SUZAN/SUZİ EFSANESİ VE KIRKLAR DAĞI MİTİ 

Türkülerden atalar kültüne geçit.

           SUZAN/SUZİ EFSANESİ VE KIRKLAR DAĞI MİTİ 


     Efsane, mitolojik dönemin ruhundan beslenen, kökeninde kutsallık barındıran ve sözlü edebiyat geleneği ile şekillenen anonim bir türdür. İcracısı halktır. İçerik olarak kutsal kabul edilirler. Ortaya çıkışında halkın duygu durumu, anlam arayışı ve kültürel yaşantısı etkili olmaktadır. Söylev üzere olduğu için kutsallık atfetmek kolaydır. Zaten halk anlayışında da kutsal olan sorgulanamaz niteliktedir. Ama o söylevin inandırıcılık yönü halkın değerlendirmesine bağlıdır. Bu efsaneler ağıt ve türkülere de konu olmaktadır. Suzan/Suzi türküsü de böyle bir efsaneden alınmadır. 


“Diyarbakır’ın güneybatısında, Dicle Nehri kenarında Kırklar Dağı vardır. Bu Kırklar Dağı'nın arkasında da "Kırklar Ziyareti" vardır. Çocuğu olmayanlar buraya gelip dilek dilerler. Zengin bir Süryani ailenin de hiç çocukları olmuyormuş. Kadın, Kırklar Ziyareti'ne gelip dilek dilemiş, adak adamış. Bir kızı doğmuş. Adını Suzi (Suzan) koymuşlar. Her yıl doğum gününde annesi onu süsler, giydirir ve Kırklar’a götürerek bir kurban kestirirmiş. Suzan böylesine bin nazla büyüyüp güzel bir genç kız olmuş. Müslüman komşularının oğlu Adil’le birbirlerine âşık olmuşlar. Yine bir doğum yıl dönümünde annesi Suzi'yi hizmetçilerle beraber kurbanını kesmek üzere Kırklar Ziyareti'ne göndermiş. Arkalarından habersizce Adil de gelmiş. Hizmetçilerin kurban kesme telaşından yararlanan Suzi’yle Adil beraber dağın arkasına dolanmışlar ve orada sevişmişler. Kırklar Ziyareti, bu beraberliği bağışlamamış ve ziyaret Suzi’yi çarpmış. Kız, On Gözlü Köprü’nün orada, Dicle’de boğularak ölmüş. Suzi’nin ölümünden sonra Adil de aklını yitirmiş.”


Burada kutsallık atfedilen yer Kırklar Dağı'dır. Bu mekânda uygun olmayan yakınlaşma, lanet olarak kabul edilir ve tesiri ölümle sonuçlanır. Yani kutsal mekânda bulunulan uygunsuz davranışın cezası Suzan’ın ölümüdür. Ayrıca burada toplumun inanç kültürü de görülmektedir. Kültürel bellek kodları vurgulanır. Bu efsanenin türküye konu olması, yakılan ağıtın sonucudur; halk dilinde ağıt türkü halini alır. 


 Kırklar Dağı’nın yüzü 

Karanlık sardı düzü

 Ben öleydim Suzi Suzi

 Ziyaret çarptı bizi

 Köprüaltı kapkara 

Anne gel beni ara 

Saçlarım kumlara batmış 

Tarak getir de tara 

Köprünün orta gözü 

Sular apardı düzü 

Ben öleydim Suzi Suzi 

Dicle ayırdı bizi


Türküler, toplumun ortak belleğinin yansımalarıdır. Prof. Dr. Veysel Şahin de şu şekilde bir açıklama yapar: “Kültürel bellek mekânı olan türküler, insana tarihselliğini duyumsatan, ontolojik bir varlaşma alanıdır. Bu alan, her anımsamada kendini biraz daha canlı kılar. Böylece toplum, kendi dili, geleneği ve yaşam biçimini yeniden oluşturur.”


    Dağlar, tüm inanışlarda dünyayı ayakta tutan merkezlerdir. Dolayısıyla kutsallık atfedilir. Halk yerleşkelerinde mutlaka bir evliyanın çıkıp dua ettiği, ibadetlerini gerçekleştirdiği bir dağ vardır. Çünkü görüntüsüyle ihtişam arzusunu kabarttığı için tanrısallık oluşturur. Ayrıca bu ihtişam, tanrıya ulaşmada bir araç ya da merdiven görevi görmektedir. Bu yüzden türbeler de yerleşkelerden yukarıdadır. Efsaneye konu olan Kırklar Dağı da bu niteliktedir. Efsanede de burada kilise yer almakta; halk, yine tanrıyla olan bağlantısını bu dağ üzerine ibadethane yaparak daha yakından ifa etmektedir. Ek olarak dağın ismi, dünyayı yöneten kırk ermişin bu dağda buluştuğu inancından gelmektedir. Zaten kırk sayısı, Tevrat’tan tarikatlara kadar inanç temellerinde önem arz etmektedir.


Sonuç olarak efsaneler, gerçek olaylar ve kişiler üzerinden kurgulanmaktadır ve bir mesaj barındırır. Türküye konu olan bu efsanede de kutsal mekânda işlenen suçun karşılıksız kalmayacağı verilmek istenmiştir.