Bir Solukta Azerbaycan Tarihi
Azerbaycan'ın tarihine kısa bir yolculuğa çıkalım. Kardeşlerimizin bu topraklardaki serüvenlerine ortak olalım.
Son yıllarda Kafkasya coğrafyasında meydana gelen hızlı ve çalkantılı gelişmeler, bölgenin tarihini kökten değiştirerek derin etkiler bırakmaktadır. Özellikle 2020 yılında Azerbaycan'ın kazandığı İkinci Karabağ zaferi, sadece coğrafyayı değil, aynı zamanda bölgedeki siyasi dengeleri temelden sarsarak tarihi bir dönemeç oluşturdu.
Bu olayları anlamak ve günümüzdeki gelişmeleri değerlendirebilmek için geçmişe doğru birkaç adım atmak, tabloya geniş bir perspektiften bakmak gerekiyor. Maalesef tek bir fotoğraf karesinden, Azerbaycan'da yaşanan savaşları ve enerji yollarını anlamak mümkün değil. Bu sebeple, Azerbaycan'ın tarihini ele alarak en sonunda Karabağ Savaşları'nı ve bizim için önemli olan Zengezur Koridoru'nu anlatmayı hedefliyorum.
Konuyu iki farklı blog yazısı şekilden ele alacağım. Bu blog yazımda, Rusların Kafkasya'daki yayılma süreçlerini, Çarlık ve Sovyetlerin ilk dönemlerinde bölgedeki Türk halklarına yönelik uygulanan katliamları, Ermenistan'ın nasıl kurulduğunu, Azerbaycan'ın devletleşme sürecini, tarihi çatışmaları anlatırken diğer yazımda ise SSCB dönemindeki Azerbaycan Devleti'ni, Karabağ Savaşları'nı ve stratejik öneme sahip Zengezur Koridoru'nu detaylı bir şekilde ele alacağım. Kafkasya tarihi, bölgedeki siyasi ve etnik dinamikleri anlamak için son derece önemli bir perspektif sunmaktadır. Bu hikaye, sadece coğrafyanın değil, aynı zamanda uluslararası ilişkilerin kritik bir parçasını oluşturuyor. Haydi, Kafkasya'nın tarihi zirvesine doğru bir yolculuğa çıkalım.
"Rumeli ve Anadolu halkı, Azeri kardaşlarının kalbinin kendi kalbi gibi çarptığını bilirler." ¹
Kültürlerin Buluştuğu Topraklar
Kafkasya, binlerce yıl boyunca Doğu ve Batı'nın kucaklaştığı, jeopolitik öneme sahip bir buluşma noktası olarak varlığını sürdürmüştür. Orta Doğu ile Avrupa'nın ticaret yollarının kesişiminde stratejik bir merkez olarak konumlanmış, Karadeniz'den Hazar Denizi'ne kadar uzanan geniş topraklarında birçok krallığa ev sahipliği yapmıştır. Bu topraklara yerleşen halklar, yerleşim yerlerini genellikle vadilerde ve dağ eteklerinde kurmayı tercih etmişlerdir.
"Kafkasya halklarını dışarıdan etkileyen çeşitli medeniyet ve kavimler olmuştur. Jeostratejik açıdan son derece önemli olan bu bölge, Avrupa'nın doğusunu Asya'nın batısından, İslam’ı Hıristiyanlıktan, yerleşik toplulukları göçebelerden ayırmıştır. Burada farklı zamanlarda Roma ve Bizans, Rusya, İran ve Osmanlı İmparatorluğu gibi büyük güçlerin çıkarları örtüşmüştür." [²]
Antik ve erken ortaçağ dönemlerinde bölge halkına göz attığımızda, İrani dil konuşan topluluklar, göçebe Türk kabileleri, Kürtler ve Kafkasyalı Arnavutları içeriyordu. Arnavutlar, 4. yüzyılda Hristiyanlığı benimseyip Ermenilerin kültürel etkisi altına girdiler. 7. yüzyıla geldiğimizde bölgeye çok sayıda Arap akını oldu. Bu akınlar üzerine bölgede yerel hükümdarlar tarafından yönetilen bir İslam hanedanı kuruldu. Bu hanedanın yöneticileri, Şeddâdîler olarak adlandırıldılar. Şeddâdîler, 951-1174 yılları arasında Ermenistan ve Arran'da hüküm süren bir Kürt-Sünni Müslüman hanedanıydı. Bu hanedan, Kura ile Aras nehirleri arasında kuruldu. Büyük Selçuklu hükümdarı Tuğrul Bey bölgeye gelmeden önce, Kafkasya'nın büyük bir kısmını kontrol altına almışlardı. Ancak, 1067'den itibaren Şeddadiler hanedanı Selçukluların akınlarına uğramış, Sultan Alp Arslan 1075 yılında Şeddadi topraklarını tamamen ilhak etmiş ve hanedan 1174'e kadar Selçuklu egemenliği altında varlığını sürdürmüştür. Selçuklulara sağladığı hizmet karşılığında, Ani ve Tiflis şehirleri kendilerine hediye edilmiştir.
Bölgedeki egemenliğin Selçuklulara geçmesi, nüfus yapısında önemli değişikliklere neden oldu ve İrani dillerin yerine Oğuz Türk lehçelerinin dil hakimiyetine yol açtı. 1400'lü yıllara ise Karakoyunlular ve Akkoyunlular, Azerbaycan'a hakim olmaya başladı ve bu süreçte Türk nüfusunun arttığı görülmektedir. İlk Türk - Ermeni temasları Çağrı Bey'in Doğu Anadolu seferleri sırasında başlamıştır. Aslında, bu temasları biraz daha geriye götürebiliriz çünkü Abbâsî ordularında görev yapan Türk askerlerinin ve ailelerinin Ermenilerle ilişkisinden söz edilebilir. Ancak, bunlar önemli temaslardan ziyade basit ilişkilerden ibarettir. Gerçek anlamda ilişkiler için Çağrı Bey'in Doğu Anadolu'ya yaptığı keşif seferleri sırasında ortaya çıkan etkileşimlere odaklanabiliriz. Bu yıllarda Ermeniler, Bizans İmparatorluğu'na bağlı durumdaydılar. Çağrı Bey'den sonra Alparslan'ın 1071 Malazgirt Zaferi ile Anadolu hızla Türkleşmeye başlamıştır. Bu dönemde Anadolu coğrafyasında yoğun bir Bizans nüfusu bulunmamaktadır. Zaten nüfusça az olan bölgeler, Oğuz boyları tarafından hızla yerleşilip bölgeyi İslamlaştırmışlardır. Bu olayların sonucunda Ermeniler, yurtlarından çekilerek daha iç kısımlarda, Kilikya olarak adlandırılan Çukurova bölgesine yerleşmişler ve burada yeniden Bizans'a tabi bir prenslik kurmuşlardır.
Türklerin Orta ve Batı Anadolu'ya doğru ilerlemesi, Güneydoğu Anadolu'daki Ermenilere bölgede yayılma fırsatı sunmuştur. Daha sonrasında, bu prenslikler Selçuklu Devleti'ne bağlanmış; 1243 yılında Kösedağ Savaşı'nda Moğollar'ın Selçukluları mağlup etmesiyle Ermeniler, Moğolların yanına geçmiştir. Ancak Çukurova bölgesinde etkisi artan Memlükler adlı Türk devletinin güçlenmesiyle, 1375 yılında Mısır Memlük Türk yönetimi tarafından Ermeniler ortadan kaldırılmıştır.
Osmanlı İmparatorluğu dönemine gelindiğinde, bölgedeki Kafkas Müslümanları, Anadolu'daki Osmanlı Türkleri gibi, 16. yüzyılın başlarında Şiilik'e geçiş yaşadılar. Bu değişikliğin temel sebepleri arasında, Safevîlerin İran'ı Şiileştirmesi bulunmaktadır. İran nüfusunun çoğunluğu Safevîlere kadar Şafiî ve Hanefî Sünni Müslümanlardan oluşuyordu. Safevîlerin İran'ı Şiileştirmesi, kabaca 16. ila 18. yüzyıllar arasında gerçekleşti ve İran'ı Şiilik'in mezhepsel kalesi haline getirdi. Aynı zamanda, İsnâaşeriyye mezhebinin, Zeydilik ve İsmaililik mezhepleri üzerinde hakimiyetini sağlamıştır. Bu gelişmeler sonucunda, günümüz İran'ı ve komşu Azerbaycan'ın toprakları tarih boyunca Şiiliğe dönüştü. Her iki ülkede hala büyük çoğunluk Şii Müslümanlardan oluşmaktadır ve Azerbaycan nüfusunun Şii oranı İran'dan sonra ikinci sıradadır. Safeviler döneminde Azerbaycan'da devlet yönetimi kültürü daha da arttı. Azerbaycan Türkçesi, Farsça ile birlikte, devasa bir imparatorluğun topraklarında devlet dili haline geldi. Şah İsmail, Şah Tahmasib, Şah Abbas ve diğer Safevi hükümdarlarının gerçekleştirdiği başarılı reformlar, iç ve dış politikalar sonucunda Safevi devleti, Yakın Doğu ve Orta Doğu'nun en güçlü imparatorluklarından birine dönüştü.
