim. Şimdiye kadar eğitim sistemimizin bize gösterdiğinin aksine roman bana hem sözel alanlarla hem de sayısal alanlarla aynı anda ilgilenebileceğimizi ve öğrenebileceğimizi göstermişti.

Edebi olarak inceleyecek olursam, bence Oğuz Atay’ın bizlere Mustafa İnan’ı daha rahat anlatmak için koyduğu iki tane figür var. Bunlardan birisi genç adam, diğeriyse profesör. Profesör, Mustafa İnan’ın izini takip eden, bilim aşığı kimseleri temsil ediyor. Bu da Mustafa İnan’ın tüm ilkelerini takip eden biri demek. Bilimi geniş kitlelere yaymak, onu geliştirmek, insanlara tanıtmak, yani bilimin elit bir şey olmaktan çıkıp tabana yayılması. Modern zamanlarda popüler bilim altında yavaş yavaş düzeltilmeye çalışılan bu sorun, global bir sorun aslında ve biz bunu 1975'te bir Türk'ten okuyoruz. Sırf bu bile ne kadar vizyoner bir roman olduğunun kanıtıdır aslında. Konumuza dönecek olursak, genç adam bizleri, yani okuyucuları temsil ediyor. Bizler Mustafa İnan’ı tanımayan, bilim hakkında bir şey bilmeyen, ona uzak olan, yani kitaptaki o saf taşralı genciz bilimin karşısında. Kitap boyunca genç adamla birlikte bizler de aynı şeyleri yaşıyoruz. O elit sandığımız bilimin ve bilim insanlarının aslında ne kadar hayatın içinden şeyler olduğunu öğreniyoruz. Mesela kitapta Mustafa İnan bir Oxford profesörüne denk bir bilgi birikimine sahipken, konuştuğunda Adana ağzıyla konuşur. Bu en ufak örneklerden biridir. Oğuz Atay bu genç adam figürüyle bizleri kitabın bir parçası yapıyor adeta sonrasında da kitabın içinde bizi eritiyor. Bir insanı anlatmak için böyle bir yol izlemek ve çizmek aslında yazarın anlattığı insanı ne kadar iyi tanıdığını da gösteriyor bence. Bu iki figür Mustafa İnan’ı iki ayrı pencereden gösteriyor bizlere. Mesela Profesör, Mustafa İnan hakkında daha olgun ve derin yorumlar yapabilirken, biz taşralı gençler genelde bu yorumları dinlemekle kalıyor ya da arada merakımız el verdiğince birkaç soru sorabiliyoruz.

Diğer taraftan, romanın ülkenin ciddi sorularına cevapları var. Mesela sorulardan bazıları: Öğretmenler nasıl olmalıdır? Öğrenciler nasıl olmalıdır? Dersler nasıl olmalıdır? Bizde neden bilim adamı yetişmiyor? Yetişse bile neden Avrupa’daki gibi değil? Mustafa İnan'ın sorguladığı gibi; "Çocukları Büyük İskender ya da Napolyon olmaya özendireceklerine, neden onlara Gauss'tan, Pascal'dan bir şeyler anlatmazlar?". Sorularının ve cevaplarının yanında sisteme ve en önemlisi insanlara eleştirileri, iğnelemeleri, hicivleri var. Aslında romanın bir derdi var. Sadece bir biyografi kitabının çok ötesinde, bu kitabın Türk halkına anlatmak istediği bir şeyler var. Bunlar, Mustafa İnan’ın dertleri, yani bizim dertlerimiz. Mustafa İnan toplumu eleştiriyor; uyuşukluğumuzu, tembelliğimizi, kaderciliğimizi, paraya düşkünlüğümüzü, bilimden çok futbola önem verişimizi... Profesörün genç adama dediği gibi “Adanaspor’un oyuncularını tanırsın da Adanalı Mustafa’yı tanımazsın.”.

Ayrıca bu kitap istemediğimiz kadar da bilgilendirici. Hem de matematikten şiire, şiirden etimolojiye, etimolojiden karbon 14’e kadar geniş bir yelpaze. Mustafa Hoca'nın çok yönlülüğü ister istemez biyografisine de yansımış. Mesela benim en çok sevdiğim bilgiler, sanırım sözelci olduğum için, etimolojik bilgiler oldu: “Aslı ‘lahim maal acim’dir. Lahim et demek maal da birlikte, acim’in anlamı hamur. Etle birlikte hamur oluyor bizim lahmacun. Kelimelerin başına neler geliyor”. Mühendislik bilgilerinin yanında bu bilgiyi bile bilen bir adam şu Mustafa İnan, garip adam doğrusu. Gerçi bu dediğimi duysa kendisi bana kızardı. Çünkü ona göre, bir insanı ötekileştirmek, onu efsaneleştirmek, onu yüceltmek tembellikti. Başarılı bir insanı ötekileştirerek bizler aslında kendimizden kaçıyoruz, başarılı olmaktan yani çalışıp emek vermekten. Çalışıp emek vermeyi, başarılı olmayı anca zeki insanlar yapabilir canım(!). Bizlerin ne haddine?

Kısacası bu muhteşem önemli eser hakkında daha sayfalarca yazı yazılır, hatta üzerine makale bile yazılır ama benim ne haddime...