Kendine Ait Bir Dünya: 5 Feminist Kitap

Feminist edebiyat ile ilgilenenlere öneriler.

“İsterseniz kitaplıklarınıza kilit vurun; ama zihnimin özgürlüğüne vurabileceğiniz ne bir kilit var ne de sürgü, ne de kapatabileceğiniz bir kapı.”
  1. Our Blood, Andrea Dworkin

Geçmişte ve günümüzde hala eserleri ve görüşleri tartışılan Dworkin, radikal eleştirileriyle feminist tartışmalara çok şey katmıştır. 1976 yılında yayınladığı Our Blood: Prophecies and Discourses on Sexual Politics kitabında kadınları ezen, tüm kültürlere, topluma ve kişisel ilişkilere yerleşmiş kadın düşmanlığının ve ataerkil sistemin başarılı bir şekilde sakladığı cinsel saldırılara, fiziksel ve psikolojik şiddete odaklanır. Kullandığı dil ile başkaldırmaktan, sorgulamaktan veya hedef göstermekten çekinmez. Yıllar geçse de kadınların hala aynı şiddetle, aynı nefretle karşılaşması Dworkin'in kitaplarının önemini kanıtlıyor. Dworkin'in en az bir eseri mutlaka okunmalı, Right-Wing Women, Intercourse, Men Possessing Women kitapları da göz önünde bulundurulmalıdır. (Dworkin'e özel yazıma buradan ulaşabilirsiniz.)

''Başka hiçbir insan topluluğu bu kadar esir alınmamış, bu kadar ele geçirilmemiş, özgürlüğe karşı olan anılarından bu kadar mahkum bırakılmamış, kimlik ve kültüründen bu kadar dehşetle soyulmamış, bir grup olarak bu kadar iftiraya uğramamış, günlük yaşamın bir işlevi olarak bu kadar küçümsenmemiş ve aşağılanmamıştır. Ve yine de, kör bir şekilde devam ediyoruz ve defalarca soruyoruz: "Onlar için ne yapabiliriz?" Artık, "Onlar bizim için ne yapmalı?" erkeklerle yapılacak herhangi bir siyasi diyalogun ilk sorusu olmalıdır.''


2. Olay, Annie Ernaux

Gözlem gücü ve otobiyografik eserleri ile bilinen Ernaux, Olay adlı kitabında 1963 yılında hala bir üniversite öğrencisiyken yaşadığı olayı, hamile kalmasını anlatır. Kürtaj kelimesini anmanın bile yasak olduğu bu dönemde Ernaux, muhafazakar ailesine, arkadaşlarına bile anlatamadığı bu durumdan kurtulmak için çaresizce ve gizlice bir çözüm yolu aramaya çalışır. Kısa ama etkileyici bu kitap, kendi bedeni hakkında söz sahibi bile olamayan kadınlar zincirinin bir sesi olmayı başarıyor. Kadınların yalnızlaştırılmasına karşı verilen bu cesur mücadeleyi ve 'kürtaj' kelimesine sığdırılan bu acılı süreci anlatan Olay, mutlaka okunmalı.

“Dünyanın her yerinde, her gün, bir kadının etrafını sarmış, onu taşlamaya hazır erkekler var.”


3. Sen Gittin Gideli, Elena Ferrante

Napoli romanları ile bilinen Elena Ferrante'nin "Sen Gittin Gideli" romanında, ana karakter Olga, kocasının ani ayrılığının ardından derin bir boşluğa düşer. Bu süreçte, geçmişte kendi hayatından çok kocasının yaşamına ve çocukarına nasıl odaklandığını ve kendi kimliğini nasıl ihmal ettiğini fark eder. Ev hanımı olmanın aslında kadınların bağımsızlıklarına ve benliklerine verdiği darbeyi çoğu kadın göremez, görmek istemez. Ferrante'nin güçlü dili sayesinde kitabı okurken hem sinirlenip hem üzülüyor, evliliğin kadınların, erkekleri destekleyip bakım sağlama rolüne hapsolduğu bir sistem olduğunu bir kez daha görme şansına sahip oluyoruz.

"Yalnızca onu düşündüm, beni sevmekten nasıl vazgeçtiğini, bana olan sevgisini geri vermesinin gerekliliğini düşündüm, beni böyle bırakamazdı. Kendi zamanımdan alıp ona ekleyerek onu daha güçlü hale getirmiştim. Kendi tutkularımı bir kenara bırakıp onun peşinden gitmiştim. Her umutsuzluk krizinde kendi krizlerimi bir kenara bırakıp ona destek olmuştum. Onun odaklanabilmesi için dakikalarının, saatlerinin içine kaybolmuştum. Evin işleriyle ilgilenmiştim, yemeklerle ilgilenmiştim, çocuklarla ilgilenmiştim, günlük hayatın tüm sıkıcı ayrıntılarıyla ilgilenmiştim.  Ve şimdi, şimdi beni terk etmişti, ona verdiğim tüm zamanı, enerjiyi, emeği alıp aniden gitmişti, tüm bunların meyvesini başka biriyle, onu var etmek ve büyütmek için tek bir parmağını bile kıpırdatmamış bir yabancıyla paylaşmak üzere."