Yavuz Sultan Selim dönemine geldiğimizde, Osmanlı ve Safevi devletleri arasında 1514 yılında gerçekleşen Çaldıran Savaşı'nda Safeviler yenilgiye uğratıldı. Bu zaferin ardından Şah İsmail, Irak'ın yanı sıra Tebriz'in kuzeyini ve Azerbaycan topraklarından geri çekilerek devletinin iç kısımlarına doğru hareket etti. Yavuz'un ardından oğlu Süleyman, bölgeye bir dizi sefer düzenledi, bunlardan biri de Irakeyn Seferi'ydi.
1533'te Habsburglarla yapılan barışın ardından, Avrupa sınırlarını belirli bir süre güvence altına alan I. Süleyman, hemen İran seferi için hazırlıklara başladı. Vezir-i azam Pargalı İbrahim Paşa'nın önden gönderilmesiyle sürecin hızlandığı bu dönemde, İbrahim Paşa 1534'te şehirdeki ordunun tamamına yakının geri çekilmesi üzerine Tebriz'i kolayca ele geçirdi.
I. Süleyman ise 14 Haziran'da Üsküdar'dan hareket ederek,Konya'ya varıp Mevlana Celaleddin Rumi'nin türbesini ziyaret etti. Ardından Tebriz'e ulaşmak için Kayseri-Sivas-Erzincan yolunu izleyerek 28 Eylül'de şehre girdi. Safeviler, geçmişteki Çaldıran Muharebesi'ndeki mağlubiyetleri ve Osmanlıların son seferi olan Mohaç Meydan Muharebesi'ndeki büyük zaferleri nedeniyle meydan savaşlarında başarılı olamayacaklarını anlamışlardı. Bu sebeplerden dolayı, Osmanlı'nın karşısına ordu çıkarmaktan kaçındılar. Bu yüzden farklı bir strateji geliştirerek önemli noktalarda direniş göstererek gayrinizami savaştılar. O sırada Osmanlı ordusu, Sultaniye'ye ulaştıktan sonra Bağdat üzerine yönlendi.
Osmanlı ordusu, Safevilerin direnişiyle karşılaşsa da, Bağdat'ı savunan Safevi kuvvetlerinin geri çekilmesi üzerine 28 Kasım 1534'te şehri ele geçirdi. Kanuni, 1534-1535 kışını Bağdat'ta geçirerek burada Osmanlı devlet örgütünü kurdu. Safevi tehlikesini ortadan kaldırmak isteyen I. Süleyman, Şah Tahmasb'ın Tebriz'i geri aldığı haberinin ardından harekete geçti. Ancak Tahmasb'ın izine rastlanamayınca geri dönmek zorunda kaldı.
Osmanlı ordusunun Tebriz'i terk etmesiyle Safeviler, şehri geri aldı ve Van'ı ele geçirdi. Bunların ardından Erciş'i kuşatan Safevi ordusu başarılı olamazken, Osmanlı kuvvetleri de Van'ı geri alamadı. I. Süleyman, kışın ilerlemesi ve Tahmasb'ın Van'a asker bırakarak çekilmesi üzerine tekrar Safevi kuvvetlerinin üzerine yütümekten vazgeçerek sınır güvenliğini sağlama kararı aldı. Ardından İstanbul'a dönerek Irakeyn seferini sonlandırdı. Bu büyük askeri harekât sonucunda Bağdat, Basra ve çevresinde Osmanlı hakimiyeti başlamış oldu.
1550-1552 yılları arasında, Safevi ordusu Anadolu'yu hedef aldı ve Van ile Erzurum'u işgal edip yağmaladı. Bu olaylar üzerine, Sultan Süleyman, 1554-1555 yılları arasında, Safevi Devleti'ne karşı Balkanlardan bir ordu toplayarak harekete geçti. Osmanlı ordusu, yol üzerinde Safevi İmparatorluğu'na ait sarayları ve kaleleri yok ederek Azerbaycan'a girdi. Ancak Şah I. Tahmasb, ana kuvvetleriyle çatışmadan kaçınarak Osmanlı birliklerini beklenen yollarda pusularla karşıladı. Osmanlı ordusu, Azerbaycan'a girip Erivan, Karabağ ve Nahçıvan'ı ele geçirse de, Safevilerin taktiksel üstünlüğü nedeniyle geri çekilmek zorunda kaldı. Sultan Süleyman'ın ordusu, Azerbaycan'a doğru ilerlerken kızılbaşlar tarafından yapılan ani baskınlarla zor duruma düştü. Bu süreçte yiyecek kıtlığı ve baskınlar nedeniyle Osmanlı birlikleri arasında hoşnutsuzluk arttı. Sonunda, her iki taraf ağır kayıplar verdikten sonra barış görüşmelerine başlama kararı aldı. Amasya Antlaşması olarak bilinen barış antlaşmasıyla her iki taraf arasında anlaşma sağlandı. Buna göre, Azerbaycan Safevi Devleti'nin egemenliğinde kaldı, ancak Safevi İmparatorluğu, Irak ve Doğu Anadolu'nun Osmanlı egemenliğine girmesini kabul etti. Antlaşma ayrıca hacılara, Osmanlı topraklarındaki kutsal yerleri ziyaret etme hakkı tanıdı. Doğu Anadolu Bölgesi ile Bağdat, Osmanlı imtiyaz sahasına girdi. Antlaşma, Osmanlı ve Safevi Devletleri arasında gerçekleşen ilk resmi antlaşma olma özelliğini taşıdı. Ancak, Safevilerin antlaşmayı 1577'de bozması üzerine, iki devlet arasında bir süreliğine sağlanan barış sona erdi. Bu durum, daha sonra 1590 yılında Ferhat Paşa Antlaşması ile bir kez daha barışın sağlanmasına kadar devam etti.
Safevi devletinin çöküşünden sonra iktidara gelen Azerbaycanlı komutan Nadir Şah Afşar (1736-1747), eski Safevi İmparatorluğu'nun sınırlarını daha da genişletti. Afşar-Türk boyundan gelen bu büyük hükümdar, 1739'da Delhi dahil Kuzey Hindistan'ı ele geçirdi. Ancak Nadir Şah'ın ölümünden sonra onun tarafından yönetilen geniş imparatorlukta çöktü. Buna bağlı olarak 18. yüzyılın ikinci yarısında Azerbaycan, hanlıklar ve sultanlıklar olarak adlandırılan küçük devletlere bölündü.
18.yüzyılın sonlarında İran'da iktidara gelen Kaçar hanedanı (1796-1925), atalarının mirasını, Karakoyunlular, Akkoyunlular, Safeviler ve en son olarak Azerbaycan hanlıkları dahil olmak üzere Nadir Şah'ın yönetimi altındaki çeşitli bölgeleri bir araya getirerek merkezi otoriteye bağlamaya çalıştı. Ancak, o dönemde Kuzeyden gelen Ruslar, Gürcü Prensliklerini ele geçirerek Güney Kafkasya'ya yayılmaya başlamışlardı. Kafkasya'daki hakimiyeti kaybetmek istemeyen Kaçar Hanedanlığı Ruslara karşı savaş başlattı. Bu durum, Azerbaycan'ı iki büyük güç arasında geçen kanlı çatışmaların yaşandığı bir alan haline getirdi.(Rusların Kafkasya coğrafyası üzerindeki yayılmacı politikaları yazının ilerleyen kısımlarında detaylı bir şekilde irdelenmiştir.)
Bu dönemde coğrafyada bir diğer önemli güç ise Osmanlı İmparatorluğu idi. Ancak, Osmanlı'nın durumu o zamanlar hiç iç açıcı değildi. Merkezi otorite zayıflamış, ardı ardına gelen savaşlardaki yenilgiler ülke ekonomisini derinden etkilemiş, ordu ise işlevsizleşmiş ve ülkenin çeşitli bölgelerinde büyük isyanlar patlak vermişti. Üstüne bir de Ruslarla savaşa girmiş ve mağlup olmuşlardı.
Ruslar, bölgede hem Osmanlı İmparatorluğu'na hem de İran'a karşı zafer elde etmişti. İran'a karşı kazandığı zaferin ardından, 1813 yılında Gülistan Anlaşması imzalandı. Bu anlaşma sonucunda Rusya, Nahçıvan ve Revan dışındaki Aras Nehri'nin kuzeyinde bulunan tüm hanlıkları ele geçirdi. Sadece bu iki hanlık İran'a bırakılmıştı. Bu durum, Azerbaycan'ın tarihinde yeni kavramların ortaya çıkmasına neden oldu: "Kuzey Azerbaycan" (veya Rusya Azerbaycanı) ve "Güney Azerbaycan" (veya İran Azerbaycanı). Böylece Azerbaycan iki büyük imparatorluk arasında bölündü: Kuzey Azerbaycan, Rusya'ya bağlandı, Güney Azerbaycan ise İran'da kaldı.
Üst üste aldığı yenilgilerin ardından Kaçarlar, Feth Ali Şah önderliğinde, Osmanlı İmparatorluğu'nun zayıflığından istifade ederek toprak kazanmak amacıyla savaş başlattı. Savaşın başlangıcında istediği gibi ilerlese de, ordusuna veba salgını bulaştı ve geri çekilmek zorunda kaldı. Bu seferde, neredeyse hiçbir kazanç elde edememiş ve bir "pirus zaferi" kazanmıştı, çünkü askerlerinin büyük bir kısmını kaybetmişti.
