Edward Said'in Çerçevesinde Şarkiyatçılık: Doğu-Batı İlişkilerinin Tarihsel ve Kültürel Dönüşümü

Said'in anlatısı ışığında Doğu ve Batı'yı anlamlandırmak:

Türkiye, jeopolitik konumu nedeniyle tarih boyunca Doğu ile Batı arasında köprü olma rolü üstlenmiştir. Hem Doğu'nun hem de Batı'nın gözünde stratejik bir öneme sahip olan Türkiye, farklı tarihsel dönemlerde çeşitli tanımlamalara ve kültürel söylemlere maruz kalmıştır. Coğrafya, fiziki olarak belli sınırlarla tanımlansa da bu sınırlar yalnızca fiziki değil, aynı zamanda söylemsel ve kültürel yapılarla da belirlenir. Bu nedenle Türkiye’nin konumu, sadece haritalarla değil, aynı zamanda kültürel, siyasi ve ekonomik güç dinamikleriyle şekillenmiştir.

Doğu ve Batı’nın Kavramsallaştırılması

Coğrafi olarak Doğu ve Batı ayrımı net bir şekilde yapılabilse de kültürel ve siyasi anlamda bu ayrımın nasıl tanımlandığı tarih boyunca tartışma konusu olmuştur. "Doğu" ve "Batı" kavramları, yalnızca mekânsal ayrımları değil, aynı zamanda medeniyet, kültür, din ve bilgi üretimi açısından da farklı anlamlar içerir. Batı, kendisini Doğu'nun karşısında konumlandırırken, bu ayrımı kendi üstünlüğünü pekiştiren bir söylem aracı olarak kullanmıştır.

Edward Said’in Şarkiyatçılık teorisi bu bağlamda büyük bir önem taşır. Said’e göre, Batı, Doğu’yu kendi perspektifinden inşa etmiş ve bu inşa süreci, sadece bilimsel bir merak değil, aynı zamanda siyasi bir güç aracı olmuştur. Batı, Doğu’yu egzotik, irrasyonel ve geri kalmış bir öteki olarak resmetmiş ve bu resim, Batı'nın entelektüel, ekonomik ve siyasi çıkarlarını desteklemiştir. Şarkiyatçılık, Batı'nın Doğu’yu tanımlama ve onun üzerinde hâkimiyet kurma sürecidir; bu süreç, Doğu’nun kendi kimliği üzerinde Batı merkezli bir etkide bulunmuştur.

Kültür Endüstrisi ve Postmodern Dönemde Şarkiyatçılık

Sıcak savaşların sona ermesi ve postmodern çağın başlamasıyla birlikte, kültürün bir endüstri ve tüketim aracı haline geldiği gözlemlenmiştir. Kültürel değerler, artık yerel bir aidiyet duygusunun ötesinde, küresel piyasalarda rekabet edilen bir meta haline gelmiştir. Türkiye gibi coğrafi ve kültürel açıdan stratejik bir konumda bulunan ülkeler, bu kültürel rekabetin tam merkezinde yer alır. Kültür endüstrisinin eğitime, siyasete ve toplumsal tarih yazımına olan etkisi, Şarkiyatçılığın modern bir uzantısı olarak değerlendirilebilir.

Bu noktada, Said’in Şarkiyatçılık kavramının sadece tarihsel bir olgu olarak değil, aynı zamanda modern dünyada da geçerli bir yapı olarak görülmesi önemlidir. Günümüzde kültür endüstrisi, küresel piyasalarda Doğu'ya dair belirli kalıpları ve imgeleri yeniden üretmektedir. Örneğin, Ortadoğu mutfağı ya da İskandinav mobilyaları gibi tanımlamalar, yalnızca bölgesel kültürlerin değil, aynı zamanda bu kültürlerin Batı tarafından nasıl algılandığının da bir göstergesidir.

Şarkiyatçılığın Tarihsel Arka Planı

Said’in teorisine göre, Şarkiyatçılığın kökleri Batı’nın Doğu üzerindeki bilgi üretimine dayanmaktadır. Bu bilgi üretimi, Batı’nın entelektüel çevrelerinde ve üniversitelerinde kurumsallaşmış, özellikle filoloji çalışmalarıyla somutlaşmıştır. 16. yüzyılda Avrupa’da doğu dillerine yönelik kürsülerin kurulması, Batı’nın Doğu’yu anlamak ve onun üzerinde hâkimiyet kurmak amacıyla geliştirdiği stratejinin bir parçasıydı. Dil, Batı için sadece iletişim aracı değil, aynı zamanda Doğu üzerinde bilgi ve güç kurmanın en önemli araçlarından biri haline gelmiştir.

