Post-Modern Romantizm: Tavlama Sanatının Dönüşümü ve “Prenses Erkek” Söylemi

Bireyin özgürce kendisini ifade ettiği bir ilişki, ancak toplumsal beklentilerin ötesine geçebildiğinde mümkündür.

Heteroseksüel ilişkilerde “tavlama sanatı” uzun yıllardır romantizmin eğlenceli bir unsuru olarak kabul edildi. Ancak sosyal medyanın ve popüler kültürün etkisiyle bu sanat, artık yeni normlarla yeniden şekilleniyor. Son yıllarda popülerleşen “prenses erkek” söylemi, bu değişimin dikkat çeken simgelerinden biri. Artık ilişkilerde maskülenlik ve feminenlik sınırları bulanıklaşırken, yeni “ideal partner” imgeleri de ortaya çıkıyor. Peki, “prenses erkek” figürü, romantizm ve heteroseksüel ilişkiler üzerinde nasıl bir etki yaratıyor? Bu yeni söylemin ardında ne gibi toplumsal, psikolojik ve felsefi boyutlar yatıyor?

Prenses erkek figürü, erkeğin daha naif, hassas ve duygularını açıkça sergileyen bir profil çizmesini ifade ediyor. Bu figür, yüzeyde bakıldığında erkeklere duygusal anlamda özgürleşme alanı açıyor gibi görünse de, derinlemesine incelendiğinde toplumsal bir dayatma içerdiği de söylenebilir. Medyanın yaygınlaştırdığı “ideal erkek” profili, “maskülen ve güçlü” erkeğin yerini hassas, kibar, “prenses” özellikli bir erkek kimliğine bırakıyor. Bir erkeğin bu tarz bir imajla var olma baskısı, onun özgünlüğünü yitirmesine ve sosyal medyanın çizdiği kalıplara hapsolmasına yol açabiliyor.

Post-modern dünyada bireyin kendisini özgürce ifade etmesi temel bir değer olarak kabul ediliyor. Ancak bu söylem, popüler kültürün güdümünde yeni ve kısıtlayıcı normlarla yer değiştirdiğinde, bireysel özgürlüğe olan katkısı sorgulanır hale geliyor. Yani, “prenses erkek” figürü, erkeklerin duygularını özgürce ifade etmelerine izin veriyor gibi görünse de aslında yeni bir sosyal norm dayatıyor.

Tavlama Sanatında Yeni Bir Dönem: Otantik Bağ Kurmanın Zorluğu

Geleneksel anlamda “tavlama sanatı”, iki kişinin birbirine ilgi ve bağlılık geliştirmesi için doğal yollarla gelişen bir süreçti. Ancak modern dünyada sosyal medyanın ve popüler kültürün etkisiyle ilişkilerde roller bir çeşit “performans sahnesine” dönüşüyor. Sosyolog Erving Goffman’ın “sahne arkası ve sahne önü” kuramı, bireylerin sosyal ortamlarda sürekli bir “rol” oynadığını söyler. Artık bu “rol yapma” hali, romantik ilişkilerde de kendini gösteriyor. Tavlama sanatı, kişinin kendisini olduğu gibi ifade ettiği bir bağ kurma yöntemi olmaktan çıkıp, sosyal medyada sunulan “ideal partner” profiline uygun davranışları sergilemekle ilgili hale geldi.

Prenses erkek ya da diğer yeni ilişki figürleri, bireyin doğal kendiliğinden uzaklaşmasına neden olabiliyor. Tavlama süreci artık daha çok stratejik ve toplumda kabul gören davranışlarla şekillenirken, bireyin kendi kimliğinden uzaklaşarak idealize edilmiş bir role bürünmesine yol açabiliyor. Bu da gerçek bir duygusal bağ kurmanın önünde bir engel haline geliyor.

Sosyal medya, her şeyin olduğu gibi, ilişkilerin de yeni dinamikler kazanmasına neden oldu. Kendi isteklerini ve ihtiyaçlarını değil, daha çok “ideal partner” görünümünü önemseyen bireyler için sosyal medya, bir performans alanı haline geldi. Bireyler, karşılarındaki insanla doğal bir bağ kurmak yerine, sosyal medya üzerinden popülerleşmiş flört etme tarzlarını uyguluyor, bu da ilişkilerde içsel bir samimiyet yerine dışsal bir görünüm yaratıyor.

Prenses erkek figürü ve diğer sosyal medya kaynaklı romantik imajlar, bireyin kendine özgü ilişki tarzını geliştirmesinden çok, toplumun onayladığı belli kalıpları takip etmesini teşvik ediyor. Bu durum bireyler arasında bir çeşit "rol çatışması" yaratırken, aynı zamanda ilişkilerde daha otantik ve samimi bir bağ kurmanın önüne geçiyor.

Günümüz heteroseksüel ilişkilerinde tavlama sanatı, sosyal medyanın dayattığı ideal figürlerin ötesine geçmeyi, bireyin kendi kimliğine dönmeyi gerektiriyor. Romantizm ve flört süreci, popüler kültürün bize sunduğu kalıplar içinde şekillendiğinde, insanları kendi benliklerinden uzaklaştıran bir sahneleme süreci haline geliyor. Felsefi bir perspektiften bakarsak, bireyin özgürce kendisini ifade ettiği bir ilişki, ancak toplumsal beklentilerin ötesine geçebildiğinde mümkündür.

Prenses erkek gibi figürler veya benzeri popüler romantik imajlar yerine, bireylerin kendilerini olduğu gibi ifade edebildikleri, duygusal olarak samimi bir bağ kurabilmeleri gerekiyor. Bu da, sadece toplumsal olarak kabul gören davranışları sergilemek değil, ilişkilerde özgün ve dürüst olabilmekle mümkün.

Prenses erkek figürü gibi sosyal medya kökenli romantik imajlar, bireyleri farklı kalıplara sokarak kendilerinden uzaklaştırsa da, gerçek bir ilişki ancak bireylerin kendi benliklerine sadık kalmalarıyla anlam kazanır. İlişkilerde tavlama sanatı, gerçek bir duygusal bağ kurmayı amaçlamalı; bireylerin sosyal medya veya popüler kültür baskısıyla değil, kendi iç sesleri ve özgün hisleriyle hareket etmelerine olanak tanımalı. Romantizmin ve ilişkilerin gerçekten değerli olabilmesi için, bireyin kendini ifade özgürlüğüne saygı duyulan, maskesiz bir alan yaratmak belki de en çok ihtiyacımız olan şey.