4. Kadınlardan Nefret Eden Erkekler ve Onları Seven Kadınlar, Susan Forward & Joan Torres

Susan Forward ve Joan Torres bu kitapta, başarılı kadınların özgüvenlerini kaybetmesine sebep olan ilişkilerini ve kadınların bu tür ilişkilere neden çekildiğini ele alır. Kitap, özellikle kadınların görmekte zorlandığı veya göremediği, mizojinist erkeklerin ilişkilerde sergilediği manipülatif ve zarar verici davranışları inceler. Aynı zamanda, bu erkeklere bağlanan kadınların bilinçaltındaki motivasyonlarını, geçmiş travmalarını ve bu döngüyü nasıl kırabileceklerini açıklamaya çalışır. Örnek vakalarla ve psikolojik analizlerle yazılan bu kitap, ilişkilerinde sürekli kendilerini suçlayan, çok uzun süre geçene kadar hayatlarını ve kişiliklerini bir erkek için ne kadar değiştirdiklerini fark etmeyen kadınlar için, tanıştıkları 'harika' erkeğin birden geçirdiği değişimde nasıl eleştiri, suçlama ve kontrol etme gibi duygusal manipülasyon araçlarının aşılabileceğini açıklar.

''Benden yardım isteyenler genellikle kadınlar olsa da, ilgimi çeken erkeklerin davranışlarıydı. Eşlerinin tarif ettiği kadarıyla, genellikle çekici ve hatta sevgi dolu kişilerdi ama bir anda acımasız, eleştirel ve aşağılayıcı bir tavır takınabiliyorlardı. Davranışları bariz göz korkutma ve tehditlerden, sürekli aşağılama ya da yıpratıcı eleştiriler biçimindeki daha üstü kapalı, örtük saldırılara kadar geniş bir yelpazeyi kapsıyordu. Tarz ne olursa olsun, sonuçlar aynıydı. Erkek, kadını sindirerek kontrolü ele geçiriyordu. Bu adamlar aynı zamanda saldırılarının eşlerinde nasıl bir duyguya sebep olduğuyla ilgili herhangi bir sorumluluk almayı da reddediyordu. Bunun yerine, her tatsız olayda eşlerini ya da sevgililerini suçluyorlardı.''


5. Tek Tanrılı Dinler Karşısında Kadın, Fatmagül Berktay

Fatmagül Berktay'ın doktora tezi olarak yazdığı daha sonra yayınladığı kitabı, din, tarih ve toplumsal cinsiyet ilişkilerini ele alan, özellikle Türkiye'de daha çok öne çıkması gereken önemli bir feminist inceleme. Berktay kitapta, üç büyük tek tanrılı dinin (Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam) kadınlara yönelik tutumlarını tarihsel bir perspektiften inceler ve bu dinlerin kadınların toplumsal konumunu nasıl şekillendirdiğini tartışır. ''Ataerkilliğin yalnızca köklerinin değil, bugün hâlâ varolduğu yetmiyormuş gibi her gün durmadan yeniden üretilen kalıplarının, en azından altı bin yıldır değişmediğini görmek, insanda gerçekten umutsuzluk ve karamsarlık yaratabiliyor.'' diye başladığı kitapta, erkek egemen yapının nasıl kurumsallaştığını, sekülerleşme, feminizm ve kadın hakları mücadelesinin din ile ilişkisini, feminist teologlar ve farklı bakış açılarıyla dinin yeniden yorumlanması gibi konulara değinir. Zamanının ötesinde olan bu tez, feminist teori ile ilgilenenler tarafından mutlaka okunmalı.

Günümüzde kadınların karşı çıktıkları ve mücadele etmek zorunda kaldıkları birçok sorun, kadın ve erkek kimlikleri ve rolleri konusunda toplum ve kültür tarafından belirlenmiş önkabuller ve kalıpyargılarla, başka bir deyişle toplumsal cinsiyetle (gender)* ilişkilidir. Bu, toplumsal olarak verilmiş kadınlık ve erkeklik kalıpları ve imgeleri, varoluşumuz açısından can alıcı bir önem taşır. Bu imgeler, dinlerin ve kültürlerin uzun yüzyıllar boyunca oluşturduğu geleneklerin hem ürünü, hem de parçasıdırlar. Kendilerini dindar saymayan insanlar bile, bu imgeleri benimserler, onlar aracılığıyla düşünürler ve gene onlar aracılığıyla kendilerini "kurarlar". Din, özellikle de tektanrılı dinler, bu kalıpları ve imgeleri oluşturmada ve onların insanlar tarafından benimsenerek içselleştirilmesini sağlamada belirleyici bir rol oynar; çünkü, bu kalıpların mutlak ve değişmez, başka bir deyişle "kutsal" olduğunu vazeder.


Ekstra: I Who Have Never Known Men, Jacqueline Harpman

Kimlik, hafıza ve insanın varoluşsal yalnızlığı gibi konulara değinen I Who Have Never Known Men, en sevdiğim kitaplardan birisi. Başkarakter hiç erkek tanımamış, bu yüzden geleneksel kadın-erkek dinamikleri onun dünyasında anlamını yitirmiştir. Özgürlüğün ne anlama geldiğini güçlü bir anlatıyla sorgulayan bu kitap distopik roman sevenlere ekstra bir öneri.