Kadın Seyyahların Gözünden Osmanlı Kadınları

Oryantalizmin bakış açısını değiştiren kadın seyyahlar ve karşılarındaki Osmanlı kadınları.


Seyahat, insanın fıtratında tatmin arzusunu dolduran bir olgudur. Bu olgu, bireyin maddi ve manevi hallerini besleyerek kimlik kazanmasında etken olur. Çünkü gezme dürtüsü, birçok ruh hâlinin dengelenmesine ve zihnen kâinatı tasavvur etmesine sebebiyet vermektedir. Tarihin her döneminde insanlık bir yerden bir yere yol almıştır. Bu olgu, göç, ticaret, misyonerlik ve istihbarat gibi çok geniş amaçlar aracılığıyla gerçekleşmiştir. Bunların dışında, seyahati belli bir amaç edinenlere "seyyah" denilmektedir. Seyyahlar, geçtikleri köprüleri, su içtikleri çeşmeleri, dinlendikleri hanları, gördükleri kıyafetleri not alarak bir seyahatname oluştururlar. Bu seyahatnameler, günümüze ışık tutarak tarih, edebiyat, sosyoloji gibi alanlarda literatürde yerlerini alır.

Seyyahlar için seyahat olgusunun temelinde merak duygusu yer almaktadır. Bu merak duygusu, milletler arası ilişkilerin de yolunu açmaktadır ve bu sayede elde edilen bakış açıları, toplumları tanımaya yardımcı olmaktadır. Bunun en büyük örneği, doğu-batı sentezlerinde görülebilmektedir. Hatta bu sentez, Batı’da oryantalizm veya şarkiyatçılık adı verilen bir akım ortaya çıkarmıştır. Oryantalizm, Batı'nın Doğu'yu görme ve yorumlama şeklidir; Doğu'nun kültürünü ve yaşam tarzını tasvir eder.

Oryantalist anlatılarda Türk-Osmanlı imgesi dikkat çekici bir yere sahip olmuş ve seyyahlar tarafından incelenmiştir. Tarihte, erkek seyyahlara oranla kadın seyyahlar daha az görülmekle birlikte, bu yazımızda kadın seyyahların gözünden Osmanlı kadınına bakacağız. Kadın seyyahlar, Batı'da yerleşik olan Osmanlı-Doğu algısına yeni bir yol açmışlardır. Erkek seyyahlar, genellikle abartılı ve erotik ifadelerle egzotik bir tasvir çizerek gördüklerini değil, görmek istediklerini anlatırken, Batılı kadın seyyahlar kadın olmalarından dolayı erkeklerin giremediği pek çok ortama girebilmiş ve daha realist gözlemler yapmışlardır. Elbette, bazı kadın seyyahlar da önceden yaptıkları okumalar ve araştırmalarla önyargılı olabilmiştir. Ancak gördükleri Osmanlı toplumu ve Türk misafirperverliği, bu önyargıları geri plana itmiş ve objektif bir bakış açısıyla notlar almalarına olanak sağlamıştır.

Örneklerle ele alacağımız kadın seyyahların çoğu, 19. yüzyılda Osmanlı başkentine gelmişlerdir. İlk olarak 18. yüzyılda İstanbul’a, büyükelçi olarak atanan eşiyle birlikte gelen Lady Mary Wortley Montagu olmuştur. Dostlarına yazdığı anıları, Türkiye Mektupları başlığı altında toplayarak bir seyahatname oluşturmuştur. Bu eser, iki yılın gözlemleri sonucu ortaya çıkmıştır. Montagu, oryantalist söylemlerin dışında dikkat çekici bir tutumla yaklaşıp Batı dünyasında yankı uyandırmıştır. Montagu ve sonrasında gelen seyyahların en çok üzerinde durdukları konu haremdir. Kadınlar, erkeklere nazaran hareme girebilmiş ve haremin iç dünyasını gözlemleme olanağı elde etmişlerdir. Montagu, notlarında şu ifadelere yer verir: Batıda yaygın olan düşüncenin aksine, Osmanlı kadını kocası tarafından hakları elinden alınmış bir konumda değildir. Batıdaki hemcinslerine göre pek çok konuda geniş haklara sahip olduklarını, kadına mal edinme, malını yönetme ve boşanma gibi hakların verildiğini belirtir. Osmanlı kadınının, dönemin Batılı kadınlarına göre evlilik, boşanma ve mal edinme konularında daha fazla hakka sahip olduğu gözlenmektedir. İslam hukukunda "mihr" denilen nikâh parası erkek tarafından kadına verilmekte ve kadın, evlendikten sonra hukuksal olarak bu servetin denetimini elinde tutabilmektedir.