Daha sonra, İngiltere'nin kışkırtmasıyla kaybettiği toprakları Ruslardan geri almak için tekrar harekete geçti. Ancak, Osmanlılara karşı açtığı savaşta ordusu zaten büyük hasar görmüştü ve güçsüz kalmıştı. Bu nedenle, Ruslar, Kaçarları kolayca mağlup etti. Ruslar, Urmiye Gölü'ne kadar ilerlediklerinde, Feth Ali Şah 1828 yılında Türkmençayı Antlaşması'nı imzalamak zorunda kaldı. Bu antlaşma ile Nahçıvan ve Revan hanlıkları da Ruslara bağlandı.
Türkmençay Antlaşması
Türkmençay Antlaşması / Görsel: Vikipedia
Antlaşmanın Niteliği:
Bu antlaşma, ebedi barış, dostluk ve işbirliği antlaşması olarak kabul edilmiştir.
Toprak Devri:
İran, 6 ay içerisinde Revan ve Nahçıvan Hanlıkları'nı Rusya'ya bırakmıştır.
Sınır Tespiti:
İran ve Rusya arasındaki sınır tespiti yapılmıştır.
Tespit edilen sınırların kuzeyinde kalan Kafkas sıra dağları ve Hazar
Denizi arasındaki toprak ve adalar, Rusya İmparatorluğu'na ait kabul edilmiştir.
Tazminat:
İran, Rusya'ya tazminat ödemeyi kabul etmiştir.
Hükümdar Tanıma:
Rusya, İran Veliahdı Abbas Mirza'yı önce veliaht, daha sonra hükümdar olarak tanıyacaktır.
Deniz Hakları:
Hazar Denizi'nde her iki devletin ticaret gemileri seyredebilecek, ancak savaş gemileri yalnızca Rusya'ya ait olacaktır.
Diplomatik İlişkiler ve Ticaret:
Karşılıklı elçilerin kabulü ve ağırlanması karar altına alınmıştır.
Karşılıklı ticaretin geliştirilmesi ve ticaret ataşeliklerinin kurulması kararlaştırılmıştır.
Hukuki İşler ve Borçlar:
Savaştan önce yarım kalan işlerin adaletle çözüleceği ve önceki borçların ilgili hükümet tarafından ödeneceği hükme bağlanmıştır.
Taşınmaz malları bulunanlar, üç yıl içinde bunları değiştirmeli veya satmalıdır. Ancak, bu haktan Revan'ın eski Serdarı Hüseyin Han ile kardeşi Hasan Han ve Nahçıvan'ın eski Hâkimi Kerim Han mahrum edilmiştir.
Esir Değişimi ve Sığınanlar:
Her iki taraftan da esir düşenlerin tamamı dört ay içerisinde serbest bırakılacaktır.
Her iki devlete sığınanlarla ilgili olarak, Rusya'nın onaylamadığı kişilerin belirli bölgelere yerleştirilmesine izin verilmeyecektir.
Göç İmkanları:
Güney Azerbaycan'da yerleşen halk istedikleri takdirde Rusya'ya göç edebilecek ve bu göçe uygun imkanlar sağlanacaktır.
Antlaşmanın İmzalanması ve Duyuru:
Bu antlaşmanın Rusya İmparatoru ve İran Şahı tarafından imzalanması ve bir an önce her yere duyurulması karar altına alınmıştır.
Türkmençay Antlaşması'nın günümüze kadar uzanan etkileri göz önüne alındığında, bu anlaşma ile Rusya, önceki işgal ettiği topraklara Revan ve Nahçıvan Hanlıkları'nı da eklemişti. Revan Hanlığı'nı lağveden Rusya, bu bölgeyi Erivan Guberniyası (1850) olarak adlandırarak Ermenistan'ın temellerini atmıştı. Ermenileri Büyük Ermenistan vaadiyle kandırarak yanlarına çekme stratejisiyle Ruslar, asıl hedeflerini Osmanlı ile Azerbaycan arasındaki Türk Müslüman nüfusu arasına bir tampon devlet oluşturmak olarak belirlemişlerdi. Nahçıvan ve Revan hanlıklarını birleştirip Ermenistan'ı kurma kararı alarak, bölgedeki dengeleri değiştirmişlerdi. Ayrıca, Batı İran'daki Kürt aşiretlerini de bölgeye getirerek etkileşimi artırmışlardı.
Türkmençay Antlaşması'nın 15. maddesi, Güney Azerbaycan'da yaşayan insanların istedikleri takdirde Rusya'ya göç edebilecekleri ve uygun şartların sağlanacağına dair bir hüküm içermekteydi. Bu madde, özellikle Marağa ve Urmiye'den gelen Ermeni ailelerin, Kuzey Azerbaycan topraklarına yerleştirilmesine imkan tanımıştı. Bu durumda, G. D. Lazarev ve Griboyedov'un çabalarının önemli bir rol oynadığı gözlemlenmiştir.
Ermenilerin Rusya'ya olan ilgisi, I. Petro döneminde başlamıştı. Bu dönemde Rus Çarı, Ermenilere çeşitli imtiyazlar ve garantiler sunarak onları Rusya'ya yerleşmeye davet etti. 1804-1813 ve 1826-1828 İran-Rus savaşları sonrasında Azerbaycan'a özellikle Karabağ bölgesine, İran, Osmanlı Devleti ve Güney Azerbaycan'dan Ermeni toplulukları kitlesel göçlerle geldi. 1828-1830 yılları arasında İran'dan gelen 40 binden fazla Ermeni ailesi, Rusya'nın bölgeyi Hristiyanlaştırma veya Ermenileştirme politikaları çerçevesinde yerleştirildi. Bu süreç, günümüze kadar devam ederek yaklaşık 1 milyon 300 bin Ermeni'nin bölgeye yerleşmesine neden oldu.
Antlaşma öncesi Revan ve Nahçıvan bölgesinde yaklaşık 25 bin Ermeni yaşarken, antlaşmanın hemen ardından İran ve Osmanlı Devleti'nden göç eden Ermenilerin gelmesiyle bu vilayetlerin etnik yapısı Ermeniler lehine değişti. Bu süreçte özellikle Revan, Nahçıvan ve Karabağ bölgelerinde yaşayan Türkler, göçe zorlanarak Osmanlı Devleti ve İran'a gitmek zorunda kaldılar. Ermeni asıllı Albay Lazerev'in görevlendirilmesiyle gerçekleşen Ermeni göçleri, Rusya'nın bu toprakları Hristiyanlaştırma politikalarının bir parçası oldu. Lazerev'in raporuna göre, 1828'de başlayan göçler sonucunda 8249 Hristiyan ailesi Revan, Nahçıvan ve Karabağ'a yerleştirildi.
Antlaşma sonrasında, İran'dan göç eden Ermeniler özellikle Ebregunus, Beneniyar, Kazancı, Halilli, Arınç, Karababa, Nurs, Eylis, Dize ve Çenneb gibi kasaba ve köylere yerleştirildi. Bu göçler sırasında Ermenilere sağlanan ayrıcalıklar, Müslüman toprak sahiplerinin ellerinden alınan arazilere yerleştirilen Ermeni göçmenleri ile ilgili endişeleri artırdı.
Sonuç olarak, Türkmençay Antlaşması'nın imzalanmasıyla Ermeni göçleri bölgenin demografik yapısını değiştirdi ve günümüze kadar süregelen etkiler bıraktı. [³]
Türkmençay Antlaşması'nın günümüze kadar uzanan etkileri göz önüne alındığında, bu anlaşma ile Rusya, önceki işgal ettiği topraklara Revan ve Nahçıvan Hanlıkları'nı da eklemişti. Revan Hanlığı'nı lağveden Rusya, bu bölgeyi Erivan Guberniyası (1850) olarak adlandırarak Ermenistan'ın temellerini atmıştı. Ermenileri Büyük Ermenistan vaadiyle kandırarak yanlarına çekme stratejisiyle Ruslar, asıl hedeflerini Osmanlı ile Azerbaycan arasındaki Türk Müslüman nüfusu arasına bir tampon devlet oluşturmak olarak belirlemişlerdi. Nahçıvan ve Revan hanlıklarını birleştirip Ermenistan'ı kurma kararı alarak, bölgedeki dengeleri değiştirmişlerdi. Ayrıca, Batı İran'daki Kürt aşiretlerini de bölgeye getirerek etkileşimi artırmışlardı.
Türkmençay Antlaşması'nın 15. maddesi, Güney Azerbaycan'da yaşayan insanların istedikleri takdirde Rusya'ya göç edebilecekleri ve uygun şartların sağlanacağına dair bir hüküm içermekteydi. Bu madde, özellikle Marağa ve Urmiye'den gelen Ermeni ailelerin, Kuzey Azerbaycan topraklarına yerleştirilmesine imkan tanımıştı. Bu durumda, G. D. Lazarev ve Griboyedov'un çabalarının önemli bir rol oynadığı gözlemlenmiştir.
