Çalışmak Ne Zaman Özgürleştirir?

“Çalışmak kutsal mı? Hangi koşullarda?”


Bu soruyu çocukken duysaydım, “Evet” derdim muhtemelen. Büyüklerimden öyle öğrenmiştim. Çalışmak ayakta kalmanın, onurlu bir yaşamın ve olgunluğun simgesi gibiydi. Büyüdükten sonra ise çalışan insanların mutsuzluğu, tükenmişliği, işten eve döndüğünde konuşacak dermanı kalmayan bedenleriyle tanıştım. Çalışmanın kutsal olduğu bir dünyada, neden bu kadar çok insan bu kadar çok acı çekiyor?

Kapitalizm bize çalışmayı; üretkenlik, başarı ve değerle eşitleyerek sundu. İşlevli olduğumuz kadar varız. Ama bu tanım, bizi insanlıktan çıkarıyor. Karl Marx'ın “yabancılaşma” kavramı burada devreye giriyor. Kendi emeğini, kendi yaşamına yabancılaşarak harcamak... Sevmediğin, kendini değersiz hissettiren, sadece para kazanmak için yaptığın bir işte her gün biraz daha silikleşmek.

Silvia Federici ise kadınların ev içi emeğine dikkat çekerken şu çarpıcı cümleyi kuruyor:

“Kadınların evdeki emeği, kapitalizmin görünmeyen motorudur.”

Yani, çalışmanın “kutsallığı” dediğimiz şey, çoğu zaman bazı bedenlerin ve duyguların sistematik olarak sömürülmesini perdelemeye yarıyor. Ev işleri, bakım emeği, duygusal emek… Bunlar çoğunlukla kadına yüklenmiş işler ve karşılığı yok. Ne maaş var, ne sigorta, ne de teşekkür.

Bir yanda güvence altında çalışan, örgütlü işçiler var; ki onlar da haklarını tam olarak alamıyor çoğu zaman. Çalışma saatleri uzatılırken mesailer ödenmiyor, maaşlar geç yatıyor ya da yatmıyor, izinler ve tazminatlar verilmiyor. Diğer yanda ise adeta “sessiz kalabalıklar”: Gündelikçiler, göçmen işçiler, temizlik görevlileri, yaşlı bakıcıları… Çalışmak onlar için bir hayatta kalma biçimi. Kutsallıktan çok uzak.

Üstelik işsizlik korkusu da bir başka yaraya dönüşüyor. Özellikle gençlerde yaygın olan bu kaygı, yalnızca ekonomik değil, kimliksel bir krizi de beraberinde getiriyor. İşsiz kalan birinin en çok duyduğu cümle nedir biliyor musun? “Ne iş yapıyorsun?”

Yani sen, ne iş yapıyorsan osun. Hiçbir iş yapmıyorsan, yoksun. Peki ya seni sen yapacak -hayalindeki- o işten çok uzaksan?

İşte burada sormalıyız:

Çalışmak ne zaman özgürleştirir?

Cevap basit ama zor bir dünyayı gerektiriyor:

Çalışmak ancak koşulları adil olduğunda, insan onuruna yaraşır bir ortamda, yaratıcılığın ve emeğin değer gördüğü bir düzen içinde özgürleştirir. Kendini gerçekleştirdiğin, emeğinin karşılığını aldığın, istediğin işi yapabildiğin, yetkinlikleri kazanma imkânına sahip olduğun, eğitimin ulaşılabilir olduğu, güvenceli bir ortamda belki “çalışmak” gerçekten de kutsal olabilir.

Ama bugün?

Bugün birçok kişi için çalışmak, sadece hayatta kalmanın bir yoludur. Özgürleştirici değil, hapsedici.

Çünkü sen de bir yerlerde, emeğini sisteme verirken biraz eksiliyorsun.

Ama unutma: Emeğimiz görünür oldukça, değersizleştirilen her iş üzerine konuştukça, o kutsallık laflarının arkasındaki gerçekler dökülür ortaya.

Ve belki bir gün, çalışmak gerçekten özgürleştirir.