Kuruluşunun 89. Yılında Türk Tarih Kurumu
''Tarihini bilmeyen bir Millet, yok olmaya mahkumdur.'' Gelin hep birlikte Türk Tarih Kurumunun kuruluşuna göz atalım!
Peyami Safa şöyle der ''Tarihinin sürekliliğini kaybeden bir millet, her şeyini kaybetmeye mahkumdur. Hafızası parça parça kopmuş bir akıl hastası gibi geçmişiyle, hatıralarıyla ve benliğini terkip eden bütün varlık unsurlarıyla ilgisi kesilmiştir,''. Yani tıpkı bir insanın hafızasını kaybetmesi gibidir bir neslin tarihini unutması. Geçmişini, nereden geldiğini ve bu uğurda yapılan fedakarlıkları unutmak; hatalardan ders çıkarmak yerine tekrarlamak...
Fiilen 1922 yılında sona eren Kurtuluş Savaşı, takvimler 29 Ekim 1923'ü gösterdiğinde resmi olarak sona ermiş; gerideyse savaş boyunca kadın-erkek, yaşlı-genç ayırt etmeksizin kanının son damlasına kadar savaşmış yorgun bir halk bırakmıştı. I. Dünya Savaşı'ndan yenik çıkan Osmanlı Devlet'i, Batı'da İtilaf Devletlerinin desteğiyle hareket eden Yunan ordusuna, Güney'de Fransız ordusuna ve Doğu'da yeni kurulan Kafkas devletlerinden Ermenistan kuvvetlerine, hatta saltanatını korumak için İtilaf Devletleriyle işbirliği yapan padişah yanlılarına karşı topyekün mücadelesini henüz bitirmişti. Ancak, savaş henüz bitmemişti. Üstelik bu kez savaş çok daha büyüktü. Laik, modern ve bilim taraftarı bir ulus devleti oluşturmak için alınması gereken çok fazla yol vardı. İşte bu nedenle, Mustafa Kemal Atatürk ekonomik, sosyal ve kültürel alanlarda laik ve milliyetçi reformları başlattı. Başta kadınlara yönelik eşitlik hakkı olmak üzere; eğitim, kanun, bilim, vergi, sanayi ve dil alanlarında pek çok yenilik getirildi.
1928 yılına gelindiğinde ise Afet İnan, Fransızca kaynaklı coğrafya ders kitaplarında Türkler hakkında yazılmış olan aşağılayıcı, asılsız iddiaları görmüş ve bunları Atatürk ile paylaşmıştır. Atatürk buna karşı Batılı devletlerin Türkler için ''barbar, eğitilemez ve vahşi'' gibi iddialarını çürütmek ve köklü tarihimize ışık tutmak amacıyla Türk tarihi çalışmalarını başlatmıştır.
Osmanlı Devlet'indeki İslamiyet esaslı tarih anlayışı yerini gücünü halktan alan, laik ve milliyetçi tarih anlayışına bırakmıştı. Türk tarihinin yalnızca İslamiyet sonrası tarihle sınırlandırılmaması gerektiği; uzun yıllar varlığını sürdürmüş olan Türk milletinin binlerce yıllık geçmişinin su yüzüne çıkarılması gerektiği düşüncesi öne çıkmıştı.
1930 yılına geldiğimizde ise Atatürk, bir Türk Tarih Heyeti oluşturulmasını talep etmiş ve bu bağlamda pek çok bilim insanı ve tarihçiyle el ele vererek uzun çalışmalar yapılmasını sağlamıştır. Birçok kitap farklı dillerden Türkçe'ye çevrilerek çalışmanın sonunda bir rapor hazırlanmıştır. Bu rapor, okullarda okutulmak üzere ''Türk Tarihinin Anahatları'' ve dört ciltlik ''Tarih Kitabı''nın hazırlanmasına ışık tutmuştur. 15 Nisan 1931 tarihinde ise bugün hala varlığını sürdüren Türk Tarih Kurumunun köklerini oluşturan Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti kurulmuştur. Birkaç yıl sonra, 1935 yılında, bu kurum Türk Tarih Kurumu adını almıştır.
Günümüzde, Kurumun amacı ''Türk ve Türkiye tarihini çağdaş sosyal bilim anlayışıyla araştırmak ve yaymak; bu alandaki araştırmaları desteklemek ve toplumdaki tarih bilincini geliştirmek'' kısacası Türk tarihine ışık tutmaktır.
Şanlı tarihimizi unutmamamız ve en önemlisi de Türk milletinin başarılarını taçlandıracak yeni tarihler yazabilmemiz umuduyla. Öyle ya, ne demiş Ulu Önder:
“Tarihini bilmeyen bir Millet, yok olmaya mahkumdur,”.
Biz de kuruluşunun 89. Yılında başta böylesi bir Kurumun var olmasına katkılarından dolayı Gazi Mustafa Kemal Atatürk'e, sonrasında ise bu uğurda fedakarlıklarından dolayı tüm tarihçilerimize teşekkürlerimizi borç biliriz.