Ermenilerin Rusya'ya olan ilgisi, I. Petro döneminde başlamıştı. Bu dönemde Rus Çarı, Ermenilere çeşitli imtiyazlar ve garantiler sunarak onları Rusya'ya yerleşmeye davet etti. 1804-1813 ve 1826-1828 İran-Rus savaşları sonrasında Azerbaycan'a özellikle Karabağ bölgesine, İran, Osmanlı Devleti ve Güney Azerbaycan'dan Ermeni toplulukları kitlesel göçlerle geldi. 1828-1830 yılları arasında İran'dan gelen 40 binden fazla Ermeni ailesi, Rusya'nın bölgeyi Hristiyanlaştırma veya Ermenileştirme politikaları çerçevesinde yerleştirildi. Bu süreç, günümüze kadar devam ederek yaklaşık 1 milyon 300 bin Ermeni'nin bölgeye yerleşmesine neden oldu.
Antlaşma öncesi Revan ve Nahçıvan bölgesinde yaklaşık 25 bin Ermeni yaşarken, antlaşmanın hemen ardından İran ve Osmanlı Devleti'nden göç eden Ermenilerin gelmesiyle bu vilayetlerin etnik yapısı Ermeniler lehine değişti. Bu süreçte özellikle Revan, Nahçıvan ve Karabağ bölgelerinde yaşayan Türkler, göçe zorlanarak Osmanlı Devleti ve İran'a gitmek zorunda kaldılar. Ermeni asıllı Albay Lazerev'in görevlendirilmesiyle gerçekleşen Ermeni göçleri, Rusya'nın bu toprakları Hristiyanlaştırma politikalarının bir parçası oldu. Lazerev'in raporuna göre, 1828'de başlayan göçler sonucunda 8249 Hristiyan ailesi Revan, Nahçıvan ve Karabağ'a yerleştirildi.
Antlaşma sonrasında, İran'dan göç eden Ermeniler özellikle Ebregunus, Beneniyar, Kazancı, Halilli, Arınç, Karababa, Nurs, Eylis, Dize ve Çenneb gibi kasaba ve köylere yerleştirildi. Bu göçler sırasında Ermenilere sağlanan ayrıcalıklar, Müslüman toprak sahiplerinin ellerinden alınan arazilere yerleştirilen Ermeni göçmenleri ile ilgili endişeleri artırdı.
Sonuç olarak, Türkmençay Antlaşması'nın imzalanmasıyla Ermeni göçleri bölgenin demografik yapısını değiştirdi ve günümüze kadar süregelen etkiler bıraktı. [³]
Türkmençay Antlaşması'nın günümüze kadar uzanan etkileri göz önüne alındığında, bu anlaşma ile Rusya, önceki işgal ettiği topraklara Revan ve Nahçıvan Hanlıkları'nı da eklemişti. Revan Hanlığı'nı lağveden Rusya, bu bölgeyi Erivan Guberniyası (1850) olarak adlandırarak Ermenistan'ın temellerini atmıştı. Ermenileri Büyük Ermenistan vaadiyle kandırarak yanlarına çekme stratejisiyle Ruslar, asıl hedeflerini Osmanlı ile Azerbaycan arasındaki Türk Müslüman nüfusu arasına bir tampon devlet oluşturmak olarak belirlemişlerdi. Nahçıvan ve Revan hanlıklarını birleştirip Ermenistan'ı kurma kararı alarak, bölgedeki dengeleri değiştirmişlerdi. Ayrıca, Batı İran'daki Kürt aşiretlerini de bölgeye getirerek etkileşimi artırmışlardı.
Türkmençay Antlaşması'nın 15. maddesi, Güney Azerbaycan'da yaşayan insanların istedikleri takdirde Rusya'ya göç edebilecekleri ve uygun şartların sağlanacağına dair bir hüküm içermekteydi. Bu madde, özellikle Marağa ve Urmiye'den gelen Ermeni ailelerin, Kuzey Azerbaycan topraklarına yerleştirilmesine imkan tanımıştı. Bu durumda, G. D. Lazarev ve Griboyedov'un çabalarının önemli bir rol oynadığı gözlemlenmiştir.
Ermenilerin Rusya'ya olan ilgisi, I. Petro döneminde başlamıştı. Bu dönemde Rus Çarı, Ermenilere çeşitli imtiyazlar ve garantiler sunarak onları Rusya'ya yerleşmeye davet etti. 1804-1813 ve 1826-1828 İran-Rus savaşları sonrasında Azerbaycan'a özellikle Karabağ bölgesine, İran, Osmanlı Devleti ve Güney Azerbaycan'dan Ermeni toplulukları kitlesel göçlerle geldi. 1828-1830 yılları arasında İran'dan gelen 40 binden fazla Ermeni ailesi, Rusya'nın bölgeyi Hristiyanlaştırma veya Ermenileştirme politikaları çerçevesinde yerleştirildi. Bu süreç, günümüze kadar devam ederek yaklaşık 1 milyon 300 bin Ermeni'nin bölgeye yerleşmesine neden oldu.
Antlaşma öncesi Revan ve Nahçıvan bölgesinde yaklaşık 25 bin Ermeni yaşarken, antlaşmanın hemen ardından İran ve Osmanlı Devleti'nden göç eden Ermenilerin gelmesiyle bu vilayetlerin etnik yapısı Ermeniler lehine değişti. Bu süreçte özellikle Revan, Nahçıvan ve Karabağ bölgelerinde yaşayan Türkler, göçe zorlanarak Osmanlı Devleti ve İran'a gitmek zorunda kaldılar. Ermeni asıllı Albay Lazerev'in görevlendirilmesiyle gerçekleşen Ermeni göçleri, Rusya'nın bu toprakları Hristiyanlaştırma politikalarının bir parçası oldu. Lazerev'in raporuna göre, 1828'de başlayan göçler sonucunda 8249 Hristiyan ailesi Revan, Nahçıvan ve Karabağ'a yerleştirildi.
Antlaşma sonrasında, İran'dan göç eden Ermeniler özellikle Ebregunus, Beneniyar, Kazancı, Halilli, Arınç, Karababa, Nurs, Eylis, Dize ve Çenneb gibi kasaba ve köylere yerleştirildi. Bu göçler sırasında Ermenilere sağlanan ayrıcalıklar, Müslüman toprak sahiplerinin ellerinden alınan arazilere yerleştirilen Ermeni göçmenleri ile ilgili endişeleri artırdı.
Sonuç olarak, Türkmençay Antlaşması'nın imzalanmasıyla Ermeni göçleri bölgenin demografik yapısını değiştirdi ve günümüze kadar süregelen etkiler bıraktı. [³]
Rusların Kafkasya'ya yayılmasının önü, IV. İvan yani Korkunç İvan'ın Kazak Hanlığı'nı istilası sonucunda ilk kez açılmıştır. "20 Ağustos 1552'de Rus ordusu, Kazan şehrine yaklaştı ve 23 Ağustos'ta şehri tamamen kuşatma altına aldı. İki ay süren çatışmaların ardından, 15 Ekim 1552'de Kazan şehri ele geçirildi ve böylece 4. yüzyıldan beri devam eden Türk egemenliği sona erdi. Ruslara karşı yapılan askeri seferlerde yakalanan ve esir tutulan kendi soydaşlarını serbest bıraktılar. Kazan Tatarlarına karşı büyük bir katliam gerçekleştirildi ve camiler de dahil olmak üzere hemen hemen tüm Tatar binaları tahrip edildi ve şehir yağmalandı." [⁴]
Rusların güneye ve doğuya genişleme stratejisi, planlı bir ilerleme çerçevesinde hayata geçirilmiş; toprakları etkin bir şekilde işleyip kullanma, yerleşim bölgeleri oluşturma, bağımlılık yaratma ve ele geçirilen halkların algılarını değiştirme amacı gütmüştür. Ayrıca, Ortodoks Hristiyanlıkla tanıştırma ve nihayetinde bu toplulukları imparatorluğa entegre etme hedefi doğrultusunda çeşitli dini politikalar izlenmiştir. Bunların dışında bölgeyi tamamen kontrol etmek ve mevcut varlıklarını güçlendirmek için kalelerin, kasabaların ve savunma hatlarının inşa edilmesi gibi askeri stratejiler uyguladılar.
Rus İmparatorluğunu'nun güneye doğru genişleme arzusunda kültürel ve ideolojik etkenlerin yanı sıra özellikle I. Petro'dan itibaren ekonomik çıkarlar da temel alınmıştır. Rusya, ticaret merkezlerine ve denizlere hâkim olma politikası güderken önce Balkanlara yönelmiş, ancak Osmanlı Devleti ile yapılan Kırım Savaşı (1853-1856) yenilgisinden sonra Karadeniz-Boğazlar-Balkanlar bölgesinde ilerlemenin mümkün olmadığını fark etmiş, ancak güneye yönelik politikasından vazgeçmemiştir.
