Kapıcılar Kralı: Yeşilçam’ın Gözünden 70’lerin Türkiye’si

Bu yazımda kıymetli bir eser olan "Kapıcılar Kralı" filmine bir komedi filminden ziyade bir tarihi döküman olarak bakıyoruz.

Yeşilçam sanatçıları bizlere çok kıymetli filmler armağan ettiler. Günümüzde televizyonda defalarca kez yayınlanmasına rağmen ne zaman verilse oturup tekrar tekrar izliyoruz. Yeşilçam temalı kafeler açılıyor, defterler ve kitap ayraçları basılıyor. Yeşilçam sinemasına ve sanatçılarına çok değer veriyoruz. Kemal Sunal da bu sanatçıların başında geliyor. Kemal Sunal’ın filmleri genelde komedi tarzında fakat birçok filminde incelikle işlenmiş düşündürücü ögeler bulunuyor. Bu filmlerden biri de 1977 yılında gösterime giren “Kapıcılar Kralı”. Kapıcılar Kralı filminde Kemal Sunal’ı sivri zekalı, aklına koyduğunu yapan bir kapıcı olan Seyit karakteri olarak görüyoruz ve bu kapıcının yaşadıklarını bir güldürü şeklinde izliyoruz. Fakat bu filme bir de tarihi bir belge gözü ile bakarsak filmi bir daha izlediğimizde çok daha başka bir keyifle izleyeceğimizi düşünüyorum.

Kapıcılar Kralı filminde olaylar iki temel durum etrafında dönüyor. Bunlardan birincisi zengin ve şehirli insanların yaşadığı bu apartmanda geçimini sağlamaya çalışan fakir ve köylü kapıcı ailesi arasında geçenler. Diğeri ise bütün apartmanın istekleri ile uğraşmaya çalışan Seyit ile onun sürekli başında durup onu sıkboğaz eden eski Albay apartman yöneticisi arasında geçenler.

Bu iki temel durumdan biri olan zengin-fakir, şehirli-köylü çatışması bu zamanlarda bize bayağı bir konsept gibi görünse de aslında bu ikililik ve ayrışma o zamanlar yeni yeni kökleniyordu. Tarihe bir göz atacak olursak, DP hükümetinin özellikle tarım alanında yaptığı yenilikler ve ithal ikamecilik gibi gelişmeler ile kırsal kesimde istihdamın azalması ve şehir yaşamının refah seviyesinin daha yüksek olması dolayısıyla kırdan kente bir göç başlıyor ve 70’lerin sonuna doğru da bunun olumsuz sonuçları gün yüzüne çıkmaya başlıyor. Şehirler bu göç dalgasına hazırlıksız olduğu için şehirleşme düzgün planlanamıyor. Bunun sosyal yansıması da insanlar arasındaki ayrışma ile görülüyor. Filmde de bunu Seyit’in karısını hamile kaldığı için örseleyen apartman sakinlerinin laflarında görebiliyoruz. Seyit ve ailesini “köylü” ve “çarıklı” gibi laflarla yaftalıyorlar. Şehirli olarak tasvir edilen apartman sakinleri aynı zamanda parayı hep köylülerin kazandığını da söylüyor. Halbuki Seyit ve ailesinin gözünden bakacak olursak, bütün parayı şehirliler kazanıyor. Bu ikililik ve çatışmada filmin çekildiği zamanda kendini yeni yeni gösteren Arabesk kültürünü görüyoruz aslında. Mesela filmin başka bir sahnesinde Albay Seyit’in bahşiş almasını yasaklıyor ama Seyit bu emre uymayıp bahşiş almaya gizlice devam ediyor. Yakalanınca da bahşişi teslim etmemek için parayı yiyiyor. Bu karşı duruşuyla onun gibi diğer apartmanlarda kapıcılık yapan ya da dükkân işleten köylü arkadaşları tarafından destekleniyor ve takdir ediliyor. Arabesk kültürü de aslında bu şekilde ortaya çıkıyor, şehre göç eden köylüler hemşehrilerine sığınıyorlar, ekmek parası mücadelesinde yan yana duruyorlar, birlik olmaya çalışıyorlar. Bugün bile özellikle İstanbul’da insanlar hemen memleket sorup hemşehri olduklarını duyunca seviniyorlar. Bu filmde de aslen hoş olmayan bu çatışmayı güldürü ile yansıtmışlar.

Yukarıda bahsettiğim temel durumlardan ikincisi Seyit ile apartman yöneticisi eski Albay arasındaki ast-üst ilişkisi. İlk apartman yöneticisi olan kişi, strese dayanamayıp yöneticiliği apartman sakini eski Albaya devredince Seyit için kabuslar başlamış oluyor. Seyit ne yapsa başında duran, sürekli onu uyaran bir otorite timsali kendisi. Başa ilk geldiğinde Seyit’ten saat başı rapor vermesini isteyen Albay, kapıcımıza nefes aldırmıyor. Kapıcılık haricinde Seyit’e hamallık ve itfaiyelik bile yaptıran Albay'ın önünde Seyit’in her zaman asker selamı vermesi ve “hazır ol”da durması da dikkat çekiyor. Ben bu ilişkiyi devlet ile ordu arasındaki ilişkiye benzetiyorum. Türkiye demokrasisi 60 darbesinden sonra 71 muhtırası ile bir sarsıntı yaşıyor. 12 Mart 1971 tarihinde ordu, Cumhurbaşkanı'na bir muhtıra vererek 32. Türkiye Hükümetini istifaya zorluyor. Zaten bundan sonra da 80 darbesi oluyor. İkinci darbe yaşanana kadar da Türkiye, ordunun fiziki olmasa da bir gölge gibi var olan otoritesinin altında yaşıyor. Bu filmde ortaya konan bu dinamikle devlet ile ordu arasındaki ilişkiye atıfta bulunulmuş olabilir.

Dahası, bu filmden sonra çekilmiş olan “Çöpçüler Kralı” ve “Bekçiler Kralı” filmlerinde bu konular bu filmde olduğu gibi detaylarda değil daha yoğun ve merkezi olarak işleniyor. Sanatçılarımız belli ki bu konuları işlemeye değer bulmuş ve filmlerinde bizlere yansıtmışlar. Umarım Yeşilçam filmlerini izlerken bu tür bir bakış açısı ile bakmak izleme zevkinizi artırır.