Napolyon’un Mısır seferi öncesinde Mısır’da bir araştırma enstitüsü kurdurması, bu bilgi üretiminin doğrudan siyasi amaçlara hizmet ettiğinin en net örneklerinden biridir. Napolyon, Mısır'ı askeri olarak fethetmeden önce, Doğu'ya dair bilimsel araştırmalar yaptırmış, bu araştırmaların sonuçlarını askeri ve politik stratejilerinde kullanmıştır. Aynı şekilde, Doğu Hindistan Kumpanyasının Hindistan’daki varlığı, Batı’nın Doğu'yu sömürgeleştirme sürecinin bir parçası olarak bilgi üretimine dayalı bir hegemonya kurma çabasıdır. İngiltere, Hindistan'da bir "İngiltere" yaratmaya çalışırken, aynı zamanda Doğu'yu Batı'nın bir yansıması haline getirmeye çalışmıştır.

Doğu ve Batı Karşıtlığı: Kimlik ve İdeoloji

Batı’nın Doğu'ya dair bilgi üretimi, aynı zamanda epistemolojik ve ontolojik bir farklılık yaratma amacını taşımıştır. Doğu, Batı tarafından "öteki" olarak tanımlanmış ve bu süreçte Batı’nın kendi kimliğini oluşturma çabasıyla şekillendirilmiştir. Yunan ve barbar karşıtlığı, Hristiyanlık ve İslam arasındaki farklılıklar gibi temel kavramsal ayrımlar, Batı’nın Doğu’yu geri kalmış, irrasyonel ve mistik bir yer olarak inşa etmesine katkı sağlamıştır. Bu karşıtlık, yalnızca dini ya da kültürel değil, aynı zamanda siyasi ve ekonomik çıkarları da destekleyen ideolojik bir yapı oluşturmuştur.

Doğu'nun Müslüman kimliği, özellikle Haçlı Seferleri döneminde Batı’da "barbar" olarak algılanmış ve bu algı, Batı’nın kendi medeniyetini daha üstün görmesine neden olmuştur. Müslümanlık, Araplıkla ilişkilendirilerek bir anlamda homojenleştirilmiş ve Doğu'nun çok boyutlu kültürel yapısı bu kalıplaştırma sürecinde göz ardı edilmiştir. Doğu’nun bu şekilde tanımlanması, Batı’nın Doğu üzerindeki siyasi ve ekonomik çıkarlarını meşrulaştırmasına da zemin hazırlamıştır.

Türkiye ve Batı'ya Karşı Garbiyatçılık

Türkiye, Doğu-Batı karşıtlığının tam ortasında yer alan bir ülke olarak, bu söylemlerin merkezinde yer almıştır. Cumhuriyet dönemiyle birlikte Türkiye, Batı'nın bu hegemonik söylemine karşı kendi kimliğini inşa etmeye çalışmıştır. Ziya Gökalp’in medeniyet anlayışı, bu çabanın önemli bir parçasıdır. Gökalp, Batı medeniyetinin evrensel bir yapı olduğunu kabul etmekle birlikte, Türkiye’nin bu medeniyete entegre olması gerektiğini savunmuştur. Ona göre, Türk Rönesansı’nın gerçekleştirilmesi, Batı’nın klasiklerine ve kökenlerine dönmekle mümkün olacaktır. Ancak bu süreçte, inanç motiflerinin ön planda tutulmaması gerektiğini, kültürel ve bilimsel temellerin esas alınması gerektiğini vurgulamıştır.

Gökalp’in düşünceleri, Şarkiyatçılığa karşı bir yanıt olarak Garbiyatçılığın geliştirilmesi gerektiğini savunur. Garbiyatçılık, Batı’yı anlama ve Batı’nın bilimsel ve kültürel üretimlerini yerel bağlamda yeniden yorumlama çabasıdır. Bu çaba, Türkiye'nin kendi kimliğini oluşturma sürecinde Batı’yla rekabet etmek yerine, Batı’yla birlikte evrensel bir medeniyetin parçası olmayı hedeflemiştir.

Sonuç

Edward Said’in Şarkiyatçılık teorisi, Batı’nın Doğu’ya yönelik bakış açısının tarih boyunca nasıl şekillendiğini ve bu süreçte ortaya çıkan epistemolojik farklılıkları gözler önüne serer. Batı, Doğu'yu yalnızca egzotik ve geri kalmış bir öteki olarak tanımlamamış, aynı zamanda bu tanımlamayı kendi kimliğini pekiştiren bir araç olarak kullanmıştır. Türkiye, tarihsel olarak bu söylemlerin merkezinde yer almış, ancak Cumhuriyet dönemiyle birlikte Garbiyatçılık gibi girişimlerle bu hegemonik yapıya karşı kendi kültürel kimliğini inşa etmeye çalışmıştır.

Sonuç olarak, Şarkiyatçılık ve Garbiyatçılık gibi teoriler, Doğu-Batı arasındaki karşıtlıkları anlamak ve bu karşıtlıkların arkasında yatan kültürel ve ideolojik süreçleri çözümlemek için önemli bir çerçeve sunar. Türkiye’nin bu süreçteki rolü ve kendi kimliğini oluşturma çabaları, kültürel ve entelektüel bir bağımsızlık arayışını yansıtmaktadır.

           Sevgili Hocam, Yücel Bulut’a Saygılarımla…