I. Petro'nun Astrahan'dan denize açılarak Hazar'ın batı kıyılarına gerçekleştirdiği sefer, Rusya'nın IV. İvan döneminde elde ettiği askeri başarıların ne denli hayati önem taşıdığını ortaya koymaktadır. Astrahan'ın düşmesi sonrasında, Ruslar'ın Terek'te kasaba kurma çabaları, Osmanlı İmparatorluğu'nun dikkatini çekti. Zira Ruslar, savaşçı özellikleriyle tanınan başıbozuk Kazak topluluklarını Terek güzergahına yerleştirme konusunda girişimde bulunmaya başlamıştı. Rusya'nın güneye doğru genişlemesi karşısında Osmanlı İmparatorluğu ise sessiz kalmadı. Astrahan'ın ele geçirilmesiyle birlikte, Rusların güneye yönelik ilerlemesini gören Osmanlılar, 1569'da Astrahan Seferi'ne çıkarak Don ve İdil nehirlerini birleştirme projesini başlattılar. Bu proje gerçekleştiğinde, Rusya'nın güneye doğru genişlemesi engellenirken, aynı zamanda İran kuzeyden sıkıştırılarak abluka altına alınacak ve Don-Volga (İdil) nehirleri üzerinden Hazar'a ulaşarak Türkistan hanlıklarıyla daha güçlü bir bağ kurulabilecekti. Ancak, maalesef bu planlar olumsuz hava koşulları, Osmanlı askerlerinin arazi şartlarına uyum sağlamaması ve Kırım Hanı'nın isteksiz tavrı nedeniyle hayata geçirilemedi. [⁵]
II. Catherine döneminde, Rusya'nın genişleme politikası Kırım üzerinde etkili oldu. Rus İmparatorluğu, Karadeniz'e kıyısı olan bir liman arayışındaydı ve bu hedef doğrultusunda Kırım'ı ele geçirmeye kararlıydı. 1787'de Rus İmparatorluğu ile Osmanlı İmparatorluğu arasında başlayan savaş, Kırım Hanlığı'nı da içine alan bir çatışmaya dönüştü. Savaşın sonucunda, 1792'de yapılan Yaş Antlaşması ile Kırım'da Osmanlı egemenliği sona erdi. Bu antlaşma, Kırım'ın tam bağımsızlığını kaybetmesine ve Rusya'nın kontrolü altına girmesine neden oldu. Kırım, resmi olarak Rus İmparatorluğu'nun bir parçası haline geldi.
Önceki başlıkta, Rusların Ermenistan devletinin temellerini nasıl attığını inceledik. Şimdi ise 1836 yılına, Rus İmparatorluğu 'nun bölgede gerçekleştirdiği önemli bir değişime odaklanalım. Bu tarihte Rusya bağımsız Arnavut Kilisesi'ni tasfiye ederek bölgede yaşayan halkı Gregoryen Kilisesi'ne bağladı. Bu durum, eski Azerbaycan Hristiyan-Arnavut nüfusunun Gregoryen mezhebine geçişine ve Ermeni kültürüne adapte olmasına zemin hazırladı. Bu değişimler, Ermenilerin Azerbaycan topraklarındaki yeni taleplerinin temellerini attı. Ancak Rus İmparatorluğu daha fazla adım atarak insanlık dışı bir politika izledi: Silahlandırdığı Ermenileri Türk-Müslüman nüfusa karşı kışkırttı ve Azerbaycanlılara yönelik kitlesel katliamlara yol açtı. Bu süreç, Azerbaycan halkının ve Güney Kafkasya'daki tüm Türk-Müslüman nüfusunun soykırım dönemine girmesine neden oldu.(Ermeni Apostolik Kilisesi, Hristiyanlığı ilk kez tanıtan kişiler olarak kabul edilen Taday ve Bartalmay'a dayanmaktadır. Bu ulusal kilise, Batılı kaynaklarda genellikle Aziz Gregor'a atfen "Gregoryen" olarak anılmaktadır, çünkü Ermeni kilisesinin kurucusu olarak kabul edilen Aziz Gregor'un liderliğinde gelişmiştir.)
Azerbaycan'ın tarihindeki önemli dönemlerden biri, Birinci Dünya Savaşı sırasında Rusya İmparatorluğu'nun çökmesiyle ortaya çıkan değişimlerdir. Ç Rusya'nın yıkılmasıyla Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan Transkafkasya Demokratik Federatif Cumhuriyeti'nin bir parçası oldu. Ancak bu federasyonun ömrü kısa sürdü. (1917 Rus Devrimi ve Birinci Dünya Savaşı'nın etkisiyle, Bolşeviklerin zaferi ve Rus birliklerinin Kafkas cephesinden çekilmesiyle Kafkasya bölgesindeki Azerbaycanlı liderler, Ermeniler ve Gürcülerle birlikte özerk bir Transkafkasya deneyimine giriştiler (Şubat-Nisan 1918). Ancak, Nisan ayında başlayan bağımsız federatif Transkafkasya Cumhuriyeti girişimi Gürcistan'ın ayrılmasıyla başarısız oldu. Sonuç olarak, üç ayrı bağımsız cumhuriyet kuruldu.) 1918'de Azerbaycan, bağımsızlığını ilan etti ve dünyadaki ilk parlamenter Müslüman cumhuriyet olarak ortaya çıktı. Bu bağımsızlık süreci, Sovyet Kızıl Ordusu'nun 1920'de Azerbaycan'ı işgal etmesiyle sadece iki yıl sürebilmişti.
İmparatorluğun Sonu ve Toplumsal Dönüşüm
Rusya'daki toplumsal değişimler, 1905-1907 yılları arasında imparatorluk rejiminin değiştirilmesiyle başlamıştır. Rusya, 1905 yılında Japonya'ya karşı kaybettiği savaşın ardından yaşadığı ekonomik ve siyasi krizle sarsıldı ve bu durum ihtilal ile sonuçlandı. Meşruti yönetimin benimsenmesiyle gerçekleşen bu ihtilal, Rus coğrafyasında baskı altında yaşayan tüm halklar için geçmişe kıyasla daha özgür bir dönemin başlangıcını simgeliyordu. İhtilalin ardından ortaya çıkan görece özgür atmosferden en iyi şekilde faydalanmaya çalışan Rusya'daki mahkûm topluluklar, özellikle eğitimden sosyal ve siyasi hayata kadar geniş bir milli aydınlanma sürecine giriştiler. Rus Devrimi sonrası, bölgede yaşayan Müslüman azınlıklara eşitlik, özgürlük ve kendi geleceklerini belirleme hakkı tanındı. Monarşinin 1917'de çökmesiyle birlikte, Rusya'da halk arasında Geçici Hükümet ve Milli Şura'lar arasında bölünme yaşandı. Bu dönemde, sınıf çatışması yerine yerli halkların kendi geleceklerini belirleme talepleri ön plana çıktı.
Nisan 1917'deki Bakü Kongresi, özellikle Azerbaycan'da etnik mesele ve kendi geleceğini tayin hakkı konularında önemli bir adım atmıştı. Azerbaycanlı Türk aydınları, demokratik bir ülke için milli mücadeleye öncülük ettiler ve Müsavat Partisi, Azerbaycan'ın kurtuluş mücadelesinin ulusal öncüsü oldu. Azerbaycan'ın ideolojik temeli, Türk İslam düşüncesine dayanıyordu. Cedidcilik hareketi, Rusya Türkleri arasında ortaya çıkan ve eğitim, kültür ve dini düşüncelerin yanı sıra yenilikleri hedefleyen bir hareketti. Müslüman cemaatten ulusal kimliğe geçiş, basın, tiyatro ve okullar aracılığıyla aydınlanmanın siyasal bir nitelik kazanmasına yol açtı. Sonuç olarak, Azerbaycan tarihi, Rusya'nın etkisi altında zorlu dönemlerden milli uyanışa geçişle şekillenmiştir. Azerbaycanlı aydınlar, kendi kültürel, siyasi ve dini kimliklerini koruma mücadelesinde önemli bir rol oynamıştır.
Mart Katliamı- Lenin Tarafından Gerçekleştirilen İlk Soykırım
(Bu yazının ana hatlarını Prof. Dr. Ebülfez Amanoğlu'nun 2004 yılında yayınladığı Bakü’de (Mart 1918) Ermenilerin Türettikleri Soykırım ve Edebiyattaki Yansımaları [⁶] isimli makalesini özetleyerek ele alacağım. Detayları kaynakça kısmında mevcuttur.)
Bakü, 19. ve 20. yüzyılın başlarında Kafkasya'nın parlayan bir sanayi merkezi olarak öne çıkıyordu. Petrol rezervleri, bölgeyi Rusya'nın dikkatini çeken kritik bir nokta haline getirmişti. Bolşevik İhtilali'nin ardından, Lenin'in hedefi bölgeyi tam anlamıyla bir Bolşevik karakoluna dönüştürmekti. Bu amaç doğrultusunda, Aralık 1917'de Ermeni kökenli Stepan Shaumyan'ı Kafkasya komiseri olarak atadı.
