Jung Psikanalizi Gözünden Narnia Günlükleri: Aslan, Cadı ve Dolap

Küçükken çok severek izlediğim Narnia serisinin ilk filmindeki ana karakterleri subjektif bir şekilde sizin için inceledim. İyi okumalar.

2005 yılında vizyona giren film üçlemesinin ilk filmi olan Narnia Günlükleri: Aslan, Cadı ve Dolap 2,5 saat süren fantastik macera türünde bir filmdir. C.S. Lewis’in aynı adlı kitabından beyazperdeye uyarlanan bu filmi dikkatli izlediğimizde, senaristin bilinçli veya bilinçsizce oluşturduğu psikiyatrist Carl Gustav Jung’un arketiplerine rastlayabiliyoruz.

Mitolojiden bir hayli yardım alınarak hazırlanan bu ilk film doğası gereği arketipler üzerine kuruludur. Arketipler de evrensel kalıplar oldukları için film İngiltere yapımı olmasına rağmen uluslararası düzeyde kültür karmaşası yaşanmadan incelenebilmektedir. Tabii ki bu incelemem tamamen sübjektif bir analizdir.

Birçok başrolü barındırmasına rağmen ilk değinmek istediğim karakter Gergie Henley’in 10 yaşındayken canlandırdığı Lucy Pevensie’dir. Lucy, babası general olan 4 kardeşten en küçüğüdür. Meraklılığı ve yaşına rağmen olan cesaretliliğiyle ön planda olan bir karakterdir. Yaşı gereği masumdur; ya da arketipsel olarak bize böyle bir tipleme ile gösterilmiştir. Herkese cana yakın davranma eğilimindedir ve korkusuzdur. Aile içinde de son derece hayalperest olarak konumlandırıldığı için ilk başta Susan ve Peter’ı saklambaç oynarken Narnia’yı keşfettiğine inandıramaz. Bence Jung’un ortaya attığı kişilik kuramlarından Lucy’ye en çok uyan içedönük düşünen tiptir (introvert thinking personality). Bunu hayalperestliğine, düşüncelere önem vermesine ve içsel gerçeklikleri hayatına katmasından anlayabiliriz.

Bir sonraki karakterimiz o zamanlar 14 yaşında olan, Skandar Keynes’in canlandırdığı Edmund Pevensie. Dördüncü çocuktan ikinci olarak dünyaya gelen Edmund, babasının yokluğunda oedipus kompleksini abisi Peter ile yaşamıştır. Biraz da bu yüzden bence Jung’un ortaya attığı kişiliğin gölge (shadow) arketipini içinde yaşamaktadır. Jung’a göre gölge (shadow) her insanın içinde iyi tarafı olduğu gibi kötü tarafı da vardır. Bilincimiz genel olarak gölgemizi reddetmeye çalışır fakat gerektiğinde belki de bir savunma mekanizması olarak onu karakter özelliği olarak kullanır. Edmund da baba figürü olmadan yetiştiği ve kendisiyle eşit gördüğü abisinin yanında kendini sürekli aşağılık (inferior) hissettiği için kişiliğini bu şekilde gölgeleyerek hayatını sürdürmektedir. Fevriliği, başına buyrukluğu yaşı dışında bu faktörlere bağlanabilir.

Üçüncü ana karakter ve ikinci en büyük kardeş olan Susan Pevensie (Anna Popplewell), mantık ve bilgiden yana biridir. Sürekli yaşadığı olayları mantık çerçevesine sığdırmaya çalıştığı için diğer üç kardeş gibi o da ilk başta Lucy’ye inanmaz. Dışadönük düşünen kişiliği aracılığıyla (extroverted thinking) hayatında sürekli Persona’sını (sosyal ortamlarda büründüğümüz kişilik) kullanmaktadır. Duygularını sürekli bastıran bir tarzı vardır ki bunu serinin ikinci filminde Prens Caspian’a ilgi duymasına rağmen onu görmezden gelmesinden de anlayabiliriz.

