Doktorlar, Yargı ve Öğretmen: Medyatik Stigmazisyon ve Önyargı

Bu yazıda medyatik stigmatizasyon ve önyargıya, meslek dizileri aracılığıyla bakıyoruz.

Hepimizin az çok aşina olduğu meslek grupları vardır. Meslek gruplarına aşinalık aile evinde veya ilkokulda başlar. İlk olarak meslek adlarıyla başlanır, sonra o mesleklerin neden ortaya çıktığı; o meslek grubundaki insanların neler yaptığı, görev ve sorumlulukları tanımlanır. Zamanla çocuklar okulda öğrendiklerini çevrelerindeki gözlemlerle harmanlar ve beyinlerinde meslek şemaları oluşmuş olur. Yani bir konuyla ilgili en kabataslak öğrenme gerçekleşmiş olur.

Günümüzde, medyanın ve sosyal medyanın hayatımıza etkisi çok büyük. Sosyal medya inkâr edilemez derecede herkesin hayatında belirli bir yer kaplamış durumda. O kadar ki, yeni nesil öğrenme aracı olarak bile kullanılabiliyor. Ama tabiiki alışılmış öğrenme araçlarının yanında, her insanın öznel görüşünü ve bilgisini paylaşabiliyor oluşu sosyal medyayı bu alanda farklı kılıyor. Yani bilginin özünde olan ve objektifliği barındıran bilimsellik, sosyal medyada pek yer edinememiş durumda. Durum böyle olunca da herkes, her şeyle ilgili bilgi yayınlayabiliyor; bunu kendinde hak olarak görebiliyor ki bu hakkı kimse de inkâr edemez zaten. ‘İfade özgürlüğü’ kavramı sosyal medya ile artık hayatımızın merkezine yerleşmiş durumda. Fakat bu kavram bazen, diğer kavramlar gibi, yanlış kullanılabiliyor.

Yine okul yıllarımıza dönecek olursak, özgürlük; birini engellemeden veya sınırlandırmadan istediğini yapabilmesidir. Bireyin özgürlüğü, başka bir bireyin özgürlüğünü ya da hayatını kısıtladığı yerde biter. İfade özgürlüğü de aynı şekilde; insan kendi öznel görüşünü başkalarına aktarırken dikte etmemeli ve sınırlarını bilmelidir. Çünkü başka bireylerin sınırlarının başladığı yerde diğer bireyin sınırı bitmiştir. Sosyal medyadaki ‘ifade özgürlüğü’ terimini yanlış kullanmak işte tam da burada başlıyor. Bir konu hakkında bir görüşümüz varsa bunu söyleme hakkımız vardır. Fakat düşüncemizi belirtirken, sosyal bir toplumda yaşadığımızı, sosyal varlıklar olduğumuzu unutmadan; saygı çerçevesinde; farklı görüşleri değiştirmeye çalışmadan; düzgün bir üslup kullanarak ifade edebilmeyi becermeliyiz.

Peki, bu saygın üslubu nerelerde kullanıyoruz? Kitaplarda ya da insanlarla birebir iletişim halinde olurken kullandığımız gibi dijitalleşen dünyada artık sanal âlemde de kullanıyoruz. Kullanıyor muyuz? En azından kullanmamız gerekir. Bizim kullandığımız gibi bize bilgi olarak aktarılan sanal âlem gönderilerinde, haberlerde, filmlerde ve dizilerde de kullanılması gerekir.

Dizileri izlememizin asıl nedeni vakit geçirmek, rahatlamak veya severek takip edip bir sonraki bölümü merak etmek olsa da, bir taraftan da aslında meslek konulu dizileri takip etmemizin altında yatan sebep o meslek grubuna karşı olan duygularımızdır. İlgimizi çeken bu tarz dizileri izlerken bazen o mesleklerle ilgili bilgiler de öğreniriz veya öğrendiğimizi sanırız. Çünkü bu bilgiler bize bilimsel şekilde değil, senaristin veya yönetmenin duygu eşiğinden geçtikten sonra sübjektif bir bakış açısıyla aktarılır. Yani stigmatizasyon ve önyargı artık izleyicinin efendisi halini almaya başlar.