Shaumyan, Bakü'ye ulaştığında Ermeni Silahlı Devrim Komitesi güçleriyle birlikte gelmişti. Ancak bu dönemde Azerbaycan'ı temsil eden Musavat Partisi'nin gücü hızla artıyordu, bu durum Bolşevikleri endişelendiriyordu. Millî güçler, bölgenin bağımsızlığı ve siyasi hakimiyeti için kararlı bir şekilde mücadele ediyordu. Shaumyan'ın Bakü'nün bağımsız Azerbaycan'ın başkenti olmasına karşı çıkıyor ve hürriyet isteyen Azeri Türklerine, "Size Azerbaycan istiklâli yerine bir mezarlık bahşedeceğim" [⁷] ifadesini kullanıyordu. Aynı zamanda Ermeni - Bolşevik koalisyonunu oluşturarak Musavat Partisi'nin gücünü zayıflatmaya çalışıyordu. Türkler huzursuzlanıyor ve Bolşeviklere karşın Musavat Partisi'ni destekliyorlardı. Ermeniler ise Bolşeviklerle işbirliği yaparak bölgede tam hakimiyet kurmak istiyorlardı. Tüm bu gelişmeler ışığında Ermeni - Bolşevik koalisyonu oluştu. Shaumyan, Bakü'deki Ermenileri silahlandırarak güçlü bir askeri birlik kuruyordu. Aynı zamanda Türklerin silahlanmasını engellemek üzere çeşitli faaliyetlere de başlamıştı. Bolşevikler, hızla Ermenileri silahlandırdılar. Kızıl Ordu'nun çoğunluğu zaten Ermenilerden oluşuyordu. (Bu durumundan Sovyet tarihçileri de sıklıkla bahsederler.)
Azeri Türkleri, askeri hazırlık açısından Ermenilerden belirgin bir şekilde geride kalmıştı. Azerbaycan Millî Konseyi'nin kurmayı planladığı ordunun oluşturulması için çok zaman gerekiyordu ve bu konuda hiçbir yardım alamıyorlardı. Diğer yandan, Ermeni Taşnakları, Rus Çarlığı'nın çökmesiyle birlikte oluşan Sovyetlerin Kızıl Orudu'sunu kendi orduları gibi kullanıyorlardı. Çünkü orduyu etnik köken bakımından %80 Ermeniler oluşturuyordu. Zaten Azeri Türkleri, Rus ordusuna çağrılmıyor ve vergi ödemekle yükümlü tutuluyordu. Ermeniler, Bakü'deki Türklerin dikkatsizleşmesini sağlamak için taktiksel bir yaklaşımı da benimsemişti. Bu dönemde şehirdeki üst düzey görevlilerden olan Ermeni Ter-Mikaelyan, Türklerin Ruslara ve Bolşeviklere karşı durmaları halinde Ermenilerin onları destekleyip yardım edeceğini açıkça ifade etmişti. Ayrıca, o günlerde şehrin Türk nüfuslu bölgelerinden yaşayan Ermeniler, kendilerinin çoğumluk olduğu bölgelerine taşınmaktaydı. Bu da Türklerin, Ermenilerin vaatlerine inanarak olayların gelişimine seyirci kalmasına neden olmuş, şehirde neler olduğunu anlayamamışlardı. Ermeni kuvvetleri, savaşı başlatmak için sebep arıyorlardı. Bu fırsat, Lenkeran'a gitmeye hazırlanan askerlerin bulunduğu Evelina gemisinin silahsızlandırılmasıydı. Bolşevik-Ermeni birlikleri gemiyi saldırarak silahlara el koydu. Böylece 30 Mart 1918'de Ermeniler, Bakü'de Türkleri katletmeye, evleri yağmalamaya başladılar. Akşam saatleri, Bakü bir savaş alanı haline geldi. Kıvılcımlar, yavaş yavaş büyüyen bir yangına dönüşüyordu. Aynı gün Devrimci Savunma Komitesi kuruldu ve Bolşevik-Ermeni Komitesi 1 Nisan'da sabah saatlerinde piyade, top ve uçaklarla saldırıya geçti. Katliam 3 gün içinde doruğa ulaştı. Bu günlerde Bakü'deki İngiltere Konsolosu Mc Donel, şehirde Müslümanlardan başka kimsenin kalmadığını belirtti. Temmuz ayında oluşturulan Olağanüstü Tahkikat Komisyonu belgelerine göre, iyi silahlanmış ve eğitilmiş Ermeni askerleri Müslümanların evlerine giriyor, onları öldürüyor, çocukları ateşe atıyor ve dehşet verici işkenceler yapıyordu. 1918 yılı Mart soykırımı sırasında Ermeniler, yaklaşık 30 bin Müslüman'ı katletmişti. Cesetlerin birçoğu bulunamamıştı çünkü Ermeniler, cesetleri iz bırakmamak adına ateşe verilmiş evlere, denize ve kuyulara atmışlardı.
Mart Katliamı - Sefer İbrahim / Görseller: Vikipedi
Bakü, Eylül 1918'e kadar Ermenilerin kontrolünde kaldı. Bu soykırımın temel amacı, Azerbaycan'ın kaynaklarına sahip çıkmak ve nihayetinde bu eski şehri Ermenistan toprağı ilan etmekti. Mart soykırımından bir yıl sonra, Ermeniler bu olayı Bolşeviklerle Müslümanlar arasında bir hakimiyet mücadelesi olarak sunmaya başladılar. 1919 yılı sonbaharında Bakü'ye gelen ABD misyonunun başkanı General Harbord'a sunulan belgede, Ermenilerin Mart olaylarına katılımı inkar ediliyor ve sadece 1000 kişinin öldüğü, bunun 300'ünün Ermeni ve Rus, 700'ünün ise Müslüman olduğu iddia ediliyordu. Ancak ne yazık ki, Bakü soykırımının siyasi bir değerlendirmesi yapılmadı ve zaman içinde olayların unutulmasına yol açıldı. Ancak 1990'lı yıllarda tekrar gündeme geldi ve Cumhurbaşkanı Haydar Aliyev'in 1998 yılında aldığı bir kararla her yıl 31 Mart, Azerbaycan Türklerinin Ermeniler tarafından soykırım günü olarak anılmasına karar verildi.
Azerbaycan'ın tarihindeki önemli dönemlerden biri, Birinci Dünya Savaşı sırasında Rusya İmparatorluğu'nun çökmesiyle ortaya çıkan değişimlerdir. Ç Rusya'nın yıkılmasıyla Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan Transkafkasya Demokratik Federatif Cumhuriyeti'nin bir parçası oldu. Ancak bu federasyonun ömrü kısa sürdü. (1917 Rus Devrimi ve Birinci Dünya Savaşı'nın etkisiyle, Bolşeviklerin zaferi ve Rus birliklerinin Kafkas cephesinden çekilmesiyle Kafkasya bölgesindeki Azerbaycanlı liderler, Ermeniler ve Gürcülerle birlikte özerk bir Transkafkasya deneyimine giriştiler (Şubat-Nisan 1918). Ancak, Nisan ayında başlayan bağımsız federatif Transkafkasya Cumhuriyeti girişimi Gürcistan'ın ayrılmasıyla başarısız oldu. Sonuç olarak, üç ayrı bağımsız cumhuriyet kuruldu.) 1918'de Azerbaycan, bağımsızlığını ilan etti ve dünyadaki ilk parlamenter Müslüman cumhuriyet olarak ortaya çıktı. Bu bağımsızlık süreci, Sovyet Kızıl Ordusu'nun 1920'de Azerbaycan'ı işgal etmesiyle sadece iki yıl sürebilmişti.
İmparatorluğun Sonu ve Toplumsal Dönüşüm
Rusya'daki toplumsal değişimler, 1905-1907 yılları arasında imparatorluk rejiminin değiştirilmesiyle başlamıştır. Rusya, 1905 yılında Japonya'ya karşı kaybettiği savaşın ardından yaşadığı ekonomik ve siyasi krizle sarsıldı ve bu durum ihtilal ile sonuçlandı. Meşruti yönetimin benimsenmesiyle gerçekleşen bu ihtilal, Rus coğrafyasında baskı altında yaşayan tüm halklar için geçmişe kıyasla daha özgür bir dönemin başlangıcını simgeliyordu. İhtilalin ardından ortaya çıkan görece özgür atmosferden en iyi şekilde faydalanmaya çalışan Rusya'daki mahkûm topluluklar, özellikle eğitimden sosyal ve siyasi hayata kadar geniş bir milli aydınlanma sürecine giriştiler. Rus Devrimi sonrası, bölgede yaşayan Müslüman azınlıklara eşitlik, özgürlük ve kendi geleceklerini belirleme hakkı tanındı. Monarşinin 1917'de çökmesiyle birlikte, Rusya'da halk arasında Geçici Hükümet ve Milli Şura'lar arasında bölünme yaşandı. Bu dönemde, sınıf çatışması yerine yerli halkların kendi geleceklerini belirleme talepleri ön plana çıktı.
Nisan 1917'deki Bakü Kongresi, özellikle Azerbaycan'da etnik mesele ve kendi geleceğini tayin hakkı konularında önemli bir adım atmıştı. Azerbaycanlı Türk aydınları, demokratik bir ülke için milli mücadeleye öncülük ettiler ve Müsavat Partisi, Azerbaycan'ın kurtuluş mücadelesinin ulusal öncüsü oldu. Azerbaycan'ın ideolojik temeli, Türk İslam düşüncesine dayanıyordu. Cedidcilik hareketi, Rusya Türkleri arasında ortaya çıkan ve eğitim, kültür ve dini düşüncelerin yanı sıra yenilikleri hedefleyen bir hareketti. Müslüman cemaatten ulusal kimliğe geçiş, basın, tiyatro ve okullar aracılığıyla aydınlanmanın siyasal bir nitelik kazanmasına yol açtı. Sonuç olarak, Azerbaycan tarihi, Rusya'nın etkisi altında zorlu dönemlerden milli uyanışa geçişle şekillenmiştir. Azerbaycanlı aydınlar, kendi kültürel, siyasi ve dini kimliklerini koruma mücadelesinde önemli bir rol oynamıştır.