Bir diğer seyyah Suraiya Faroqhi, çok eşlilik üzerinde durarak Osmanlı kültürünü ve gündelik yaşamını anlattığı kitabında, kayıtlarda, özellikle veraset listelerinde eş olarak çok ender iki kadının adının geçtiğini belirterek, Osmanlı'da çok eşliliğin Batılı araştırmacılar tarafından abartıldığını dile getirmektedir.

Lucy Mary Jane Garnett ise eserinde şu ifadelere yer verir:

Sanılanın aksine, bir Osmanlı ailesi, evin reisiyle evli birçok kadından oluşmaz. Aslına bakılırsa günümüzde Türk işçi sınıfında tek eşlilik kuraldır ve daha varlıklı sınıflarda birden fazla eş istisnadır; her zaman böyle olduğu açıktır. Bir Türk erkeğini ikinci bir kadın alarak masrafa girmeye – çünkü ikinci bir eş, ilave bir daire, özel hizmetçiler ve çeyiz parası gibi ciddi bir masraf gerektirmektedir – ve evdeki huzurun bozulması riskini almaya yönelten sebep, ilk eşin çocuk doğuramamasıdır. Koca, eğer isterse kadını boşayabilir ama nikâh akdinde öngörülen mihri (çeyiz parasını) ödemeye ve boşanmanın getireceği ayıbı kabul etmeye mecbur kalır.

Kadının hukuksal kimliği konusunda ise Faroqhi, Osmanlı kadınının istediği zaman kadıya gidip hakkını arayabileceğini, ancak kadının tanıklığının erkeğe oranla yarım sayıldığını ve bunun nedeninin İslam hukuku olduğunu belirtir. Türklerin çok misafirperver olduğunu, saygısızlığa tahammül edemediklerini, kadına karşı ise gayet saygılı olduklarını belirten Julia Pardoe, bu yüzden Türkleri “nadir bir ulus” kavramıyla tanımlamaktadır. Agnes Dick Ramsay de Türkiye’de Günlük Yaşam adlı eserinde, Osmanlı kadınının erkekler tarafından da saygı gördüğüne değinerek şu cümlelere yer vermiştir: Bu ülkede Türk kadınlarının kocalarının sefil birer kölesi olduğu ve gerçek hayatta Türk erkeklerinin eşlerinin bir çeşit katili olduğu yaygın bir inanıştır. Bana öyle geliyor ki bu durum, yabancıların varsaydıkları gibi yaygın değildir.

Son olarak, başlangıçta da belirttiğimiz gibi harem hayatını içerden gözlemleyebilen kadın seyyahlar sayesinde daha realist sonuçlar elde edilmiştir. Bu doğrultuda Julia Pardoe, gözlemlerini şu şekilde aktarmaktadır: II. Mahmud’un kız kardeşi Esma Sultan’ın davetlisi olarak girdiği haremin, halayıklar tarafından beyaz mermer döşeli, sütunlarla destekli görkemli bir sofada ağırlandığını, minderlere oturduktan sonra Sultan’ın ellerini çırpmasıyla halayıkların, ellerinde kahvelerin olduğu ikram tepsileriyle odaya girdiklerini anlatır. Durand de Fontmagne de Kırım Harbi Sonrasında İstanbul adlı eserinde İstanbul’da gördüğü birkaç haremden gözlemlerini aktarır. Sayısız pencereden giren gün ışığıyla aydınlanan küçük boyutlu ahşap sarayın içinin zengin bitkisel süslemelerle, sarı ve pembe tonlarla boyalı olduğunu belirtir. Ayrıca salona buyur edildikleri sırada yere eğilmiş, namaz kılan genç kadınların bulunduğunu ve Müslüman kadınların dindar ve nazik insanlar olduğunu ifade etmektedir.

Bu örnekler aracılığıyla, kadın seyyahların gözünden kadının Doğu toplumunda nasıl bir izlenim verdiğini görmüş olduk. Örnekleri okurken objektif yaklaşımlarını fark edebilmekteyiz. Bununla beraber, erkek seyyahlarla aralarındaki bakış açısı farkı bariz bir şekilde ortadadır. Kadın seyyahlar, Osmanlı toplumundaki farklılıkları açıklarken temelinde İslam hukukunun bulunduğunu göstererek değersizleştirme ve aşağılama gibi bir amaç gütmediklerini ortaya koymuşlardır. Kadın seyyahlar, sadece Osmanlı kadınını değil, Türklerin yaşantısını, sosyal ve kültürel yapısını, dönemin padişahlarını ve yönetim şekillerini, giyim kuşamlarını ve eğlence yaşamını da gözler önüne sermişlerdir. Sonuç olarak, Doğu toplumlarını anlamaya çalışan, "öteki" diye tabir edilen Doğulu toplum ve kadınına daha ılımlı yaklaşan ve nesnelliğini korumaya çalışan seyyahların da bulunduğu gerçeğiyle karşılaşmaktayız.