Frankenstein ve Doppelgänger Motifi

Mary Shelley ve başyapıtı Frankenstein… Arzularını içinde tutarak esir olmak istemeyen bir bilim adamı ve yarattığı korkunç gerçekliği.

Doppelgänger, Almanca kökenli bir sözcük olup; edebiyatta çift kimlik, görsel ikiz veya birinin bölünmüş kişiliğindeki karanlığı temsil eden psişik karşılığı anlamına gelmektedir. Gotik romanlarla aynı zamanda ortaya çıkan bu kavram, ilk kez Johann Paul Friedrich Richter'in Siebenkäs adlı romanında ortaya çıkmış ve sıklıkla edebiyatta kullanılmaya devam edilen bir motif olmuştur.

18. yüzyılda başlayan Sanayi Devrimi sonrası İngiltere büyük bir kültürel dönüşüm içerisinde bulunmaya başladı. Bu kültürel değişim beraberinde modernleşmeyi de getirdi. Toplum bu hızlı değişim yüzünden kültürleriyle bağlantı kurmakta zorluk çekmeye başladı; kültürleriyle bağlantı kuramayanlar, çift kişilikli bir hayat yaşamaya başladı. Modernleşmenin de etkisiyle kısa sürede yaşanan bu değişimler insanların benliklerinin uyum sağlamak ve yabancılaşma duygusunu en aza indirmek amacıyla farklı segmentlere ayrılmasına yol açtı. 

Frankenstein romanında, Doktor Frankenstein içinde bulundurduğu bilgiye olan susuzluğu, toplumun geleneksel sınırlamalarına karşı isyanı, yaratma tutkusu ve ölümlülüğü bitirme düşüncesinden dolayı çıktığı yolda bir canavar yaratır. Büyük umutlarla başladığı bu deneyinin sonucunda yaratmış olduğu canavarı gördüğünde kaçar ve onu yalnız bırakır. Romanın devam eden olay örgüsünde çoğu kişinin gözünden kaçan bir detay vardır: Canavar, doktorun aslında yansımasıdır. 

Doktor Frankenstein’in derinliklilerinde barındırdığı karanlık, kaçtığı, görmezden geldiği ve sakladığı bir kimliği vardır. Topluma ayak uydurmak amacıyla bu kimliğini saklamak ve toplum tarafından kabul edilebilecek bir imaja getirme durumuyla karşı karşıyadır. Çünkü doktor, ahlaklı, kendini çalışmalarına ve gelişimine adamış bir bilim adamı ve ailesine, dostlarına aşık bir adamdır.

Doppelgänger motifi, canavarın doğuşuyla romanda ortaya çıkmaya başlar. Canavar, doktorun yüzleşmek ve deneyimlemek istemediği karanlık tarafının yansıması haline gelir. Doktor Frankenstein, toplumda bulunan ahlaklı, medeni ve ilkel arzuları olan bir bireyken; canavar, doktorun toplumda izole ve yabancı bir birey gibi yaşamamak için kaçınmaya çalıştığı bütün geleneksel, ahlaki, dinsel ve sosyal normları hayata geçiren benliğinin karanlık tarafıdır. Canavar, doktorun kaçtığı, görmezden geldiği, sakladığı tarafıdır. Uygar bir varlığın ruhunda gizlenmekte olan bu vahşi canavar, doktorun bastırılmış arzularının ortaya çıkartır, doktorun parçalanmış benliğinin göstergesidir. Romandan bir örnek olarak, canavarın, yaratıcısının aile üyelerini öldürdüğü kısımda Doktor Frankenstein’ın yaşadığı içsel karmaşayı hatırlayalım. Doktor, cinayeti fiziksel olarak kendisinin işlememesine rağmen, cinayetin oluşmasında bir aracı olduğu kanısına varır. Eğer canavar yaratılmasıydı, bu ölümler ya da daha birçok kötülük yaşanmayacaktı. Yaşanan olayları dolaylı da olsa kendine bağlar, bu durum canavarın onun ikinci kişiliği (Doppelgänger) olduğunun en büyük göstergesi haline gelir.

Kesin bir kanıtı olmamakla birlikte, Mary Shelley, Frankenstein’ı yazarak hem kendi Doppelgänger motifini doktor olarak; hem de canavarı, doktorun Doppelgänger‘ı olarak bu gotik romanı yazmıştır. Küçüklüğünden itibaren yaşadığı talihsiz olaylar karşısında – annesinin vefatı, ilişkisindeki çalkantılar- Shelley, genel hayatın gidişatında bulunan itme – çekme felsefesi üzerinden benliğinin karanlık tarafıyla başa çıkabilmek için, aklında saklı olan ve ortaya çıkarmak istediği arzularını, çirkin veya korkunç olduklarını düşünerek geriye itmektense Frankenstein ve canavarı yaratarak yaşadığı acı anılarını kreatif tarafına yönelterek dramatize etmiş ve bu başyapıtını yayınlamıştır.