Mart Katliamı- Lenin Tarafından Gerçekleştirilen İlk Soykırım
(Bu yazının ana hatlarını Prof. Dr. Ebülfez Amanoğlu'nun 2004 yılında yayınladığı Bakü’de (Mart 1918) Ermenilerin Türettikleri Soykırım ve Edebiyattaki Yansımaları [⁶] isimli makalesini özetleyerek ele alacağım. Detayları kaynakça kısmında mevcuttur.)
Bakü, 19. ve 20. yüzyılın başlarında Kafkasya'nın parlayan bir sanayi merkezi olarak öne çıkıyordu. Petrol rezervleri, bölgeyi Rusya'nın dikkatini çeken kritik bir nokta haline getirmişti. Bolşevik İhtilali'nin ardından, Lenin'in hedefi bölgeyi tam anlamıyla bir Bolşevik karakoluna dönüştürmekti. Bu amaç doğrultusunda, Aralık 1917'de Ermeni kökenli Stepan Shaumyan'ı Kafkasya komiseri olarak atadı.
Shaumyan, Bakü'ye ulaştığında Ermeni Silahlı Devrim Komitesi güçleriyle birlikte gelmişti. Ancak bu dönemde Azerbaycan'ı temsil eden Musavat Partisi'nin gücü hızla artıyordu, bu durum Bolşevikleri endişelendiriyordu. Millî güçler, bölgenin bağımsızlığı ve siyasi hakimiyeti için kararlı bir şekilde mücadele ediyordu. Shaumyan'ın Bakü'nün bağımsız Azerbaycan'ın başkenti olmasına karşı çıkıyor ve hürriyet isteyen Azeri Türklerine, "Size Azerbaycan istiklâli yerine bir mezarlık bahşedeceğim" [⁷] ifadesini kullanıyordu. Aynı zamanda Ermeni - Bolşevik koalisyonunu oluşturarak Musavat Partisi'nin gücünü zayıflatmaya çalışıyordu. Türkler huzursuzlanıyor ve Bolşeviklere karşın Musavat Partisi'ni destekliyorlardı. Ermeniler ise Bolşeviklerle işbirliği yaparak bölgede tam hakimiyet kurmak istiyorlardı. Tüm bu gelişmeler ışığında Ermeni - Bolşevik koalisyonu oluştu. Shaumyan, Bakü'deki Ermenileri silahlandırarak güçlü bir askeri birlik kuruyordu. Aynı zamanda Türklerin silahlanmasını engellemek üzere çeşitli faaliyetlere de başlamıştı. Bolşevikler, hızla Ermenileri silahlandırdılar. Kızıl Ordu'nun çoğunluğu zaten Ermenilerden oluşuyordu. (Bu durumundan Sovyet tarihçileri de sıklıkla bahsederler.)
Azeri Türkleri, askeri hazırlık açısından Ermenilerden belirgin bir şekilde geride kalmıştı. Azerbaycan Millî Konseyi'nin kurmayı planladığı ordunun oluşturulması için çok zaman gerekiyordu ve bu konuda hiçbir yardım alamıyorlardı. Diğer yandan, Ermeni Taşnakları, Rus Çarlığı'nın çökmesiyle birlikte oluşan Sovyetlerin Kızıl Orudu'sunu kendi orduları gibi kullanıyorlardı. Çünkü orduyu etnik köken bakımından %80 Ermeniler oluşturuyordu. Zaten Azeri Türkleri, Rus ordusuna çağrılmıyor ve vergi ödemekle yükümlü tutuluyordu. Ermeniler, Bakü'deki Türklerin dikkatsizleşmesini sağlamak için taktiksel bir yaklaşımı da benimsemişti. Bu dönemde şehirdeki üst düzey görevlilerden olan Ermeni Ter-Mikaelyan, Türklerin Ruslara ve Bolşeviklere karşı durmaları halinde Ermenilerin onları destekleyip yardım edeceğini açıkça ifade etmişti. Ayrıca, o günlerde şehrin Türk nüfuslu bölgelerinden yaşayan Ermeniler, kendilerinin çoğumluk olduğu bölgelerine taşınmaktaydı. Bu da Türklerin, Ermenilerin vaatlerine inanarak olayların gelişimine seyirci kalmasına neden olmuş, şehirde neler olduğunu anlayamamışlardı. Ermeni kuvvetleri, savaşı başlatmak için sebep arıyorlardı. Bu fırsat, Lenkeran'a gitmeye hazırlanan askerlerin bulunduğu Evelina gemisinin silahsızlandırılmasıydı. Bolşevik-Ermeni birlikleri gemiyi saldırarak silahlara el koydu. Böylece 30 Mart 1918'de Ermeniler, Bakü'de Türkleri katletmeye, evleri yağmalamaya başladılar. Akşam saatleri, Bakü bir savaş alanı haline geldi. Kıvılcımlar, yavaş yavaş büyüyen bir yangına dönüşüyordu. Aynı gün Devrimci Savunma Komitesi kuruldu ve Bolşevik-Ermeni Komitesi 1 Nisan'da sabah saatlerinde piyade, top ve uçaklarla saldırıya geçti. Katliam 3 gün içinde doruğa ulaştı. Bu günlerde Bakü'deki İngiltere Konsolosu Mc Donel, şehirde Müslümanlardan başka kimsenin kalmadığını belirtti. Temmuz ayında oluşturulan Olağanüstü Tahkikat Komisyonu belgelerine göre, iyi silahlanmış ve eğitilmiş Ermeni askerleri Müslümanların evlerine giriyor, onları öldürüyor, çocukları ateşe atıyor ve dehşet verici işkenceler yapıyordu. 1918 yılı Mart soykırımı sırasında Ermeniler, yaklaşık 30 bin Müslüman'ı katletmişti. Cesetlerin birçoğu bulunamamıştı çünkü Ermeniler, cesetleri iz bırakmamak adına ateşe verilmiş evlere, denize ve kuyulara atmışlardı.
Mart Katliamı - Sefer İbrahim / Görseller: Vikipedi
Bakü, Eylül 1918'e kadar Ermenilerin kontrolünde kaldı. Bu soykırımın temel amacı, Azerbaycan'ın kaynaklarına sahip çıkmak ve nihayetinde bu eski şehri Ermenistan toprağı ilan etmekti. Mart soykırımından bir yıl sonra, Ermeniler bu olayı Bolşeviklerle Müslümanlar arasında bir hakimiyet mücadelesi olarak sunmaya başladılar. 1919 yılı sonbaharında Bakü'ye gelen ABD misyonunun başkanı General Harbord'a sunulan belgede, Ermenilerin Mart olaylarına katılımı inkar ediliyor ve sadece 1000 kişinin öldüğü, bunun 300'ünün Ermeni ve Rus, 700'ünün ise Müslüman olduğu iddia ediliyordu. Ancak ne yazık ki, Bakü soykırımının siyasi bir değerlendirmesi yapılmadı ve zaman içinde olayların unutulmasına yol açıldı. Ancak 1990'lı yıllarda tekrar gündeme geldi ve Cumhurbaşkanı Haydar Aliyev'in 1998 yılında aldığı bir kararla her yıl 31 Mart, Azerbaycan Türklerinin Ermeniler tarafından soykırım günü olarak anılmasına karar verildi.
Azerbaycan'ın tarihindeki önemli dönemlerden biri, Birinci Dünya Savaşı sırasında Rusya İmparatorluğu'nun çökmesiyle ortaya çıkan değişimlerdir. Ç Rusya'nın yıkılmasıyla Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan Transkafkasya Demokratik Federatif Cumhuriyeti'nin bir parçası oldu. Ancak bu federasyonun ömrü kısa sürdü. (1917 Rus Devrimi ve Birinci Dünya Savaşı'nın etkisiyle, Bolşeviklerin zaferi ve Rus birliklerinin Kafkas cephesinden çekilmesiyle Kafkasya bölgesindeki Azerbaycanlı liderler, Ermeniler ve Gürcülerle birlikte özerk bir Transkafkasya deneyimine giriştiler (Şubat-Nisan 1918). Ancak, Nisan ayında başlayan bağımsız federatif Transkafkasya Cumhuriyeti girişimi Gürcistan'ın ayrılmasıyla başarısız oldu. Sonuç olarak, üç ayrı bağımsız cumhuriyet kuruldu.) 1918'de Azerbaycan, bağımsızlığını ilan etti ve dünyadaki ilk parlamenter Müslüman cumhuriyet olarak ortaya çıktı. Bu bağımsızlık süreci, Sovyet Kızıl Ordusu'nun 1920'de Azerbaycan'ı işgal etmesiyle sadece iki yıl sürebilmişti.