Sizin de fark etmiş olacağınız gibi, zaman zaman bazı dizi türleri çok tutulmuştur (belki de tutulduğu düşündürülmüştür) ve izlenmiştir. Her ne kadar bir sosyolog olmasam da, bu yazımda medyatik stigmatizasyona diziler aracılığıyla bakmaya çalışacağım. İlk olarak 2006-2011 yılları arasında yayımlanan ‘Doktorlar’ dizisini ele alalım. Meslek şeması olarak doktor denilince akla gelen ilk kelimeler; saygınlık, çalışkan, emek, az uyku, beyaz önlük, fedakârlık gibi kelimelerdir. Şemalarımızda doktorlar hayat kurtaran, gecesi gündüzü olmayan, çok çalışan bir meslek grubu olarak yer almaktadır. Düşününce aslında son derece pozitif, düzgün, saygın bir meslektir. Lakin Doktorlar dizisinde bize artıdan birkaç farklı şema daha sunulmuştur. Hatırlarsanız, ya da dikkat ettiyseniz, dizinin çoğu bölümünde en az bir hastayı kurtaramadıklarına şahit olmuşuzdur. Bu tabiiki olası bir durumdur. Matematiksel olarak bir hastanın iyileşmesi veya iyileşmemesi yarı yarıya orandadır. Fakat bu dizimizden hatırladığımız, Doktorlar dizisi şemamızda yer eden önemli bir cümle şuydu: ‘Hastayı kaybettik.’ Bu cümleden sonra dizi gereği sahnede can yakıcı bir melodi eşliğinde feryatlar yakılır. Üzülmek tabii ki doğaldır. Fakat dizilerdekinin normal yaşamdan farkı, rol ve reyting gereği bazı duyguları abarta abarta oynamaktır. Abartılı oynanan oyunculuklar eğer gerçekçiyse seyircileri derinden etkileyebilir, hatta bir süre sonra davranış kalıbı haline bile gelebilir. Mesela bazı dizilerdeki silah kullanım sahnelerinin sıklığı arttıktan sonra önüne gelen herkesim insanın ruhsatlı ya da ruhsatsız silahlanması gibi. Ya da çok eski bir şemamız olan öğretmen korkusunun (ki bu korkunun temelinde aslında saygı yatıyor), Öğretmen adlı dizide asıl konu amacının ‘iyi insan olmanın, empati yapmanın önemini öğretmek’ gibi lanse edilse de dizinin tarzı psikolojik gerilim olarak geçer. Diziyi izleyen kişilerde, bilinçaltlarında yatan öğretmen korkusu tekrar ortaya çıkar. Fakat şuanda bize empoze edilen eşitlikçi dünya kavramıyla biraz çelişir bu korku şemamız ve bu uyumsuzluğu gidermek için amaç aslında o olmasa da saygısız davranışlar sergilemeye başlarız. Bu sergilediğimiz davranışlar zamanla kalıp haline gelip günlük hayatımıza yerleşir. Tıpkı şuanda sağlıkta şiddete eğilimin, okullarda öğrencilerin veya ebeveynlerin öğretmenlere eskisinden farklı davranışlarının artması gibi.

Son olarak değinmek istediğim bir diğer dizi ise, belki de son dönemlerin en sansasyonel dizisi olan ‘Yargı’ dizisi. Adından da anlaşılacağı gibi, bu dizi de diğer örnekler gibi bir meslek grubu bünyesindeki kişilerin yaşantılarını ele alıyor. Senaryonun çok içine girmeden beynimizdeki hukuk şemasına bakacak olursak aklımızda doğruluk, dürüstlük, eşitlik, yargılama, yasalar, avukat gibi terimler canlanır. Bu dizideki ana karakterlerden biri olan Ceylin de aynı bizim düşündüğümüz tarzda doğrudan ve hukuktan yana; kötülerin cezalandırılmasını ve iyilerin kazanmasını isteyen bir avukat konumunda. Teyzesi İnci ve babası Zafer’in ölümlerinin araştırmasıyla başlayan bu dizide bölümler ilerledikçe ölü sayısı ve dolayısıyla kafamızdaki soru sayıları giderek artmakta. Ceylin, Ilgaz, Pars ve Eren başta olmak üzere bir sürü olayı çözmeye çalışan bir ekip varken öbür yandan diğer karakterlerin de çözülmeye çalışan olaylarla ilgili bağlantılarını her bölümde deşifre etmeye çalışıyoruz.

Bu üç örnekten yola çıkacak olursak, meslek konulu dizilerdeki stigmalar bilinçsizce bizde önyargılar oluşturabilir. Bu önyargılar neticesinde de davranış kalıplarımız değişebilir; şekillenebilir. Burada diziyi bize aktaran medya unsurlarının, senaristlerin, rejilerin, yönetmenlerin ve oyuncuların rolü büyük olsa da aslında en büyük rol biz seyircidedir. Bu büyük rolümüz ise önümüze konan bilgileri sentezleyerek doğru bir şekilde yorumlamak, ardından adil bir şekilde şemalarımızı gözden geçirip gerekirse düzeltmek ve davranışlarımızla bunu hayatımızda uygulamaktır.