Frankenstein, Trajik Bir Canavar
Hayat ve Ölüm Arasında
Karanlık ve melankolik Gotik dönemin en önemli eserlerinden biri olan Frankenstein ya da diğer adıyla Modern Prometheus, Mary Shelley'nin kayıplarla geçmiş hayatından esinlenerek 19.yüzyılda yazdığı günümüzde ise adını, etkilerini ve taklitlerini sık sık gördüğümüz bir eserdir.
Peki bu Gotik dönem neydi, nasıl bir şeydi derseniz kısaca şöyle anlatayım; sanatı, mimarisi edebi eserleri ile son derece dramatik ve çarpıcı bir atmosfere sahip, insanlarda derin duygu ve düşünceler oluşturmayı amaçlayan, insan- Tanrı- bilim üçlemesini sorgulayan, ölümün kaçınılmazlığını kabullenen bir dönemdi. Bu dönemde 1816 yılında bir gün ünlü şair Percy Shelley, karısı Mary Shelley ve birkaç edebiyatın önemli ismi olan arkadaşlarıyla tatil yaparlarken kötü hava şartları yüzünden eve tıkılıyorlar. O sırada evdekilerden biri olan Lord Byron herkesin birer korku hikayesi yazmasını öneriyor. Mary tam olarak burada Frankenstein hikayesinin zemini oluşturmaya başlıyor. Henüz genç yaşta annesini, daha sonradan da birkaç çocuğunu da kaybetmiş olan Mary halihazırda acılı ve melankolik bir ruh hali içindeydi.
Roman, donmak üzere olan bilim insanı Victor Frankenstein'ın, kaptan Robert Walton'ın onu bulmasıyla başlar. Kaptan, Victor'ın ona anlattığı hikayeyi kız kardeşine yazdığı mektuplar aracılığıyla aktarır. Hikaye Victor'ın ölümü yenmek amacıyla bir yaratık tasarlayıp ona hayat verme çabasını ve sonuçlarını konu alır. Bu dönem Aydınlanma Çağı olarak bilindiği için bilim, akılcılık ve Galvanizm olarak bilinen elektrikle hayat verme fikri romanda ortaya çıkar. Victor, cansız organlardan bir araya getirdiği bu yaratığa elektrik gücüyle can verir, ancak yarattığı varlık beklediğinden çok daha korkunç hale gelir ve Victor onu terk eder. Tek isteği yalnız kalmamak ve sevilmek olan yaratık, Victor'dan kendine bir eş yaratma isteğinde bulunur. Victor başta bu isteği kabul eder ancak sonradan yaptığı ikinci yaratığı yok eder. Bunu gören yaratık da haliyle derin bir öfke ve hayal kırıklığına uğrar. Yarattığı şeyin sorumluluğunu almayarak bir sürü felakete ve sevdiklerinin kaybına yol açan Victor, yaratıktan kaçmak için ta Arktik Okyanusu'na gider. Bu, romanın temasını daha da derinleştirerek, dışlanmışlık, yalnızlık ve karşılıksız kalan sevginin yıkıcı sonuçlarını anlatır.
Hikaye derin bir bakış açısıyla bakıldığında Tanrı ve yeryüzündeki insanoğlunu temsil eder. Hiçbir şey bilmeden dünyaya gelen insan, tıpkı yaratık gibi kendini yalnız ve kaybolmuş hissedebilir. Shelley'nin bir başka anlatmak istediği şey ise Aydınlanma Çağı'ndaki durdurulamaz yenilik ve gelişmelerin yol açabileceği felaketlerdir. İnsanoğlu doğanın sınırlarını zorlayarak kendi kendine Tanrıcılık oynarsa bu sonuçlar Shelley'e göre kaçınılmazdı. Roman, yaratıcının sorumluluğunu, fazla ve yanlış bilginin doğurabileceği tehlikeleri, insanın doğaya müdahalesini, ve toplumsal kabulün birey üzerindeki önemini sorgular. Aynı zamanda, toplumsal dışlanmanın etkisini gözler önüne sererek, insanın hem yaratıcılığı hem de yalnızlığının sonuçları hakkında derin bir argüman sunar.
İsterseniz sorumsuz bilim adamı Victor'ı, isterseniz de çocuk aklıyla yaratığı suçlayın, bizlerin ezelden beri hep bilinmeze ve karanlığa bir merakı olduğundan bu 19. yüzyıl eseri hala daha gerek Frankenstein'ın gelini, gerek Cadılar Bayramı kostümü olarak olsun önemini koruyor. Aynı zamanda günümüzde bilim, etik ve insan doğası üzerine derin tartışmalara yol açan bir eser olarak varlığını sürdürmektedir. Örneğin, gen düzenleme teknolojileri (CRISPR gibi) ve yapay zeka çalışmalarındaki ilerlemeler, Frankenstein'da sorulan soruyu yeniden gündeme gelir: İnsanlar bu güçleri kullanırken etik sınırlar nereye kadar zorlanmalı ve doğaya ne kadar müdahele edebilir?