İmparatorluğun Sonu ve Toplumsal Dönüşüm
Rusya'daki toplumsal değişimler, 1905-1907 yılları arasında imparatorluk rejiminin değiştirilmesiyle başlamıştır. Rusya, 1905 yılında Japonya'ya karşı kaybettiği savaşın ardından yaşadığı ekonomik ve siyasi krizle sarsıldı ve bu durum ihtilal ile sonuçlandı. Meşruti yönetimin benimsenmesiyle gerçekleşen bu ihtilal, Rus coğrafyasında baskı altında yaşayan tüm halklar için geçmişe kıyasla daha özgür bir dönemin başlangıcını simgeliyordu. İhtilalin ardından ortaya çıkan görece özgür atmosferden en iyi şekilde faydalanmaya çalışan Rusya'daki mahkûm topluluklar, özellikle eğitimden sosyal ve siyasi hayata kadar geniş bir milli aydınlanma sürecine giriştiler. Rus Devrimi sonrası, bölgede yaşayan Müslüman azınlıklara eşitlik, özgürlük ve kendi geleceklerini belirleme hakkı tanındı. Monarşinin 1917'de çökmesiyle birlikte, Rusya'da halk arasında Geçici Hükümet ve Milli Şura'lar arasında bölünme yaşandı. Bu dönemde, sınıf çatışması yerine yerli halkların kendi geleceklerini belirleme talepleri ön plana çıktı.
Nisan 1917'deki Bakü Kongresi, özellikle Azerbaycan'da etnik mesele ve kendi geleceğini tayin hakkı konularında önemli bir adım atmıştı. Azerbaycanlı Türk aydınları, demokratik bir ülke için milli mücadeleye öncülük ettiler ve Müsavat Partisi, Azerbaycan'ın kurtuluş mücadelesinin ulusal öncüsü oldu. Azerbaycan'ın ideolojik temeli, Türk İslam düşüncesine dayanıyordu. Cedidcilik hareketi, Rusya Türkleri arasında ortaya çıkan ve eğitim, kültür ve dini düşüncelerin yanı sıra yenilikleri hedefleyen bir hareketti. Müslüman cemaatten ulusal kimliğe geçiş, basın, tiyatro ve okullar aracılığıyla aydınlanmanın siyasal bir nitelik kazanmasına yol açtı. Sonuç olarak, Azerbaycan tarihi, Rusya'nın etkisi altında zorlu dönemlerden milli uyanışa geçişle şekillenmiştir. Azerbaycanlı aydınlar, kendi kültürel, siyasi ve dini kimliklerini koruma mücadelesinde önemli bir rol oynamıştır.
Mart Katliamı- Lenin Tarafından Gerçekleştirilen İlk Soykırım
(Bu yazının ana hatlarını Prof. Dr. Ebülfez Amanoğlu'nun 2004 yılında yayınladığı Bakü’de (Mart 1918) Ermenilerin Türettikleri Soykırım ve Edebiyattaki Yansımaları [⁶] isimli makalesini özetleyerek ele alacağım. Detayları kaynakça kısmında mevcuttur.)
Bakü, 19. ve 20. yüzyılın başlarında Kafkasya'nın parlayan bir sanayi merkezi olarak öne çıkıyordu. Petrol rezervleri, bölgeyi Rusya'nın dikkatini çeken kritik bir nokta haline getirmişti. Bolşevik İhtilali'nin ardından, Lenin'in hedefi bölgeyi tam anlamıyla bir Bolşevik karakoluna dönüştürmekti. Bu amaç doğrultusunda, Aralık 1917'de Ermeni kökenli Stepan Shaumyan'ı Kafkasya komiseri olarak atadı.
Shaumyan, Bakü'ye ulaştığında Ermeni Silahlı Devrim Komitesi güçleriyle birlikte gelmişti. Ancak bu dönemde Azerbaycan'ı temsil eden Musavat Partisi'nin gücü hızla artıyordu, bu durum Bolşevikleri endişelendiriyordu. Millî güçler, bölgenin bağımsızlığı ve siyasi hakimiyeti için kararlı bir şekilde mücadele ediyordu. Shaumyan'ın Bakü'nün bağımsız Azerbaycan'ın başkenti olmasına karşı çıkıyor ve hürriyet isteyen Azeri Türklerine, "Size Azerbaycan istiklâli yerine bir mezarlık bahşedeceğim" [⁷] ifadesini kullanıyordu. Aynı zamanda Ermeni - Bolşevik koalisyonunu oluşturarak Musavat Partisi'nin gücünü zayıflatmaya çalışıyordu. Türkler huzursuzlanıyor ve Bolşeviklere karşın Musavat Partisi'ni destekliyorlardı. Ermeniler ise Bolşeviklerle işbirliği yaparak bölgede tam hakimiyet kurmak istiyorlardı. Tüm bu gelişmeler ışığında Ermeni - Bolşevik koalisyonu oluştu. Shaumyan, Bakü'deki Ermenileri silahlandırarak güçlü bir askeri birlik kuruyordu. Aynı zamanda Türklerin silahlanmasını engellemek üzere çeşitli faaliyetlere de başlamıştı. Bolşevikler, hızla Ermenileri silahlandırdılar. Kızıl Ordu'nun çoğunluğu zaten Ermenilerden oluşuyordu. (Bu durumundan Sovyet tarihçileri de sıklıkla bahsederler.)
Azeri Türkleri, askeri hazırlık açısından Ermenilerden belirgin bir şekilde geride kalmıştı. Azerbaycan Millî Konseyi'nin kurmayı planladığı ordunun oluşturulması için çok zaman gerekiyordu ve bu konuda hiçbir yardım alamıyorlardı. Diğer yandan, Ermeni Taşnakları, Rus Çarlığı'nın çökmesiyle birlikte oluşan Sovyetlerin Kızıl Orudu'sunu kendi orduları gibi kullanıyorlardı. Çünkü orduyu etnik köken bakımından %80 Ermeniler oluşturuyordu. Zaten Azeri Türkleri, Rus ordusuna çağrılmıyor ve vergi ödemekle yükümlü tutuluyordu. Ermeniler, Bakü'deki Türklerin dikkatsizleşmesini sağlamak için taktiksel bir yaklaşımı da benimsemişti. Bu dönemde şehirdeki üst düzey görevlilerden olan Ermeni Ter-Mikaelyan, Türklerin Ruslara ve Bolşeviklere karşı durmaları halinde Ermenilerin onları destekleyip yardım edeceğini açıkça ifade etmişti. Ayrıca, o günlerde şehrin Türk nüfuslu bölgelerinden yaşayan Ermeniler, kendilerinin çoğumluk olduğu bölgelerine taşınmaktaydı. Bu da Türklerin, Ermenilerin vaatlerine inanarak olayların gelişimine seyirci kalmasına neden olmuş, şehirde neler olduğunu anlayamamışlardı. Ermeni kuvvetleri, savaşı başlatmak için sebep arıyorlardı. Bu fırsat, Lenkeran'a gitmeye hazırlanan askerlerin bulunduğu Evelina gemisinin silahsızlandırılmasıydı. Bolşevik-Ermeni birlikleri gemiyi saldırarak silahlara el koydu. Böylece 30 Mart 1918'de Ermeniler, Bakü'de Türkleri katletmeye, evleri yağmalamaya başladılar. Akşam saatleri, Bakü bir savaş alanı haline geldi. Kıvılcımlar, yavaş yavaş büyüyen bir yangına dönüşüyordu. Aynı gün Devrimci Savunma Komitesi kuruldu ve Bolşevik-Ermeni Komitesi 1 Nisan'da sabah saatlerinde piyade, top ve uçaklarla saldırıya geçti. Katliam 3 gün içinde doruğa ulaştı. Bu günlerde Bakü'deki İngiltere Konsolosu Mc Donel, şehirde Müslümanlardan başka kimsenin kalmadığını belirtti. Temmuz ayında oluşturulan Olağanüstü Tahkikat Komisyonu belgelerine göre, iyi silahlanmış ve eğitilmiş Ermeni askerleri Müslümanların evlerine giriyor, onları öldürüyor, çocukları ateşe atıyor ve dehşet verici işkenceler yapıyordu. 1918 yılı Mart soykırımı sırasında Ermeniler, yaklaşık 30 bin Müslüman'ı katletmişti. Cesetlerin birçoğu bulunamamıştı çünkü Ermeniler, cesetleri iz bırakmamak adına ateşe verilmiş evlere, denize ve kuyulara atmışlardı.
Mart Katliamı - Sefer İbrahim / Görseller: Vikipedi
Bakü, Eylül 1918'e kadar Ermenilerin kontrolünde kaldı. Bu soykırımın temel amacı, Azerbaycan'ın kaynaklarına sahip çıkmak ve nihayetinde bu eski şehri Ermenistan toprağı ilan etmekti. Mart soykırımından bir yıl sonra, Ermeniler bu olayı Bolşeviklerle Müslümanlar arasında bir hakimiyet mücadelesi olarak sunmaya başladılar. 1919 yılı sonbaharında Bakü'ye gelen ABD misyonunun başkanı General Harbord'a sunulan belgede, Ermenilerin Mart olaylarına katılımı inkar ediliyor ve sadece 1000 kişinin öldüğü, bunun 300'ünün Ermeni ve Rus, 700'ünün ise Müslüman olduğu iddia ediliyordu. Ancak ne yazık ki, Bakü soykırımının siyasi bir değerlendirmesi yapılmadı ve zaman içinde olayların unutulmasına yol açıldı. Ancak 1990'lı yıllarda tekrar gündeme geldi ve Cumhurbaşkanı Haydar Aliyev'in 1998 yılında aldığı bir kararla her yıl 31 Mart, Azerbaycan Türklerinin Ermeniler tarafından soykırım günü olarak anılmasına karar verildi.