Mitolojik Efsaneler #3: Zümrüd-ü Anka Kuşu
Biz kendi hayatlarımızın Anka Kuşu olmayı becerebildik mi? Gelin küllerinden doğan Anka Kuşu'nun efsanesine beraber göz atalım!
Ünlü bir Japon atasözü ''Yedi kere düş ancak sekiz kez ayağa kalk!'' der. Efsanemize konu olan Zümrüdü Anka Kuşu'da, küllerinden doğan, her seferinde yeniden var olan mitolojik bir yaratıktır. Efsaneye göre, Simurg olarak da bilinen Zümrüd-ü Anka, bilgi ağacının dallarında yaşar. Evrenin tüm sırlarına vakıftır ve aklınıza gelebilecek her konuda bilgisi vardır. Diğer tüm kuşlar onun sözünü dinler, her konuda ona danışırlar.
Öylesine bilgilidir ki, öleceği anı bile anlayıp kuru ağaç dallarından yaptığı yuvanın içerisine girer ve ölümü bekler usulca. Sonra güneş doğar, tüm ihtişamıyla yakıp kavurur kuru dalları. Küle dönen Zümrüd-ü Anka, küllerinden doğar; ancak bu kez çok daha bilgili, çok daha görkemli.
Bir gün, uzak diyarlardaki kuşların başları sıkışır ve Zümrüd-ü Anka'nın yardımına ihtiyaç duyarlar. Ancak uzun süre ondan haber alamaz ve telaşlanmaya başlarlar. Her sabah yuvasından çıkıp parlak, geniş kanatlarıyla rüzgarda süzüleceği anı beklerler fakat nafile; ne gören vardır onu ne de haber alan. Tüm kuşlar artık Zümrüd-ü Anka'nın olmadığını düşünür ki işte tam da o an uzak diyarlardan birinde o parlak, ihtişamlı tüylerden birini buluverirler. Neler olup bittiğini anlamak için Kaf Dağı'nın eteklerine, Zümrüd-ü Anka'nın yanına gitmeye karar verirler.
Ancak bu sandıkları kadar kolay olmayacaktır. Dört mevsimi yaşayarak sonsuzluğa uzanan denizleri, yüksek dağları, uçsuz bucaksız çölleri geçmelidirler. En zoru da yedi ıssız vadiyi geçebilmektir. Bu vadiler öyle çetindir ki...
İlk vadi İrade Vadisidir. Bu vadi kuşların cenneti gibidir. İstedikleri her şeye hiçbir çaba sarf etmeden ulaşabileceklerdir. Burada kalanların en derin arzuları, en içten dilekleri kabul olacaktır. Öyle çok büyülenirler ki bu vadiden, pek çok kuş yoluna devam etmeyip vadide kalmaya karar verir.
İkinci durakları Aşk Vadisidir. Vadiye girdikleri an tüm kuşlar öyle bir heyecana kapılırlar ki. Çevrelerindeki tüm cisimler ve canlılar bambaşkadır artık. Ağaçlar, yapraklar, toprak... Kuru bir odun parçası bile hayat doludur onlar için. Cırcır böceklerinin sesleri dünyanın en iyi orkestrasından yükselen bir ses gibidir onlar için. Tüm bunlara kapılarak kendilerini kaybederler, yavaş yavaş sürüden ayrılırlar.
Sırada Cehalet Vadisi vardır. Burada bir sağa bir sola savrulurlar. Her yer aynıdır onlar için. Ha yaşamışlar ha ölmüşler; ha uçabilmişler sonsuzluğa ha pineklemişler bir ağaç dalında. Çevrelerindeki her şey anlamını yitirir. Sorgulamaz, hiçbir şeyi merak etmez olurlar. İlginç bir şekilde mutlu da olurlar; hiçbir şey bilmemenin, düşünmemenin, cehaletin mutluluğu sarar bedenlerini ve pek çoğu orda kalmaya karar verir.
İnançsızlık Vadisine geldiklerindeyse inandıkları her şey birden yok olur. Tüm amaçları da beraberinde uçar gider. Artık onlar için Anka Kuşu'nu bulmak da önemli değildir. Ne de olsa bu uğurda yeterince mücadele etmişlerdir ama elde ettikleri tek şey daha fazla kayıptır. Üstelik onlar altı üstü küçücük kuşlardır; kime ne faydaları olabilir ki? Burada beklenilenden de fazlasını kaybederler; artık çok azı kalmıştır yoluna devam edebilen.
Yalnızlık Vadisine girdikleri an işler iyice karışır. Sürü halinde hareket eden o kuşlardan eser yoktur şimdi. Hepsi kendini yalnız görerek bir diğerinin ekmeğini önünden alır. Bencilleşir, bencilleştikçe başka hayvanlara yem olurlar. Kanadı kırılan, yaralanan kuşlara yardım etmezler. Ne yazık ki pek çoğu da bu vadide yitip gider.
En tehlikelilerden biri olan Dedikodu Vadisine gelirler. Burada tıpkı kulaktan kulağa oynar gibi en öndeki kuş bir arkadakine Anka Kuşu'nun yandığını söyler; bir arkadakiyse bir diğerine yanıp küllerinden doğduğunu; diğeriyse küllerinden doğarken tüylerini kaybettiğini ve utancından saklandığını; bir diğeri utancından kendini öldürdüğünü ve yeniden doğamadığını; bir diğeriyse Anka Kuşu'nun artık toprak olduğunu ve gitmeye gerek kalmadığını söyler. En arkadaki kuşlar söylenenlere inanarak geri dönerler.
Sonunda en tehlikeli olan Ben Vadisine gelirler. Tüm kuşlar bir anda var güçleriyle çığlık çığlığa kendinden bahsetmeye başlar. ''Ben'' daha iyiyim, ''Ben'' daha çok bilirim, lider ''Ben'' olmalıyım... Her kafadan bir ses çıkar, herkes bir şeyi savunur anlamsızca, gereksizce. Hedeflerinden bütünüyle kopmuşlardır artık. Önemli olan tek şey kimin daha iyi, başarılı ya da güzel olduğudur. Kimileri kendi içinde kavga eder; bir diğerini yaralar, öldürür. Burada da ne yazık ki pek çok kayıp verirler.
Nihayet kalanlar Kaf Dağı'na ulaşırlar. Ancak alabildiğine büyük bir sürü olarak yolculuklarına başlayan kuşlar yalnızca otuz tane kalmışlardır. Üstelik etrafta da Anka Kuşu yoktur. Az sonra fark ederler ki Anka Kuşu aslında kendileridir. Ne de olsa bu yedi vadiyi geçmiş; hırslarına, öfkelerine, egolarına kapılmadan yollarına devam edebilmişlerdir.
Efsanenin hemen ardından bir an durup düşünmek yerinde olacaktır. ''Peki ya biz Kaf Dağı'na ulaşabildik mi? Aslında hayatın ta kendisi olan bu yedi vadiden geçerken öfkemize yenik düştüğümüz olmadı mı hiç; ya da yalnızca ''Ben'' dediğimiz? Egomuzun esiri olmadık mı hayatımızın bir noktasında; sırf ''Ben'' diyebilmek için yalnız kalmadık mı? İrademize sahip çıkabildik mi; ya da körü körüne bir şeye kapılıp gittiğimiz olmadı mı?
Biz kendi hayatlarımızın Anka Kuşu olmayı becerebildik mi?
Sevgili okur, tüm bu zorlu vadileri yalpalamadan, ayağın taşa takılmadan birer birer geçmen dileğiyle!