En büyük kardeş olan Peter Pevensie’nin (William Moseley) filmin başından beri annesine vermiş olduğu bir söz vardır: Kardeşlerini korumak. Anneleri filmin başındayken Peter’a güvenerek kardeşleri savaştan korumak için Profesör’ün yanına sığınmaya göndermiştir. Peter bu yüzden bize tam olarak koruyucu abi arketipini hissettirir. Ayrıca Narnia’ya bütün kardeşleriyle birlikte girdikten sonra Narnia’yı son anda Beyaz Cadı’ya karşı korumak üzere Aslan tarafından görevlendirilmesi ve bu görevi yaşına ve film boyunca eve dönme arzusunda olmasına rağmen reddetmemesi, onun cesur ve son derece mantıklı oluşunu (extroverted sensation) göstermektedir. Bu cesur tavırlarıyla da filmin sonunda Narnia’nın kralı olmuştur.

Narnia’nın ilk filminde kardeşler dışında en büyük role sahip olan diğer karakterler ise şüphesiz Aslan ve Beyaz Cadı Jedis’tir. Aslan, en başından beri ve özellikle Narnia Günlükleri: Şafak Yıldızının Yolculuğu’ndaki son repliği ile (‘Sizi her zaman izliyor olacağım. Sizin dünyanızda başka bir ismim var. Beni o isimle tanıman gerek.’) filmde Hz. İsa’nın Narnia’da mitolojik olarak vücut bulmuş hali olduğunu hissettirmektedir. Narnia ülkesinin kurucusu, sonsuz koruyucusu ve gerçek kralıdır. Her üç filmde de ona sadece gerçekten ihtiyaçları olduğunu hissettiğinde halkının yanına koşar ve hemen her şeyi yüce gücü ve bilgisiyle düzeltir. Koruyuculuk, yücelik bakımından Hıristiyan âleminin peygamberi olan Hz. İsa’sı olduğunu bize hissettirir.

Beyaz Cadı (Tilda Swinton)’ ya gelince… Öğrenme şemalarımıza bakacak olursak aslında beyaz rengi iyiliği, saflığı ve ferahlığı temsil etmektedir. Filmde ise Jedis kötü karakterdir. Yani bir yerde bizde bilişsel uyumsuzluk (cognitive dissonance) yaratılmaya çalışılmıştır. Beyaz Cadı’yı filmde ilk olarak Edmund sayesinde tanıyoruz. Edmund gece Lucy’yi takip ederek Narnia’ ya ulaşır. Lucy’yi bulmak için ormanda gezinirken Beyaz Cadı’nın kızağı ona çarpar. Cadı’nın cücesi Edmund’a tam saldıracakken Jedis cüceyi durdurur. Edmund’ın karşısında bembeyaz yumuşacık elbisesiyle ona bakmaktadır. Edmund ise onu ilk gördüğü andan itibaren onun ‘önemli biri’ olduğunu düşünerek ona ‘Majesteleri’ diye seslenmeye başlar. Bu, Cadı’nın hoşuna gittiği ve egosunu kabarttığı için avına sevgiyle yaklaşır. Beyaz Cadı için Edmund en baştan düşmandır çünkü kehanete göre 2 Âdem oğlu ve 2 Havva kızı Beyaz Cadı’nın Narnia’daki uzun süren kış esaretini bitirecek ve tahta geçerek ülkeye huzur getireceklerdir. Bu yüzden aslında en baştan beri Cadı her şeyin farkındadır; Edmund’a anne gibi davranır ve onu sürekli manipüle eder.

Genel olarak hükümdarlar, krallar, toprak sahipleri vb. erkek oldukları için cast seçiminde de Beyaz Cadı özellikle seçilirken dikkat edilmiştir. Cadı her ne kadar kendini kraliçe olarak görüyor olsa da filme bize de kendini öyle hissettirmiştir. Tilda Swinton da uzun boylu, geniş omuzlu, pek de ‘feminen’ olmayan bir yapıya sahiptir. Yani Jung’a göre Animus (kadınların maskülen tarafı) tiplemesini canlandırmaktadır. Böylece Beyaz Cadı karakterindeki renklerde kullanılan bilişsel uyumsuzluk bu şekilde dengelenmiştir. Yani dış görünüşü iyilik, anaçlıkla perdelenirken aslında içinde iktidar hırsı yatmaktadır. Kullanılan renkler, amacı gölgelemektedir.